Seslerini duyan var mı?
Şöyle bir manzara hayal edin! Bir yolculuğa çıktınız, yolunuz ıssız, kuytu bir yere düşmüş. Rastlantı eseri bir kuyunun başına gelmişsiniz. Kuyudan yükselen acı dolu yardım çığlıkları ve iniltiler duyuyorsunuz. Aşağı baktınız, çaresiz bir adam. Belli ki uzun süredir orada, açlıktan ve susuzluktan perişan düşmüş.
Ne yaparsınız? Eğer insanlığınızdan bir şeyler kaldıysa, vicdanınız hala yerinde duruyorsa, tereddütsüz o kuyuya iner, o zavallıyı kurtarmak için elinizden geleni yaparsınız. En azından bir parça yiyecek, bir yudum su ulaştırırsınız.
Şimdi, Gazze’nin halini düşünün. Bugün Gazze, işte o kuyu ve kuyunun içi gibi birkaç yüz bin veya milyon insanın yaşadığı % 80’i harabe haline getirilmiş tecrid bir bölge. Nüfusun üçte biri şehit edilmiş, kayıp ya da akıbeti bilinmiyor. O bölgede yüzlerce gündür en ağır bombalar ile bebekler, çocuklar ve kadınların çoğunlukta olduğu siviller dünyanın gözü önünde katlediliyor. Bu da yetmiyor gibi sağ kalanlar açlık ve susuzlukla ölümle pençeleşiyor.
İsrail terör devleti, 650 günü aşkındır dünyanın çağrılarına kulak vermeden, dalga geçer gibi şımarık ve aşağılayıcı bir şekilde artık rutine bağlamış gibi günlük ortalama yüz sivil öldürecek şekilde bu katliamlara devam ediyor. Ne gösteriler ne de eylemler bu ölümleri engellemeye yetebiliyor.
Dünyadaki devletler ve uluslararası kuruluşlar bu katliama karşı ustaca senkronize olmuş ve olağanüstü derecede etkisiz, aralıksız bir çağrı rutini geliştirmiş durumdalar. Birbirlerine seslenerek, basın toplantısı düzenleyerek, sosyal medyada paylaşarak İsrail’e karşı canımlı cicimli ateşkes çağrılarında bulunuyorlar.
Daha da tuhafı, hatta daha da utanç verici olanı, etkili olan da yetkili olan da herkes herkesi bir şeylere çağırıyor. Birleşmiş Milletler, üye ülkelere sesleniyor; üye ülkeler, dünya kamuoyuna. ABD zaten katliamın bir parçası. Avrupa Birliği, lafı dolandırarak Hamas’ı suçluyor ve sonra taraflara çağrıda bulunuyor. İslam ülkeleri, kendi aralarında bir çağrı zinciri kurmuş gibi biri diğerini, diğeri ötekini… Her bir Müslüman ülkenin halkı, başka bir Müslüman ülkenin halkına topu atıyor. Arap olmayanlar, Araplara sesleniyor; Araplar, Batı’yı süzüyor.
Ama kim kimi neye niçin çağırıyor belli değil. Herkes birini harekete geçmeye davet ediyor ama ortada ne harekete geçen var, ne de gerçekten hareket için çaba gösteren...
Yedi milyar insanın birbirini bir şeylere çağırdığı bir dünyada, insanlıktan çıkmış yedi milyonluk bir kavim, kendi vahşetini marifet olarak pazarlayıp, “hayvan” olarak gördüğü dünyanın en şerefli insanlarını açlığa mahkûm ediyor, öldürüyor, yok ediyor. Ne için mi? Sadece topraklarında yaşamak istedikleri için, sadece hayatta kaldıkları ve topraklarını terk etmedikleri için. Üstelik bunu artık eğlenceye çevirerek yapmaktan utanmadan. Kaç kişinin öldüğünü ve içinde kaç bebek, kaç çocuk olduğunu umursamadan bir babanın bir avuç un bulmak için çabasını, bir annenin koşuşturmasını, bir çocuğun yemek için göz yaşı dökmesini, bir bebeğin ağlamasını, bir doktorun çaresizliğini gözetmeden, hepsini susturmak üzere tetiğe basıyorlar.
İşte dünya, bu katliam karşısında bir şey üstlenmeyi değil, sorumluluğunu başkasına devretmeyi vicdanını rahatlamak olarak görüyor. “Ben değil, o bir şey yapsın” diyerek kendi ellerini yıkıyor. O sırada Gazze’de su yok, ekmek yok, ışık yok, nefes yok.
Ama ekranlarda bol bol çağrılar var. Bol bol kınamalar var. Bol bol diplomatik danslar.
Çağrılar çağrılara karışıyor, katiller kahkahalarla izliyor.