Türkiye-ABD ilişkileri nasıl görünüyor?
Gündemimiz Wagner isyanı ile bölünmeden önce ilgimizin odak noktası Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve ABD'li mevkidaşı Antony Blinken arasında Londra'da gerçekleşen ikili görüşmedeydi.
Görüşme, 2023 Ukrayna İyileştirme Konferansı çerçevesinde gerçekleştiğinden iki tarafın Ukrayna’ya destek noktasında görüş alışverişinde bulunması ve küresel Batı duruşu çerçevesinde Türkiye-ABD ilişkileri konusunda mesaj vermeleri -yani görüşme ve mesaj açısından gündemlerinin sınırlı olması doğaldı. Görüşmenin gerçekleştiği atmosfere ve beklentilere uygun olarak sonrasında yapılan değerlendirmeler de ılımlı bir iyimserliği yansıtıyordu. Kamuoyunun bu görüşmeye sembolik bir önem atfetmesi ve “ılımlı/temkinli iyimserliğin ne manaya geldiğini çözmeye çalışması” da son derece normal. Zira bu Türkiye’de gerçekleşen kritik seçimler ve kabine değişikliğinden sonraki Türkiye-ABD dışişleri bakanları arasındaki ilk temas. Seçimlerin sonuçlanması ile birlikte iki ülke ilişkilerini zaman zaman gölgeleyen ABD’nin demokrat iktidarının ideolojik bakış açısının daha pragmatik ve kurumsal bir bakış açısına bırakması, akabinde de Türkiye-ABD ilişkilerinde inişli-çıkışlı ilerleyen ve süreç içerisinde hem Sayın Fidan’ın hem de Blinken’in şahit olduğu- normalleşme çabasının nihayete ermesi, tam normalleşmeye geçit vermesiyle ilgili bir beklenti var.
Normalleşme yolunda ılımlı/temkinli iyimserlik
Burada tabi iki ülke ilişkilerinde normalleşmeden ne kast etiğimizi de açmamız gerekiyor. Bilindiği üzere bu kavramı son yıllarda çok kullanıyoruz. Kullandığımızda anlatmak istediğimiz ikili ilişkilerde aktörler arasında iş birliğini engelleyen sürekli kriz döneminin veya rekabetin sona ermesi. Sorun şu ki, ABD küresel bir aktör ve Türkiye 2012-2013 sonrası bulunduğu bölgede ABD’den ziyade onun bölge politikalarını şekillendirdiği araçlar, aracılar ve vekillerle rekabet ya da mücadele içerisine girdi veya bölge politikasında ABD’nin yarattığı sonuçların olumsuz etkisini nötralize etti. ABD, bu politikaları kurgularken ya da vekilleri/araçları toplarken odak noktası Washington-Ankara ilişkilerinden çok küresel çıkarları ve bu çıkarları doğrultusunda maliyet hesapları, bu nedenle de Washington-Ankara ilişkisinde ortaya çıkan zarar ya da maliyet yönetilebildiği müddetçe- ki Ankara stratejik özerkliğini NATO’dan kopmadan geliştirebildiği müddetçe iki taraf için de bu maliyet yönetilebilir- Washington’un eksen, araç ve vekillerini sadece ikili ilişkiler üzerinden terk etmesini kolay kolay bekleyemeyiz. Bu yüzden 2021’de Ukrayna Savaşını müteakip Ankara ve Washington aralarındaki kriz noktalarını kontrol altında tutmaya yöneldiklerinde ve Washington’da “Türkiye kaybedilmemeli” düsturu Demokrat-Cumhuriyetçi farklı kesimlerce de seslendirildiğinde ikili ilişkilerde normalleşmeden kastın, arada var olan anlaşmazlıkların ve bazı konulara farklı jeopolitik bakışın tamamen giderilmesi olmadığı anlaşıldı.
ABD-Türkiye normalleşmesi ne demek?
