Jeopolitik açıdan İstanbul'un Fethi
29 Mayıs'ta İstanbul'un fethinin 572. yıldönümünü kutladık. İstanbul'u fethi jeopolitik açıdan bir gereklilikti. Zira İstanbul, Osmanlı topraklarının tam merkezindeydi. Anadolu ile Rumeli'yi ya da başka bir ifadeyle Asya ile Avrupa'yı bağlayan iki boğazdan biri ve önemli olanı buradaydı.
Bizans, şehzadeleri koz olarak elinde tutuyor, Osmanlılarla anlaşamadığı durumlarda, kozunu kullanmaktan çekinmiyordu. Osmanlı, Bizans’a rehin gibiydi. İstanbul; Edirne ve Bursa’ya bir günlük mesafedeydi. Osmanlı’nın İstanbul’u almadan padişahın uzun bir sefere çıkması, fetih hamlesine girişmesi çok riskliydi, Bizans, istediği zaman elindeki şehzadeyi serbest bırakarak bu faaliyetlere engel olabilirdi. Şehzade başkenti ve Bursa’yı tehdit edebilir hatta ele geçirebilirdi.
Fatih, İstanbul’u alarak Türklüğün sinesine sokulan bu hançeri çıkardı. İstanbul alınabilirdi ama başkent yapılmayabilirdi. Fatih, İstanbul’u başkent yaparak riskli bir karara imza attı. Zira o devirde denizde kıyısı olan bir şehrin başkent yapılması çok istisnaiydi. Denizden aniden gelen bir güç devlete çok zarar verebilir, hatta yıkımına neden olabilirdi. Londra, Paris, Roma, Viyana, Moskova, Budapeşte, Madrid, Kazan, Kahire, Şam, Bağdat, Tebriz, Semerkant, Pekin, İsfahan, Rey, Ürgenç, Konya, Edirne ve Bursa gibi başkentlerin hiçbiri deniz kıyısında değildir.
Kartaca kenti deniz kenarında olduğundan Kartaca imparatorluğunun yıkılması kolay oldu. İstanbul bir istisnaydı. Romalılar şehrin sahilde olma handikabını çok sağlam surlar inşa ederek ve Haliç’i denizden ayırabilen zincirlerle çözdüler.
Konstantin, İstanbul’u Roma İmparatorluğunun başkenti yaptığında, yani fetihten bin yıl önce, denizcilik Fatih devrinden çok gerideydi. Yani Fatih dönemindeki risklerin çoğu o tarihlerde söz konusu değildi. Fatih Sultan Mehmet çok riskli olmasına rağmen, ‘’Biz Roma’nın sahibiyiz, cihanın hakimiyiz’’ iddiasını sürdürmek için İstanbul’u başkent yaptı.
Sadece fetih değil, fetihten sonra takip edilen siyasette jeopolitik eksenlidir. İstanbul’un, Karadeniz ve Marmara’da sahili vardı. Ege’den de Çanakkale Boğazı vasıtasıyla Marmara’ya geçiş vardı. Dolayısıyla İstanbul bu denizlerden tehdit edilebilirdi. Fatih, Osmanlının kontrolünde olmayan Trabzon, Amasra, Kırım, Eflak ve Boğdan gibi Karadeniz’de kıyısı olan beldeleri fethederek Karadeniz’i bir Türk gölü yaptı. Marmara zaten Osmanlı topraklarıyla çevriliydi. Fakat Marmara’ya Ege’den girişin Osmanlının tam kontrolünde olması lazımdı. Bu nedenle, Çanakkale boğazı tahkim ettirildi.
İstanbul’u alan devlet, karasal bir imparatorluk olarak kalamazdı. Türkler, Büyük Selçuklular’ dan beri donanma sahibiydi. (Selçuklular Umman’ı donanmaları sayesinde almışlardı.) Fakat deniz gücü değillerdi. Donanmaları çok zayıftı. Fatih bu zayıflığı fetih sürecinde çok net olarak fark etmişti. Kısa zamanda güçlü bir donanma kurdu. Bu donanma, tam on altı yıl, cihanın bir numaralı deniz gücü olan Venedik’le savaştı ve neticede galip geldi. Bu savaşın sonucunda Venedik’in elindeki Ege adaları alındı.
Aynı dönemde adaların kuzeyinde ya da batısında olan Teselya, Mora gibi Osmanlı’ya ait olmayan ama Çanakkale’ye yakın olan bölgelerde ele geçirildi. Ardından Mora Despotluğuna bağlı olan adalar fetih edildi. Fetih edilen yerlerin hepsine, kalıcı olmak amacıyla Türkler iskan edildi. Böylece Ege’de aynı Marmara ve Karadeniz gibi düşmana kapatıldı. Ege denizinden tehdit gelme ihtimali azaltıldı.
Fatih’in Balkan fetihlerinde, Karadeniz kıyılarından sonra Arnavutluk’a öncelik vermesinin sebeplerinden biri Arnavutluk’un Adriyatik’te çok uzun kıyı şeridi olmasıdır. Adriyatik, Egeye bitişiktir. Yani Osmanlı açısından risklidir.
Arnavutluk’un fethi aynı zamanda Roma’nın fethinin ön adımıydı. Zira İstanbul’dan sonraki Kızılelma Roma’ydı. Arnavutluk’tan sonra Adriyatik’in karşı sahillerine yönelen akıncılar, bazı kritik kaleleri aldılar. Fatih imparatorluğunun topraklarını hem başkentini güvenceye alarak ve hem de Roma’yı ele geçirme hedefini merkeze koyarak büyüttü. Kanuni döneminde Kızılelma’nın Viyana olarak revize edilmesi, Osmanlı için sonun başlangıcı olacaktır.
O tarihlerde iki güçlü Hristiyan mezhebi vardı. Bu mezhepler birbirleriyle rekabet halinde olsalar da Türkler söz konusu olduğunda birleşiyorlar, birlikte hareket ediyorlardı. İstanbul’un fethi ile Ortodoks mezhebi Osmanlıların kontrolüne girdi. Bunun doğal sonucu Balkanların ve Doğu Avrupa’nın alınmasının kolaylaşmasıdır. Roma alınabilseydi Katolik kilisesi de Türklerin egemenliğine girecek ve Batı Avrupa’nın kapıları alabildiğine açılacaktı.
Fatih’in İstanbul’u ulaşılmaz kılma stratejisinin eksik kalan kısmı, Ege’nin güneyden girişini kontrol eden Rodos’un kuşatılmasına rağmen fetih edilememesidir. Rodos, Fatih’ten kırk yıl sonra Kanuni devrinde alınarak strateji tamamlanacaktır.
Barbaros Hayrettin Reisin Kaptanı Derya olmasından sonra Osmanlı, tartışmasız bir numaralı deniz gücü olacaktır. Öyle ki, kendisinden sonra gelen güçlerin tamamıyla aynı anda savaşabilecek ve onları yenebilecek kuvvettedir. Böylece Türkler karalardan sonra denizlerinde hakimi olacaklar ve bu hakimiyetlerini iki yüz yıl sürdüreceklerdir.