İran ve İsrail arasında psikolojik bir okuma
Savaş, çoğu zaman silahlarla değil; tarih, hafıza ve kimlikle yürütülür.
İran ve İsrail arasında süregelen gerilim, yalnızca füzelerle ve diplomasilerle değil; toplumların kolektif bilinçlerinde yazılmış çok daha eski bir çatışmanın gölgesinde şekilleniyor.
İran: Coğrafyanın, nüfusun ve hafızanın gücü
İran sadece bugünün İslam Cumhuriyeti değil, bir uygarlığın süreğen hali.
Yaklaşık 89 milyonluk nüfusu ve 1 milyon 648 bin kilometrekarelik yüzölçümüyle bölgenin hem fiziksel hem de psikolojik olarak en büyük aktörlerinden biri.
Bu büyüklük, sadece bir harita meselesi değil; aynı zamanda tarihsel bir direnişin, kültürel bir sabrın ve uygarlık hafızasının izdüşümüdür.
Bugün İran’ı anlamak için yalnızca siyasi liderlerine değil, Kiros’un, Darius’un, Zerdüşt’ün mirasına bakmak gerekir.
Çünkü bu halkın zihninde rejimler değişse de, medeniyet fikri baki kalır.
İsrail: Hızlı zeka, derin travma
İsrail; 9,8 milyon nüfusuyla, 22 bin km²’lik dar bir alanda, ileri teknolojiye ve dış desteğe yaslanarak varoluşunu korumaya çalışıyor.
Ama bu bir güç gösterisinden çok, derin bir travmanın sonucu.
Yahudi soykırımı, sürgünler, antisemitizm… Tüm bu kolektif yaralar, İsrail’in hem iç hem dış politikasını etkileyen bir psikolojik savunma refleksi yaratıyor.
Psikolog gözüyle: Savaşın görünmeyen haritası
Bir psikolog olarak biliyorum ki:
Toplumlar da bireyler gibi travmalar taşır.
Ve bu travmalar işlenmezse; korku, savunma, saldırganlık ve tekrar eden çatışmalar doğurur.
İran’ın kolektif kimliği; sabır, derinlik ve tarihi süreklilik üzerine kuruluyken,
İsrail’in refleksi; tehdit algısı ve anlık korunma ihtiyacına yöneliktir.
Ama tüm bu analizlerin üzerinde, bir temel gerçek daha vardır:
Savaş aslında kimseye yaramaz.
Savaşın sonunda galip yoktur;
Sadece çocukları ölen anneler, sesi kesilen şehirler ve yıkılmış hayaller kalır.
Hiçbir uygarlık, hiçbir inanç, hiçbir strateji; insan hayatının önüne geçemez.
Ne haklı nedenler, ne tarihi hesaplar; bir çocuğun ağlamasından, bir insanın yaşam hakkından daha büyük değildir.
Barış, sadece diplomatik bir seçenek değil, insanlığın vicdani olgunluğudur.
Savaş zihinleri kemirir, barış ise ruhu onarır.
Son söz:
İran bir medeniyetin sabrını,
İsrail bir halkın hayatta kalma çabasını temsil ediyor olabilir.
Ama ikisinin de en çok ihtiyacı olan şey;
Silah değil, şefkat.
Sınır değil, empati.
Zafer değil, barış.
Çünkü bu yüzyılda kazanan, en çok yıkan değil, en çok onaran olacaktır.