SON DAKİKA

Algoritmanın gölgesinde dönüşen toplum

Hakan Özbay 02 Eyl 2025

Akıllı telefonlarımızdaki aydınlık ekranlar, aslında birer kapı. Bu kapıdan girdiğimizde bizi bekleyen, sadece paylaşımlar ve beğeniler değil, aynı zamanda modern toplumun en büyük laboratuvarı.

Sosyal medya, son on yılda insanlığın iletişimini, alışkanlıklarını ve hatta düşünme biçimini kökten değiştiren sessiz bir devrim başlattı. Peki, bu dönüşümün gerçek boyutları ne ve biz bu devrimin neresindeyiz? İstatistikler, bize şaşırtıcı bir tablo sunuyor. 

Bugün dünya nüfusunun yarısından fazlası, yani yaklaşık 5 milyardan fazla insan aktif olarak sosyal medya kullanıyor. Bu kullanıcılar, günde ortalama 2,5 saatlerini bu platformlarda geçiriyor. Bu rakam, sadece bir istatistik değil, aynı zamanda bireylerin hayatından çalınan, ancak bir o kadar da yeni anlamlar kazanan büyük bir zaman dilimini temsil ediyor. Siyasetten sanata, ticaretten eğitime kadar her alan bu devasa etkileşim ağının içinde yoğruluyor.

Türkiye'de de durum farklı değil. Ülke genelinde 70 milyondan fazla sosyal medya kullanıcısı bulunuyor ve bu, nüfusun yüzde 80'inden fazlasına tekabül ediyor. Özellikle gençler arasında bu oran çok daha yüksek. Araştırmalar, gençlerin en çok kullandığı platformların başında Instagram, TikTok ve YouTube'un geldiğini gösteriyor. Bu platformlar, sadece eğlence sunmakla kalmıyor; aynı zamanda haber alma, sosyalleşme ve hatta meslek edinme araçları haline geliyor. Bu durum, geleneksel medyanın rolünü yeniden sorgulamamıza neden oluyor.

Sosyal medyanın en güçlü motoru, "beğeni" ve "takip" mekanizmalarının çok ötesinde, “Algoritmalar.” Bu algoritmalar, kullanıcıların ilgi alanlarına göre içerik sunarak bizi kendi oluşturduğumuz küçük yankı odalarına hapsediyor. Bir konu hakkında yaptığımız tek bir arama, karşımıza benzer içeriklerden oluşan devasa bir nehir çıkarıyor. Bu durumun tehlikeli bir sonucu var. Bilgi çeşitliliğinin azalması ve kutuplaşmanın artması.

Örneğin, siyasi bir görüşe sahip olan bir kullanıcı, algoritmanın sürekli olarak aynı görüşü destekleyen içerikleri karşısına çıkarmasıyla kendi inancının tek doğru olduğunu sanmaya başlıyor. Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre, sosyal medya kullanıcılarının yüzde 64'ü siyasi görüşlerini sadece kendiyle benzer düşünen kişilerden alıyor. Bu durum, toplumlar arası diyalogu zayıflatıyor ve farklı görüşlere karşı hoşgörüyü azaltıyor. Türkiye'de de toplumsal tartışmaların çoğu, sosyal medya platformlarında keskin kutuplaşmalarla yaşanıyor. Bir konuda uzlaşma sağlamak, neredeyse imkansız hale geliyor.

Dijital hayatın psikolojik maliyeti

Sürekli "mükemmel" hayatların sergilendiği bir vitrin olan sosyal medya, bireylerin ruh sağlığı üzerinde de önemli etkiler bırakıyor. Bir araştırmaya göre, sosyal medya kullanımının artması, özellikle gençler arasında kaygı, depresyon ve yalnızlık hissini yükseltiyor. Zira ekranlardaki kusursuz bedenler, lüks tatiller ve başarılı kariyerler, gerçek hayattaki bireylerin kendilerini yetersiz hissetmesine neden olabiliyor. Her 10 gençten 6'sı, sosyal medyada gördükleri içerikler yüzünden kendilerini kötü hissettiklerini belirtiyor.

Ancak madalyonun diğer yüzü de var. Sosyal medya, doğru kullanıldığında toplumsal farkındalığı artırabiliyor, sivil hareketleri organize edebiliyor ve küresel yardımlaşma ağları kurabiliyor. Deprem veya sel gibi felaket anlarında, milyonlarca insana hızlıca ulaşarak yardım çağrılarını yayabiliyor. Bu da bize sosyal medyanın sadece bir araç olduğunu ve bu aracı iyi veya kötü yönde kullanmanın bizlerin elinde olduğunu hatırlatıyor.

Sonuç olarak, algoritmanın gölgesinden çıkıp, kendi düşüncelerimizle hareket etmek ve dijital dünyayı daha iyi bir toplum inşa etmek için kullanmak, hepimizin ortak sorumluluğu. Aksi halde, ekranların arkasında kalan gerçek hayatın anlamını yavaş yavaş yitirebiliriz.