SON DAKİKA

Laszlo Toth 'un yeni dünyayla imtihanı

Sinema salonlarında seyirci sayısı kar gibi erirken, salonlarada son derece az sayıda kaliteli film geldi ne yazık ki.

Kuşkusuz dünya sinemasında hala sinemayı sanat yapan filmler üretimeye devam ediyor. Ama ne yazık ki bu filmlerde dağıtım vs gibi sorunlar yüzünden belli bir seyirciyle bulaşabiliyor. Geçen yıldan aklımda kalanlar “The Substance” , “Emilia Perez”, “Conclave”... ve The Brutalist. Sinema çıktığımız andan sonra uzun bir süre filmin ağır ağır oluşturduğu ihtişamın etkisinden kurtulmadım.

Yeni hayat

The Brutalist Laszlo Toth ve eşi Erzsebet'in Amerika'ya göçme hikayesini            konu ediniyor. 1947 yılında çift Amerika'ya göç eder ve Laszlo Toth, mimari eserini ortaya çıkarabilmek için 30 yıl boyunca çalışmalarını sürdürür. Toth          ve eşi, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'dan kaçan göçmenler arasındadır ve Avrupa mimarisi Amerika'ya taşır, modern Amerika'nın inşa edilmesine yardımcı olurlar. Çiftin yaşamları, tanıştıkları Van Buren adlı zengin bir müşteri sayesinde tamamen değişir. 

Rüyalar ülkesi Amerika

Amerika demek rüya ülkesi demek. Her güzellik, her tür tabuyu yıkar geçer buarada. ABD’nin sırrıdır budur aslında. Güçlü ülkeler, dahilere kapısını kolayca açarlar. The Brutalist’te Van Buren tipik bir Amerika’nın yansımasıyken, László da Avrupalı göçmenlerin temsilcisi olarak filmde karşımıza çıkar.İkisinin ilişki birçok zıtlığı içerir: sanatçı-patron, göçmen Yahudi-Amerikalı asil kan… ve finale doğru bu ilişki bambaşka bir boyuta geçer. Filmdeki satır aralarını okursanız         bu ilişkinin nereye doğru gideceğini de tahmin edebilirsiniz. Mesela Van Buren, mimar László’ya “Seni entelektüel olarak heyecan verici buluyorum,” der.               Bu aslında bir iltifat mıdır  yoksa başka anlamlar içeren bir konuşmamadır. Film ilerlediğinde bunun ne anlama geldiğini görürüz.

Yönetmen Corbet’in zirvesi

Yönetmen Brady Corbet beklentileri fazlasıyla karşılayan bir filmle hem eleştirmenlerin hem de seyircinin onayını alıyor. İlk iki filmi “Bir Liderin Çocukluğu” ve “Vox Lux” gibi ilginç filmlerle kendisinden beklentiyi yükseltmişti. The Brutalist yönetmen Corbet’i kariyerinde en üst noktaya taşıyor. Son derece minimlist dokunuşlarla ortaya üç saatlik muhteşem görkemli bir filmle izleyenleri baş başa bırakıyor. Evet biz László’nu hikayesini izliyoruz ama bir taraftan da “Brutalist” akımda yapılan bir kültür-sanat kompleksinin yapılışına da tanıklık ediyoruz. Binanın yukarıya doğru uzanan (ruhani) kubbesi, tavanlarının yüksekliği adeta filme de başka bir boyut katıyor. Filmin uzunluğu adeta bu akımın bir uzantısı niteliğinde.

Oscarlık oyunculuklar

Adrien Brody, yine soykırımdan kurtulan bir Yahudi’yi canlandırıyor. Oyuncu Laszlo Toth’a öyle bir hayat veriyor ki, gerçek bir karakter olmadığına inanmak istemiyorsunuz. Laszlo bir taraftan ateş gibi yanan bir yaratıcı bir taraftan cehennemden kurtulmuş yaralı bir kişilik. Adrien Brody öyle mükemmel ki adım adım ikinci Oscar’ına ilerliyor.

The Brutalist’te bir başka muhteşem performans da “Guy Pearce”den geliyor. Canlandırdığı Harrison Lee Van Buren’ı nefretle karışık seviyorsunuz. İlk göründüğü sahne olan kütüphane sahnesinde (unutulmayacak bir performasla) ne kadar faşist olabileceğini gösteriyor.

The Brutalist ‘te geçen giden zamanı, bir insanın hayatının yok oluşunu izliyoruz. Perdedeki karakterler ne kadar çaresizse koltuktaki biz seyircilerde onlar kadar çaresiz kalakalıyoruz. Hayat da bazen böyle bir şey değil mi? “The Brutalist” son yılların en iyilerinden bir tanesi. Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.