SON DAKİKA

Çevre toz-duman, Suriye'de de durum karışık

2025'in sonuna gelirken Türk dış politikasının dönem karnesi için şöyle bir şey söylememiz mümkün: Küresel ve bölgesel sistemlerdeki gidişat Ankara'nın hem kendi hem de çevresi için çizdiği vizyonu haklı çıkartıyor.

Ankara’nın öngörülerinin tutması önemli zira Ankara stratejilerini bu öngörülere göre belirliyor ve kendisini hazırlıyor. Ancak tüm bu neredeyse akademik değerlendirmenin yanında şunu da söylememiz gerek: 2025’in sonlandırırken çevremiz beklediğimizden daha toz-duman, karmakarışık bir durumda. Karadeniz karışık, Doğu Akdeniz karışık ve Suriye-Ortadoğu hattı karışık. Çevrede bitmeyen savaşlar ve mücadeleler varken bu karman-çorman, istikrarsızlığın bir adım berisinde durma hali – kimilerine göre normal ve beklenebilir, ki doğru bir tespit ama bir geri sarma, özellikle bölgesel zeminde eski mücadele biçimlerine geri dönme sinyalleri veriliyor ki bu durum, dikkatleri elbette çekiyor.

Ankara’nın önceliği

Tüm bu toz-duman arasında Ankara Suriye’nin istikrarlı ve bütüncül bir aktör olmasını hala öncelemekte. 10 Mart mutabakatının bir türlü uygulanamaması, sürekli yeni talepler altından mutabakatın özüne (Suriye’nin topraksal ve kurumsal bütünlüğüne) aykırı bir dönüşüm aranması SDG’nin Şam ve Ankara’yı oyaladığı, zaman kazanmaya oynadığı sonucunu çıkartıyor. Ankara ve Şam, bu oyalamanın arkasında İsrail’i görüyor. Tel Aviv’in Suriye’nin güneyindeki operasyonları durmuş değil, ABD’nin tüm bastırmasına karşın Şam ile de anlaşılamadı zira anlaşma Suriye’nin güneyindeki tartışmayı bitirecek ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü güçlendirecek. Arada İsrailli yetkililerden anlaşma için Suriye’nin güney sınırını kendi askerleri ile koruması gibi devlet olmanın gerektirdiği sorumluluk ve haklardan vaz geçmesinin talep edildiğini de öğreniyoruz. İsrail, Dürzi dosyasını sonuna kadar açık tutuyor, böylece de Suriye güvenlik kuvvetlerinin tüm Suriye’de birlik sağlaması iddiasının altını oyuyor ve tüm ayrılıkçı, Suriye’nin geleceğinde yeni bir istikrarsızlaştırma dalgası arayanları da cesaretlendiriyor. Şara ve Ankara’yı bir hata yapmaya zorlamak için dürten, bu dürtmelerin bir kısmını da SDG üzerinden yapan bir İsrail varlığı var. Türkiye’deki Terörsüz Türkiye süreci terörsüz bölge gibi bir beklenti yarattığından SDG’nin söyledikleri bağlamının ötesinde ciddiye alınarak dinleniyor, bu da İsrail için SDG’yi iyi bir dürtme aracı haline getiriyor. Suriye ve Türkiye, hata yapmaktan ne kadar uzak durduklarını göstermek için çok dikkatli bir diplomasi trafiği yönetiyorlar. 

Diplomasi trafiğinin amacı ne?

Tüm sene boyunca gözlemlediğimiz bu diplomasi trafiğinin iki temel ayağı vardı: İlki, ABD’nin yeni Suriye rejimini muhatap almasını sağlamak, Şara'ya Batı’nın da meşruiyet atletiğinin altını çizmek ve yeni rejimin Suriye’nin yeniden inşasını ve bütünlüğünü sağlayacak adres olduğunu belirtmek. Bu ayak Suriye rejiminin yapmaya çalıştığı güvenlik sektörü reformunu güçlendirecek, İsrail, eski Baas, rejim içi-çevresi radikal unsurlar ve SDG’nin yaratacağı meydan okumaların alanı kısıtlayacaktı. İkinci ayak, Ankara’nın 10 Mart mutabakatının uygulanmasına yönelik tüm opsiyonları masada tutma tavrı. Ankara, böylece doğrudan ya da Şam aracılığı ile SDG’ye yönelik bir askeri operasyon olasılığını böylece masada bir zorlayıcı faktör olarak tutuyor. ABD, kendi Ortadoğu vizyonunu, 12 Gün Savaşından sonra diplomasi üzerinden bölgede kurulan düzeni yönlendirmek olarak biçmiş görünüyor. Bu noktada ABD-Türkiye, Suriye-ABD ilişkilerinin karmaşıklaşması riskini Ankara’nın ve Şam’ın almak istemeyeceğini düşünenler askeri operasyondan ziyade, Türkiye’nin ABD’ye SDG’yi ikna için zaman tanıdığını belirtiyorlar. Şu iki gerçek biliniyor; 

