SON DAKİKA

Eğitimde kapsayıcılık masal değil, mecburiyettir!

Aycan Babuc 15 Kas 2025

Eğitim, bir toplumun yarınlarını biçimlendiren en kritik alandır. Ve biz biliyoruz ki, bugünün sınıflarında verilen her emek, geleceğin hayatlarına dokunan sessiz bir iyiliktir.

Ama biz bu iyiliği ne kadar yerine getirebiliyoruz? Otizmli bir çocuğun okul içinde itilip kakılması, ardından bazı velilerin kameralar önünde çocuğun okuldan uzaklaştırılmasını talep eden açıklamalar yapması… Bu hadise, yalnızca bir okul problemi değil ülkemizin kapsayıcı eğitim politikaları, psikososyal güvenlik standartları ve çocuk dostu okul kavramı açısından ciddi bir alarmdır.

Otizm, insanın nörogelişimsel bir farklılığıdır ve özel gereksinimli çocukların eğitim ortamlarında desteklenmesi yalnızca etik değil yasal bir zorunluluktur. Mevzuatlarda da belirtildiği üzere tanımlanan kaynaştırma/bütünleştirme eğitim modeli çerçevesinde, her çocuğun akranlarıyla aynı ortamda uygun destek mekanizmalarıyla eğitim almasını güvence altına almıştır. Dolayısıyla bir çocuğun davranışsal güçlük göstermesi, onu ortamdan dışlamak için gerekçe olamaz aksine çocuğun BEP (Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı) kapsamında daha doğru müdahalelerle desteklenmesi gerektiğini gösterir.

Oysa bu olayda gördüğümüz şey, eğitim biliminin yıllardır üzerine inşa ettiği kapsayıcılık anlayışının, bazı yetişkinlerin önyargıları karşısında nasıl kolayca örsenelebildiğidir.

Bir çocuğun davranış problemleri varsa, bunun çözüm yöntemi, onu itip kakmak ya da hedef göstermek değil; pozitif davranış destekleri, uygulamalı davranış analizi, sosyal uyum becerileri ve travma farkındalıklı yaklaşım gibi bilimsel yöntemleri uygulamaktır.

Bu noktada eleştirilmesi gereken yalnızca bireyler değil okul yönetiminden sınıf öğretmenlerine, rehberlik servisinden ilçe milli eğitim birimlerine kadar tüm yapının kurumsal hesap verebilirlik mekanizmalarını işletip işletmediğidir. Bir çocuğu korumakla yükümlü bir eğitim ekosistemi, çocuğun güvenliğini sağlayamadığı anda kendi temel varlık sebebini kaybeder.

Velilerin kameralar karşısında okuldan gönderilsin minvalinde çağrısı yapması ise eğitimin toplumsal işlevi açısından ayrıca düşündürücüdür. Çünkü kapsayıcı okul iklimi; korkuların, önyargıların ve sosyal dışlamanın değil dayanışmanın, empati kurmanın ve çocuk hakları bilincinin üzerine kurulur. Çocukları korumakla yükümlü yetişkinlerin, farkına varmadan bir çocuğu risk unsuru gibi sunması, yalnızca o çocuğu değil, toplumsal vicdanı da yaralar.

Buradan bir kez daha hatırlatmak isterim:

Hiçbir çocuk farklı olduğu için dışlanamaz. Hiçbir çocuk gelişimsel özellikleri nedeniyle eğitim ortamından uzaklaştırılamaz. Hiçbir çocuk, yetişkinlerin tahammül sınavına dönüşemez.

Bu olay, ülkemizin eğitim sisteminde kapsayıcı okul iklimi, erken müdahale programları, öğretmenlere özel gereksinim farkındalığı eğitimleri, psikososyal destek birimleri ve aile-çocuk iş birliği modelleri konusunda daha güçlü adımlar atması gerektiğini net bir biçimde göstermiştir.

Unutmayalım:

Bir toplumun gerçek gelişmişliği, en savunmasız çocuğunu ne kadar koruduğuyla ölçülür.

Eğer bir çocuk inciniyorsa, aslında hepimiz eksiliyoruz. Bu eksilmeyi durdurmak hepimizin sorumluluğudur.