Normalleşmeden kasıt iki şey aslında:
1)- Anlaşmazlıklara rağmen iş birliği yapılabilecek noktalarda Washington ve Ankara’nın iş birliği yapabilme şansını kaçırmamasını garanti altına almak. Kompartman stratejisi Türkiye-ABD ilişkilerinde ham bir strateji olarak kaldı. Bunun temel nedeni Washington’un kompartman siyasetinin tam aksi yönde bağlantılandırma stratejisini kullanması. Bu nedenle birbirinden alakasız konular (örneğin F16 meselesiyle, Türkiye-Yunanistan ilişkiler, Türkiye-İsveç ilişkileri vb) birbiriyle ilintiliymiş gibi görünüyor. ABD’deki bu eğilim biraz büyük güçlerin hegemonik pazarlıklara alışmasından kaynaklanıyor, biraz da Türkiye’nin Rusya’nın sınırlandırılmasındaki kilit konumunun farkında olunuşundan. ABD, Rusya’nın sınırlandırılması için kendi ürettiği, made by Washington çevreleme stratejisinden farklı bir sınırlandırma (angajmanla sınırlandırma, dengeyle sınırlandırma ve benzeri- ki Ankara bu stratejiler üzerinden başarılı bir Rusya politikası kurdu) alternatiflerini duymak dahi istemiyor. Bu nedenle de pragmatik kompartman stratejisini Türkiye söz konusu olduğunda geçici ve isteksiz bir şekilde takip ediyor. Dolayısıyla ikili ilişkilerde vurgu son yıllarda hükümetler ve liderler arasındaki bağdan ziyade var olan kurumsal süreklilik, yani NATO bağları, üzerinden yapılıyor. Trans-Atlantik güvenliğin en önemli aktörlerinden biri olduğu için NATO vurgusunu Ankara da rahatlıkla kullanıyor.
2)- Anlaşmazlık hasıl olduğunda bu anlaşmazlığın ikili ilişkiler üzerinde yaratacağı zararın kontrol edilmesi. Zarar kontrol süreçleri dahilinde de bir mekanizmamız var- iki başkent arasında önemli bölgesel konularda ve ikili ilişkileri ilgilendiren meselelerde kesintisiz yüksek seviye diyalog kurulmasını sağlayan Türkiye-ABD stratejik mekanizması. Bugünlerde çok tartışılan F-16 meselesi de bu mekanizmanın bir uzantısı bir zarar kontrol mekanizması olarak önerilmişti.
Derin jeopolitik mevzular masadayken, neden F-16, neden İsveç konuşuyoruz?
Fidan-Blinken görüşmesinin gerçekleştiği format ve verilen mesajlar aslında Garp cephesinde yukarıdaki çerçevenin hala geçerli olduğunu gösteriyor. Peki biz bu çerçeve geçerliyken ve bölge (Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya, Körfez’e) Türkiye’deki seçim sonuçlarını bölgesel dengeler açısından son derece olumlu karşılamışken ve bu genel memnuniyet nispeten ABD’nin işine gelmişken (İran ile gizli gizli görüştüğü söylenen Washington’un bölgede denge sağlayabilecek aktörleri göz ardı edemeyeceği unutulmamalı) neden ikili ilişkileri F-16 ya da İsveç’in NATO üyeliği gibi meselelerin üzerinden konuşup duruyoruz. Bu soruya cevap verirken bu iki hususun, hayati bir önem taşımadığını (F-16 nihayetinde bir ara çözüm, NATO üyeliği de hayatiyse bunu siyasallaştıran ve güvenlikleştiren İsveç hükümetleri için hayati) ama Ankara tarafından ABD’nin yukarıda çizilen normalleşme hattından yürüme iradesi ve isteği için bir test olarak görüldüğünü vurgulayalım. Dolayısıyla, Ankara, Türkiye-İsveç-NATO-Madrid Deklarasyonu tartışmalarına ABD’nin mesafesini koruyup koruyamadığını ve F-16 meselesinde zarar kontrolü amacına uygun hareket edip etmediğini, bu iki hususun da birbirinden ayrı kompartımanlarda tutulup tutulmadığına bakacak, normalleşmenin geleceği ile ilgili ABD’nin sicilini böylece kayıt altına alacak.