SON DAKİKA

Acı da yaşamın bir dili: Hastalık bize ne söyler?

Esra Tanrıverdi 27 Eki 2025

(İbn Sînâ'dan bugüne, hastalığın ruhu iyileştiren yüzü üzerine) İnsanın eline minicik bir kıymık batsa, canı orada toplanır. O küçücük acı, bedenin tüm dikkatini tek bir noktaya taşır.

Ben de birkaç gün önce küçük bir operasyon geçirdim. O anda, ağrının insanın zihnini nasıl yönettiğini bir kez daha fark ettim. Acının azı çoğu olmaz; acı, yaşamın sesidir. Bedenin diliyle bize “kendine dön” diyen sessiz bir öğretmendir.

Hastalığın içinden geçmek, doğanın ritmine boyun eğmektir. Her hastalık, bir yavaşlama, bir içe dönüş çağrısıdır. Ağrılar sadece bedende değil, yaşam biçimimizde de değişim yaratır. Çünkü beden “dur” dediğinde, zihin de düşünmeye başlar: “Ben neredeyim, neyi ihmal ettim, neyi görmezden geldim?”

Ama bütün bu farkındalıkların kapısı kabullenme ile açılır. Hastalığı reddettikçe, o direnç bedenin içinde daha çok yer eder. Oysa insan, hasta olduğunu kabul ettiğinde, bedenle savaşmayı bırakır ve onunla işbirliği yapmaya başlar. Şifa da tam burada başlar.

İbn Sînâ’nın Bilgeliği: Beden ve Ruh Birlikte İyileşir

İbn Sînâ, 11. yüzyılda bile şunu söylüyordu:

“Ruhsal bir çöküntü, bedensel hastalıkları doğurur; bedenin hastalığı da ruhu yaralar.”

Yani o dönemde bile, ruhun ve bedenin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini vurgulamıştı. Hekimliğin babalarından biri olan İbn Sînâ, El-Kanun fi’t-Tıbb adlı eserinde tedavinin sadece ilaçla değil, iyi sözle, umutla, moral ve inançla da mümkün olacağını belirtmişti.

Hatta hastalarına müzik dinletir, güzel kokularla ve doğayla temas etmelerini önerirdi. Çünkü biliyordu ki, beden kadar ruhun da şifaya ihtiyacı vardır.

Bugün modern psikoloji, onun yüzyıllar önce söylediğini tekrar doğruluyor:

Bir hastalık sadece tıbbi bir durum değil, aynı zamanda bir psikolojik süreçtir. Korku, inkar, öfke, kabullenme ve nihayet uyum… Bu duygusal evrelerden geçmeden iyileşme tamamlanmaz.

Hastalığın sessiz mesajı

Hastalık, insana kendi sınırlarını hatırlatır. Sağlıklı olduğumuzda çoğu şeyi erteleyebiliriz: sevgiyi, ilgiyi, hatta kendimizi bile. Ama hastalandığımızda her şey sadeleşir.

Birdenbire hayatın öncelikleri değişir. Kariyer, planlar, hırslar geri çekilir; bir bardak su, bir dost sesi, bir nefes bile mucizeye dönüşür.

Belki de bu yüzden hastalık, görünmeyen bir çağrıdır:

“Yavaşla, kendine dön, hayatın kıymetini anla.”

Hastalıkta zorluk kadar bilgelik de vardır. Çünkü insan, kırılganlığını fark ettiğinde olgunlaşır. Acı, yaşamı törpüleyerek bize yeniden şekil verir.

Sürekli sağlık gaflet verir, hastalık ise farkındalık.

Zihinle şifa arasındaki bağ

Pek çok araştırma gösteriyor ki, hastalığa karşı tutumumuz tedavi sürecini etkiler. Umutsuzluk, kaygı ve öfke, bağışıklık sistemini zayıflatır.

Oysa umut, güven ve kararlılık; iyileşme hormonlarını aktive eder.

İbn Sînâ’nın da dediği gibi:

“En güçlü ilaç, hastanın iyileşme arzusudur.”

Bu nedenle hastalık döneminde sadece ilaçlara değil, kendimize de iyi gelmeyi öğrenmemiz gerekir. Çünkü bedenin diliyle konuşmayı öğrenmek, ruhun da iyileşmesidir.

Kendine zaman tanı

Unutmayın, hiçbir fırtına sonsuza kadar sürmez.

Bir gün ağrınız dinecek, yorgunluğunuz geçecek. Belki o gün, hayatı daha yavaş ama daha dolu yaşayacaksınız.

İyileşme sadece yeniden ayağa kalkmak değil, yeniden anlam bulmaktır.

Hastalık gelsin ve geçsin.

Başını öne eğme, ağladığın duyulmasın.

Aldırma gönül… Aldırma.