ABD, süper güç adaylarını nasıl tasfiye etti? (İngiltere-Japonya)
Gazetemizin kıymetli yazarlarından Alparslan Güler'in https://analizgazetesi.com.tr/yazarlar/abd-cin-ticaret-savaslari-ve-turkiye-riskler-firsatlar/ yazısından ilham alarak ABD'nin rakiplerini nasıl egale ettiğini ele almaya karar verdim.
. Zira Amerika süper güç olana kadar süper güçler savaşlarla değişirdi. ABD rakiplerini ve rakip adaylarını ekonomik enstrümanları kullanarak değiştirmeyi tercih etti.
Osmanlının Viyana bozgunundan 1. Dünya Savaşına kadar olan dönemde süper güç İngiltere’ydi. Bu dönemde İngiltere’ye meydan okuyan Napolyon Fransa’sına, Hollanda’ya ve Almanya’ya savaşlarla diz çöktürüldü. İngiltere, 1. Dünya savaşından her ne kadar zaferle ve en güçlü rakibi olan Almanya’yı bölüp, parçalayarak çıkmış olsa da ekonomik olarak çökmüştü. Savaşı ancak ABD katıldıktan sonra kazanabilmişti. Dolayısıyla İngiltere zayıflamış Amerika güçlenmişti. Artık dünya da birbirleriyle müttefik olan iki süper güç vardı. Bu bir ilkti. Zira süper güçler birbirleriyle rekabet ederler hatta bu rekabet zaman zaman savaşa dönüşür.
ABD, savaş sırasında İngiltere’ye yüklü tutarlarda kredi vermişti. Savaş bittiğinde ekonomik olarak tükenmiş olan İngilizler aldıkları kredilerin vadelerinin uzatılmasını ve yeni kredi verilmesini istediler. ABD bu talepleri Poundun değerinin peyderpey yükseltilmesi yani daha değerli yapılması şartıyla kabul etti. İngiltere’den ABD ile rekabet ettiği ürünlerin fiyatını yükseltmesi istenmedi çünkü bu sadece bazı sektörleri etkilerdi.
İngiltere’den bütün sanayi sektörünün çökmesine yol açacak ve Poundu uluslararası para birimi olmaktan çıkaracak bir şey istendi. Örneklendirmek gerekirse 1 Pound 120 lirayken etap etap değerlenerek 200 liraya çıkarıldı. Bunun sonucunda 1 Pound olan bir ürünü 120 liraya alan yabancı tüketici artık 200 liraya almak zorunda kaldı. Böylece 200 lira olan İngiliz malları değil de 120, 130, 140 lira olan rakip ürünler tercih edildi. İlaveten artık haddinden fazla değerli olan Poundun yerini Dolar aldı.
İngiltere, aldığı krediler sayesinde finansal olarak çökmedi. Fakat dünyanın en sanayileşmiş ülkesi olan İngiltere adeta sanayisini tasfiye etti. İngilizlerin hiçbir zaman Almanların Audi, BMW, Volkswagen, Opel, Fransızların Renault ve Citroen, İtalyanların Fiat ve Alfa Romeo ve İspanyolların Seat marka otomobilleriyle boy ölçüşebilecek bir markası olmadı. Hangi sektöre bakarsak bakalım durum benzerdir. İngiltere; finans, turizm, eğitim, denizcilik, savunma sanayi ve eski sömürgelerinden elde ettiği gelirlerle ayakta duruyor.
1950’li yıllara gelindiğinde İngiltere, ekonomik ve siyasi olarak zayıflamış olsa da Orta Doğu’da hakimiyetini devam ettirmeye çalışıyordu. ABD, üç stratejik hamleyle hem İngiltere’ye hem de Orta Doğu devletlerine gerçek patronun kendisi olduğunu gösterdi. İran’da petrolü millileştiren Türk evladı, Kaçar prensi Başbakan Musaddık’a karşı Şahı destekleyerek monarşinin ayakta kalmasını sağladı. ‘’ABD istemezse rejimler değişmez’’ mesajı verdi. Beyaz Saray, İngiliz sömürgesi olan Irak’ta ve yarı sömürge konumundaki Mısır’da monarşilerin devrilmesi sürecine müdahale etmedi. Böylece ‘’İngilizlerin bir rejimi tutması, o rejimin değişmeyeceği anlamına gelmez.’’ mesajı verdi. Süveyş krizinde ise İngiltere, Fransa ve İsrail’i SSCB karşısında yalnız bıraktı. Mesaj açıktı: ‘’ABD olmadıktan sonra İngiltere, Fransa ve İsrail birlikte hareket etseler bile sonuç alamazlar.’’
ABD, Japonya’yı süper güç olmadan, henüz palazlanmaya başladığında aynı yöntemle zayıflattı. Japonya, 2. Dünya Savaşı bittiğinde bitik haldeydi. Her gün binlerce Japon açlıktan ölüyordu. Ülkenin her karış toprağı Amerikan işgali altındaydı. ABD her gün gıda yardımı yapmasaydı açlıktan ölenlerin sayısı milyonlarca olurdu. ABD, Japonya’nın kendi kontrolünde kalmak kaydıyla ekonomik olarak toparlanmasını destekledi.
1980’lerin başında Japonya; ABD ve SSCB’den sonra üçüncü en büyük ekonomiydi. En hızlı büyüyen ülkeydi. Amerikan sanayisi Japonlarla rekabet edemiyordu. Beyaz Saray, İngiltere’ye yaptığının aynısını Japonya’ya da yaptı ve Japonları Yen’i değerlendirmeye zorladı. Tokyo’nun baskılara direnmesi mümkün değildi. Ülkede elli binden fazla Amerikan askeri vardı. Japonların dikkate alınacak bir ordusu yoktu. SSCB ve Çin iki büyük komünist devlet Japonya ile komşuydu.
1987 yılında imzalanan ve Yen’in değerini yükseltme zorunluluğu getiren anlaşmadan sonra Japonya’nın büyüme oranları hızla düştü. Japon şirketleri yatırımlarını Japonya dışına kaydırınca ekonomik durgunluk başladı. Japonya zaman içinde iddiasız bir devlet haline geldi. Japonya’nın boşluğunu Asya Kaplanları denilen Anglosakson blokuna yakın olan Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Hong Kong gibi ülkeler doldurdu.
Yani ABD’nin rakiplerini ekonomik enstrümanları kullanarak zayıflatmaya çalışması ilk olmayacak. Ama bu sefer rakibi çok dişli. Ayrıca ABD zamanında harekete geçemediğinden Çin çok güçlendi. Haftaya ABD’nin SSCB’yi nasıl iflas ettirdiğini ele alacağız.