Ramazan'ın diyalektiği ve Hitler'in düşündürdükleri
İslam dünyası olarak Filistin ve Doğu Türkistan gibi Müslüman coğrafyalarda yaşanan zulüm ve baskıların gölgesinde bir Ramazan’a daha giriyoruz. Ramazan her ne kadar Müslümanlar için oruç tutma, ibadet etme ve hayır işleme ayı olsa da bu ayın manası sadece bunlar değil; aynı zamanda aç, susuz ve ihtiyaç sahibi insanların halini anlamak, onlara gücü miktarında el uzatabilmektir.
Bu ay, biz Müslümanların şahsi ibadetlerle Allah'a yakınlaşması, kendimizi arındırmamız ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmemiz için elbette bir fırsat ayıdır. Ancak, Ramazan ikliminde Gazze, Doğu Türkistan ve Arakan gibi Müslüman coğrafyalarda açlık ve yokluk çeken milyonlarca Müslüman varken, şahsi ibadetlerimizle meşgul olmak, bizi ne kadar sorumluluktan kurtaracaktır, bunu da düşünmemizi gerektiriyor.
Diyalektik kavramı, Hegel tarafından tedavüle sokulmuş ve en basit anlamıyla varlığın birbirini tamamlayan iki parçalı görünümünü ifade eden bir kavramdır. Bu anlamda Ramazan’a da diyalektik açıdan bakıldığında birbirini tamamlayacak gerçek bir mana içeriyor. Bu mana, “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.” anlayışına sahip bir dinin, Ramazan gibi açlık ibadetinin en zirve yaşandığı bir ayda, sadece bir açlık olarak algılanması değil, açlık yaşayanların halinin anlaşılması şuuruna erişmeyi ifade ediyor.
Bu açıdan bakıldığında Gazze’de son birkaç haftadır, açlıktan ölen insan sayısının 25’i geçmiş olması, Milyonlarca insanın açlık ve susuzluğun pençesinde, bir avuç una ve bir bardak suya ulaşmak için çaba göstermesi, Müslümanların Ramazan’ın sadece aç kalınacak bir ibadet ayı olmadığını anlamasını gerektiriyor. Zulmün ve açlığın pençesinde dünyanın en zalim ordusunun ağır bombardımanlarına karşı hayatta kalmaya çalışan bu insanlar, biz Müslümanlara Ramazan’ın sadece şahsi açlık olmadığını anlatmaya çalışıyorlar.
Zulmün arşa dayandığı, bütün insani değerlerin hiçe sayıldığı ve Firavun’a, Nemrut’a rahmet okuturcasına her türlü hayvanî davranışın sergilendiği Gazze’de, Ramazan ayının manasının açlık olmadığını anlamak için daha ne olması gerekiyor, İslam aleminin anlaması gerek. Bu konuda ne yazık ki, artık ne söylenecek söz; ne de ortaya salınacak bir bahane kalmadı. Dünyada toplasanız İstanbul’un nüfusu etmeyen gayri meşru bir devletçik, dünyanın gözü önünde daracık bir alana sıkıştırdığı Gazzelileri, birkaç milyarlık Müslümanlara açıkça göz dağı verecek şekilde her türlü ağır bomba ve silahlarla vahşice katlediyor; kalanlarını da aç ve susuz bir şekilde terbiye etmeye çalışıyor. Karşılığında hiçbir Müslümanın fiili olarak bir şey yapamayacağını, üstelik arkasında Batının deni medeniyeti olduğunu ve uluslararası alanda herhangi bir yaptırım ile karşılaşmayacağını bile bile yapıyor. Bu konuda da ne yazık ki haklı!
***
Okumuşsanız, bilirsiniz; Hitler’in katlettiği milyonlarca Yahudi’nin kaçabilenleri, Müslüman Filistinlilere sığınmıştı. O Yahudiler, başları rahata erir ermez, tıpkı Kur’an’da bahsedildiği gibi Yahudi tiynetinin gereğini yaparak Filistinlerinin evlerine, arsalarına ve topraklarına el koymuşlardı. O nedenle Filistinliler şu an, İslam’ın emrettiği, hangi dinden ve hangi milletten olursa olsun, mazluma kol kanat germe anlayışının bedelini ödüyorlar. Yanlış anlaşılmasın! İslam’ın emrini yerine getirdikleri için değil; yardım ettikleri, Hz. Musa’ya bile İllallah ettiren Yahudi illetine gösterdikleri merhametin bedelini ödüyorlar. Yoksa İslam’ın emrinin yaşandığı birçok coğrafyada gösterilen aynı merhamete karşı birçok millet, fevc fevc İslam’a girmişlerdir. Ne yazık ki söz konusu melunlar olunca, tıpkı Osmanlı’nın başına gelenler gibi kucak açanın kucağı yanıyor.
Hitler’in yaptığı zulmü tasdik edemeyiz elbet. Aralarında masum on binlerce çocuk ve kadın katledildi. Zulüm, zulümdür. Ancak Alman bir bilim insanının “Yahudiler, Batının kurumlarına, üniversitelerine, STK’larına, ekonomisine, ticaretine hatta meclislerine ve yönetimlerine öyle bir hâkim olmuşlardı ki, Hitler ancak öyle bir yol ile bunların sökülüp atıldığına inanmıştı” ifadelerini düşünerek, Batının neyin arkasında durduğunu görmesini gerektiriyor. O yılan, er-geç, dönüp kendisini de ısıracaktır.