Ortodoks Ekonomi Modelinde Türkiye (2)
2023 seçimleri sonrası hükümet, ekonomi ağırlıklı bir kabineden oluşturuldu. Cumhurbaşkanı yardımcısı koltuğuna eski Kalkınma Bakanı Cevdet YILMAZ, Hazine ve Maliye Bakanlığına ise Mehmet ŞİMŞEK getirildi. ŞİMŞEK'in ekonominin dümenine geçmesi, uygulanan politikalarda keskin bir dönüşün de habercisiydi.
Mehmet ŞİMŞEK’in, halen uygulanan heterodoks anlayışı sürdürmeyeceği bilinmekteydi. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aralarında bir görüşme gerçekleşmişti. Nitekim Merkez Bankası Başkanlığına Amerikan finans sisteminde çalışan Hafize Gaye ERKAN’ın atanması, Türkiye’nin yeni dönemde Ortodoks politikalara yöneleceğinin ilk adımı oldu.
Aslında Ortodoks Ekonomi Politikaları, uygulanan olağan politikaların aynı anlama gelen diğer adıdır. Bir diğer deyişle genel kabul görmüş ve geleneksel doktrinleri esas alan ekonomi politikalarına bu ad verilmektedir. Yani Rasyonel davranışlara uygulanan rasyonel politikalar da diyebiliriz. Ortodoks ekonomi modelinde enflasyonu düşük tutmak, bütçe dengesini sağlamak, cari açığı azaltmak, büyüme ve istihdam sağlama gibi hedefleri gerçekleştirmek için rasyonel politikalar uygulanır ve ekonomide öne çıkan doktrinlerden ve yaklaşımlardan yararlanılır.
Aslında heterodoks ve ortodoks politikalar, Türkiye için yeni bir durum değil. Bu politikalar farklı dönemlerde farklı şekilde çok defa uygulanmıştır.
Örneğin, Cumhuriyetin ilk yıllarında (1923-1929), Lozan Antlaşması’nın da etkisiyle liberal bir ortodoks ekonomi politikası izlenmiştir. 1929 yılında başlayan Büyük Buhran ile birlikte Türkiye’de de ekonomik kriz yaşanmış ve 1930 ile 1950 yılları arasında ortodoks yaklaşımdan vazgeçilerek heteredoks bir devletçilik politikasına geçilmiş ve ithal ikameci bir model benimsenmiştir. 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye’de yeniden ortodoks ekonomi politikasına dönülmüştür.
1960 yılında gerçekleşen askeri darbe sonrasında Türkiye’de karma bir politika izlenmiştir. Bu dönemde ilk kalkınma planları hazırlanmıştır. 1980 yılında gerçekleşen askeri darbe sonrasında Türkiye’de radikal bir ortodoks ekonomi politikasına geçilmiştir. 2001 yılına kadar sürecek bu dönemde 24 Ocak 1980 kararları ile piyasa ekonomisine geçiş yapılmış, dışa açık bir model benimsenmiş, devletin ekonomiden çekilmesi ile özelleştirme politikaları uygulanmıştır.
2001 yılında yaşanan büyük ekonomik kriz sonrası Türkiye’de hükümet değişmiş ve yeni bir ortodoks model benimsenmiştir. Uygulanan bu yeni modelden olumlu neticeler alınmış; 10 yıllık bu güven ortamı, 2013’te meydana gelen Gezi olayları nedeniyle kesilmiştir. Bu olayların tetiklediği siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, yabancı yatırımcıların algısında bozulmaya, ekonomik göstergelerde ve finansal piyasalarda ciddi hasarlara neden olmuştur. Bu süreç, Türkiye’de o güne kadar uygulanan ortodoks modelde çatlamaya neden olmuştur. Ardından meydana gelen darbe girişimi ve rahip Brunson olayı ile iyice belirginleşen siyasi ve ekonomik belirsizlik, gelenekselliğin aksine heterodoks yaklaşımın tercih edilmesine neden olmuştur. Takip eden dönemde terör, pandemi, depremler vb. Türkiye’de ekonomik belirsizliği iyice artırmış, üretim odaklı anlayışla enflasyon ile mücadele edilmeye çalışılması ve heterodoks politikalarda ısrar, döviz ve enflasyonu rekor seviyelere yükseltmiştir.
Akparti döneminin ilk 10 yıllık döneminde uygulanan Ortodoks politikaların getirdiği refahın istikrarsızlığa yenik düşmesi ve meydana gelen sorunlarla başa çıkmak için hederodoks politikalarda ısrar edilmesi, gelinen noktada bu modelin Türkiye için uyumsuz, ticari etik ve toplumsal para ahlakı da göz önünde bulundurarak Türkiye’de uygulanabilirliğinin zor olduğunu göstermiştir.
Ortodoks ve heterodoks ekonomi politikaları arasında sıkışmış bir Türkiye’de gelinen noktada, derin bir kriz ile karşı karşıya olunduğu gerçeğine göre hareket edilmesi, yeni dönemde mali disipline uyulması, alınan kararlarda tutarlılık ve uygulanabilirlikte ısrar ile bir iki sene gibi kısa sürede olumlu sonuçların ortaya çıkması büyük ihtimaldir. Rasyonel politikaların ne yazık ki böyle acı bir yönü vardır. Ekonominin yeni patronlarının tecrübeleri de önemli bir şanstır. Depremin ağır faturası da göz önüne alarak bu süreçte rasyonel politikaların başarılı neticeler vermesini beklemek gerekir.