1- eğer bir gün İsrail-Türkiye, İsrail-Suriye anlaşırsa SDG’nin fazla bir şansı kalmaz. Bugün bu anlaşma noktasından çok uzağız. Zaten o nedenle Doğu Akdeniz hattında 2017-2020 dönemine geri dönülecek bir ortam olmasa da Türkiye dışındaki tüm aktörler bölgesel koordinasyon ve işbirliğinden çok bölgesel bir kontrol mücadelesi ortamına geri dönülecekmiş gibi sinyaller veriyorlar. Ayrıca İsrail, Trump’ın Gazze planından Türkiye’yi dışlamaya çalışıyor ve Dürzi-SDG hattı üzerinden Ankara’ya Suriye’deki tek aktör sen değilsin mesajı veriyor. Türkiye’nin özellikle Irak seçimleri sonrası İran ile yeniden kurulan diyalogda İsrail’in bölgesel istikrarsızlaştırma rolünün altını çizdiği unutulmamalı. Ankara ve hatta Doha, bir şeyin altını daha çiziyor: Türkiye’nin Hamas üzerindeki etkisi. Dolayısıyla Ankara, Türkiye’nin dışında bırakıldığı bir bölgesel denge/istikrar sağlama oyununun ölü doğduğunu söylüyor. Pozisyonlar karşılıklı olarak çok açık olduğundan arka kapı diplomasisinde ne olduğundan bağımsız şu an için Ankara-Tel Aviv anlaşması-uzlaşmasından uzağız, dolayısıyla SDG’nin umutları da devam ediyor. 

2- eğer ABD, SDG’nin arkasından çekilir ve Suriye ile Ankara’nın bu dosyayı kapatarak İsrail’i dengelemesine ve Tel Aviv’e mesaj vermesine izin verirse yine SDG’nin hiçbir şansı kalmaz. 10 Mart mutabakatı bu ikinci gerçeklik içerisinde bir ara çözüm formülü tüm taraflar için. Ankara ve Şam, SDG dosyasının kapandığını dosta düşmana gösterirken SDG-ABD koordinasyonu, ABD-Şam pazarlığı savunma ve iç işleri bakanlık ve kuvvetlerinin yeniden örgütlenmesi düzeyine kayar. SDG’nin hiç şansı olmaz derken tek dayandığımız dayanak Ankara’nın gücü değil aynı zamanda sahadaki gerçeklik de. SDG, federasyon hayallerini tarihsel ve demografik olarak Arap çoğunluklu bölgeler üzerinden kuruyor. ABD’nin bizzat devlet-kurma desteği olmadan bu tür bir yoldan gitmek Ankara’yı karşısına alan SDG için mümkün değil. ABD’nin ara çözümün – Şam ve Ankara’yı da tatmin ettiği için- işleyeceği yönündeki fikri, Barrack’ın tüm diplomatik çabası pekiyi neden bir sonuç getirmiyor. Bu noktada ben ABD, ne kadar PYD’yi teşvik etmekte kararlı gözükse de kararını tam veremediği kanaatindeyim. Ki bu ilginç çünkü NSS 2025’de Trump, Ortadoğu konusunda çok açık bir tonda konuşuyor ve bu bölgede ABD’nin doğrudan bölgesel düzen şekillendirmesine ihtiyaç kalmadığını söylüyor. Zaten yeni bir bölgesel düzenin tohumları dikilmiş durumda- ki yeni Suriye de bu tohumlardan biri, hasat zamanı gelecektir diyor Washington.  

ABD’nin kafası

ABD’nin kafası karışık mı? Karışık olmaması lazım çünkü geçtiğimiz haftalarda açıkladığı güvenlik stratejisi (NSS 2025) Ortadoğu konusunda çok net şeyler söylüyordu. Belki de bu netlikten çok hoşlanmayan birileri ya da bu netliğin yarattığı atmosferden çok heveslenen birileri Palmira’da DAEŞ’e ABD askerlerini öldürterek Trump’a küçük bir mesaj yolladı. Olağan şüpheli İsrail olsa da ABD’nin yeni vizyonundan hoşlanan ve hoşlanmayan aktörlerin listesi çok uzun. Suriye’deki karışıklığın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da artan karmaşa ile iç içe geçtiği de görünüyor. Sanki Trump, NSS 2025’i açıklayarak havaya bir el ateş etti ve olası yük taşıma heveslisi (buckcatchers) tüm aktörler ve bu çokluktan hoşlanmayan İsrail gibi ağır toplar havada birbirinin gözünü oymak, kanadını parçalamak isteyen kuşlar gibi havaya kalktılar.

Bu kaos hali Ankara’nın pek memnun olduğu bir tablo değil. Ankara bölgesel yarı sert diplomasi üzerinden etkisini bölgedeki güçler dengesinin tutucularından biri olarak kurumsallaştırmak istiyor. Gagası ve pençesi var çok şükür ama mevzu bahis birilerinin gözünü oymak değil. Bu yüzden Ankara, Washington tüm aktörleri heyecanlandırdığı kadar yatıştıracak mı diye bekliyor. NSS 2025, bu konuda yani ABD’nin denge tutucu rolü konusunda bölgede net bir şey söylemiyor. Hatta ABD, bölgede sanki otomatik pilotta takılacak gibi. O yüzden de Ankara için her opsiyon masada.