Fosilden kurtulmak mümkün mü?
Bir sabah uyanıyorsunuz; gökyüzüne baktığınızda ne bacalardan yükselen kara dumanlar var, ne de göğe uzanan soğutma kuleleri… Ufuk çizgisinde rüzgar türbinleri dönüyor, güneş panelleri ışıldıyor. Sokaklarda oynayan çocuklar ciğerlerine kömür kokusunu değil, temiz havayı soluyor. Bu gelecek mümkün. Çünkü temiz bir yarın, bugünden başlar.
Türkiye, enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için onlarca yıldır çeşitli politikalar geliştiriyor. Ancak tablo hâlâ iç açıcı değil:
Enerjimizin %70’inden fazlası ithal kaynaklardan sağlanıyor. 2024’te enerji ithalatına yıllık 65,6 milyar dolar harcıyoruz.
Küresel krizlerde fiyat dalgalanmalarının ekonomimize etkisini her zamankinden daha fazla hissediyoruz. Tam da bu noktada, yenilenebilir enerji Türkiye için sadece çevreci bir tercih değil, bir ekonomik bağımsızlık meselesi haline geliyor.
Güneş ve rüzgar: Potansiyel çok, gerçek az
Türkiye, coğrafi konumu sayesinde Avrupa’nın en fazla güneş alan ülkelerinden biri. Ama potansiyel ile gerçek arasında ciddi bir uçurum var. Bugün toplam elektrik üretimimizde güneş enerjisinin payı sadece % 7,5 civarında. Rüzgar enerjisinde biraz daha ilerideyiz ama hâlâ potansiyelin yarısına bile ulaşamadık.
Bu tablo neden böyle?
Çünkü yenilenebilir enerji yatırımları yüksek başlangıç maliyetleri, mevzuat engelleri, şebeke entegrasyonu problemleri gibi pek çok yapısal sorunla karşı karşıya. Yerli üretim yerine ithalata dayalı panel ve türbin kullanımı da cabası.
Ama bir umut var: Son yıllarda özellikle Konya Karapınar gibi dev güneş enerjisi santralleri ve Ege kıyılarındaki rüzgar çiftlikleri bu tabloyu değiştirmeye başladı. Türkiye'nin 2035 yılına kadar rüzgar ve güneş enerjisinde toplamda 120 bin MW’lık bir kurulu güce ulaşma hedefi bulunmaktadır. Peki bu hedef yeterli mi? Hayır..
Almanya’nın güneş enerjisi kurulu gücü Türkiye’nin yaklaşık 3 katıdır. Ancak, Almanya’nın daha az güneşli bir iklime sahip olmasına rağmen bu kapasiteye ulaşması, Türkiye’nin potansiyelini daha iyi kullanabileceğini göstermektedir. Güneşimiz var ama kullanamıyoruz.
Yenilenebilir enerjiye geçiş, yalnızca teknolojik bir değişim değil; aynı zamanda politik ve ekonomik bir dönüşüm sürecidir.
Çünkü yenilenebilir enerjiye geçiş, politik, ekonomik ve teknik boyutları olan çok katmanlı bir süreçtir. Bunun altında yatan nedenler arasında ekonomik çıkarlar ve sektörün mevcut yatırım yapısı yer alıyor.
Bu durum, sektördeki mevcut yatırım dengeleri ve ekonomik çıkar ilişkileriyle bağlantılı.
Küresel zorunluluk ve iklim krizi gerçeği
Dünyada artık yeşil enerjiye geçiş bir tercih değil, zorunluluk. Çünkü küresel iklim krizinin etkileri her geçen gün daha yakıcı hale gelirken, ülkeler enerji politikalarını radikal biçimde dönüştürmek zorunda kalıyor. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakatı kapsamında, karbon emisyonlarına dayalı vergilendirme ve sınırda karbon düzenlemeleri, Türkiye’nin ihracatını etkileyebilecek önemli faktörlerdir. Artık sadece enerji üretmek yetmiyor; üretim süreçlerinin karbon ayak izini düşürmek, çevresel standartları yükseltmek gerekiyor. Eğer Türkiye karbon ayak izini azaltamaz, sanayisini ve enerji üretimini yeşil dönüşüme uyumlu hale getiremezse, yakın gelecekte sadece ticaret değil, diplomatik ilişkiler ve uluslararası rekabet gücü de bundan olumsuz etkilenecek. İhracatta karşılaşılacak engeller, sadece ekonomik kayıp değil; Türkiye’nin küresel tedarik zincirindeki konumunu da zayıflatacak. Yeşil enerjiye geçiş, artık sadece çevreyi korumak için değil; rekabetçi kalmak, dış pazarlarda varlığını sürdürebilmek ve ekonomik bağımsızlığı güçlendirmek için kaçınılmaz bir mecburiyet haline geldi.
Ayrıca unutmayalım: İklim krizi kapıda. NASA, NOAA ve Copernicus iklim servisinin açıklamalarına göre 2023, küresel ölçekte şimdiye kadar kaydedilen en sıcak yıl oldu. Kuraklık, su kaynaklarının tükenmesi, tarım arazilerinin verimsizleşmesi,
Fosil yakıtların kullanımı, iklim değişikliği ve çevresel sorunlar açısından ciddi tehditler oluşturmaktadır.
Türkiye eğer gerçekten bağımsız ve sürdürülebilir bir enerji geleceği inşa etmek istiyorsa, önce zincirlerini kırmak zorunda.
Yıllardır bürokratik süreçlerde geciken yatırımların, izin süreçlerinin, engellerin yerini cesur ve hızlı adımlar almalı. Yerli üretime sırtını dayayan, kendi panelini, kendi türbinini, kendi batarya teknolojisini üreten bir ülke olmak artık bir seçenek değil, bir zorunluluk.
Enerji sadece üretmek değil; depolamak, yönetmek, adil dağıtmak meselesidir. Türkiye akıllı şebekelerle, enerji depolama sistemleriyle, tüketiciyi üreticiye dönüştüren bir modelle geleceğe yürümeli. Fosil yakıtların gölgesinde kalmaya devam ederse, her kriz, her dalgalanma daha derin yaralar açacak. Oysa bugün, fosilden çekilen her destek, yenilenebilire verilen her teşvik, yarının bağımsızlık sigortasıdır. Bu dönüşüm kolay değil. Bedelsiz değil. Ama imkânsız da değil. Çünkü bir ülkenin enerjisi, sadece elektriği değil; özgürlüğü, bağımsızlığı, yarınlara duyduğu güvenin teminatıdır. Enerji, bir milletin kendi kendine yetebilme iradesidir. Türkiye, güneşinden, rüzgarından korkmamalı. Bu toprakların rüzgarı da, güneşi de bizim en büyük servetimizdir...