İthal ikamede yeni hamle
Çin başta olmak üzere yurt dışında kovid-19'un pandemi haline gelmesiyle üretim azalırken gözler Türkiye'ye çevrildi. Oluşan fırsatı sanayi üretimini artırarak değerlendirmek isteyen Türkiye, ihracatı destekleyen yarı mamul ve mamul ithalatını azaltıyor, ara malı malı ihtiyacını ithal ikame ile karşılıyor.
Türkiye, son çeyrek yıldır hayata geçiremediği ithal ikame politikasına nihayet adım attı. Yeni Ekonomi Programı (YEP) ile farklı bir model uygulayan hükümet, özellikle ithalatın azaltılması ve ihracatın yerli kaynaklardan sağlanması politikaları ve uygulamalarını küresel koronavirüs salgını sebebiyle daha da hızlandırdı. İthal ikamede etkili bir hamle yaparak her sektörde yerli kaynakları sahaya sürdü.
“Türkiye 1980 yılına gelinceye kadar ithal ikameci bir sanayileşme politikası izledi” diyenler bence yanlış düşünüyor. Ülkede hiçbir dönemde gerçek anlamda ithal ikame politikası izlenmedi, pratikte de uygulanmadı. İthal ikameci politika; ithalata karşı ihtiyaç duyulan yerli kaynakların sonuna kadar kullanılması anlamına gelir. Bizde 1980 yılına kadar kullanılan sözde ithal ikame, daha fazla vergi alabilmek için ithalata getirilen kısıtlamalardan öteye geçemedi.
Malûm ithal ikame, yerli üretimi değil ithalatı körükledi, montaj sanayi zirve yaptı. Sonuçta artan ithalat talebi sebebiyle büyük bir döviz sorunuyla karşı karşıya kalan Türkiye 70 sente muhtaç oldu. 24 Ocak 1980 kararlarıyla hayatımıza giren dalgalı kur sistemi de doğru uygulanmayan ithal ikame politikalarıyla dumura uğradı.
Koronavirüs bir ders ve ibret
İhracat KDV alacakları gibi uygulamalarla teşvik edilmiş, ithalat libere edilmeye çalışılmış ancak söz konusu durum Gümrük Birliği’ne dahil olmamıza rağmen cari açığını hiçbir dönemde dengeleyemeyen ülkemiz için şiddetli bir kâbus haline dönüşmüş.
Ülkeler geçmişten gelen kötü politikalarını uzun süre üzerinden atmakta zorluk çekiyor. Söz konusu politikalar ekonomide daha hızlı ve belirgin olarak kendini gösteriyor. Eğitimde kötü politikalar ise daha geç ortaya çıkıyor.
Bugünkü konumuz “ithal ikame”… Yanlış uygulanan politikalar sebebiyle Türkiye’nin başına gelenleri anlatmaktan ziyade bugün hayata geçen yeni hamleyi anlatmakta fayda görüyorum. Özellikle YEP ile yeni bir ekonomi koridorunda ilerlemeye çalışan Türkiye’nin koronavirüs gibi pandemi haline gelen salgın tehdidinin bizim gibi ithalatı yüksek, ihracatı daha düşük ülkeler için bir ders ve ibret anlamına geldiğini söylemeden geçmek olmaz.
Gücümüzü yeni tanıyoruz
Şu bir hakikat ki, şayet koronavirüs tehdidi ile karşılaşmasaydık, belki ithal ikamede daha uzun yıllar ayak sürüyecektik. Ama virüs bizi hemen ithal ikameye sarılmamıza sebep oldu. Çin’den başlayan dalganın Avrupa’da da aynı yayılma etkisi göstermesi hatta ABD için de önemli bir tehdit oluşturması bizi kendi kaynaklarımıza daha fazla eğilmeye yöneltti.
Virüsün 132 ülkeye yayılması, enfekte ve ölü sayısının giderek artması dünyada üretimin azalmasına sebep oldu. Koronavirüsün ortaya çıktığı Ocak ayında sanayi üretimini bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 7,9 artıran Türkiye, söz konusu açığını kapatmak için dış ticarette yıllardır gerçekleştiremediği yeni bir safhaya geçti.
İhracatının önemli bölümünü ara malı ithalatıyla karşılayan Türkiye, hem ihtiyaç duyduğu ara malı üretimine öz kaynaklarıyla hız vermek hem de yılın ilk çeyreğindeki sanayi üremini pozitif kapatmak isteğini ön plana çekti.
İlk çeyrek beklentisi yüksek
Evet, virüs tehdidi sebebiyle dünyada sanayi üretimleri düşerken, Türkiye’de 2018 Şubat ayından bu yana Aralık 2019’da ölçülen yüzde 8,6’lık sanayi üretim verisi, Türkiye’nin ithal ikamede çıktığı yolun bir başlangıcı olarak görülebilir. Hatta bu durumu Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, “Büyüme trendinin başladığını görüyoruz” açıklamasıyla ortaya koydu.
Aslında geçen yıl Ağustos’ta yüzde 3,6’lık düşüşten sonra Eylül’de yüzde 3,4, Ekim ayında yüzde 3,8, Kasım’da yüzde 5,1 ve Aralık’taki yüzde 8,6 artışlar hamlenin aylar öncesinden yürürlüğe girdiğinin bir habercisiydi.
Koronavirüs’ün Çin’den dünyaya yayıldığı Ocak’ta son 4 aylık güçlenmelerle hız yükselten sanayi üretimi yıllık yüzde 7,9’luk artışla ithal ikamedeki yürüyüşün devam etmesini göstermesi açısından önemli bir eşik. Ümit ediyoruz ki, Şubat ve Mart aylarında da aynı yükseliş ivmesi devam edecek ithal ikamede elde ettiğimiz başarıyla ilk çeyreği hem sanayi üretiminde hem de büyümede yüksek bir ivmeyle kapatacağız.
İthal ikame buz gibi sahada
Zira sanayinin alt sektörlerine bakıldığına madencilik ve taş ocakçılığı sektörünün yıllık yüzde 8,5, imalat sanayinin yüzde 8,2, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımının yüzde 3,8 yükselmesi ithal ikameye verdiğimiz ağırlığı ayna gibi gösterirken gerçek ithal ikame uygulamalarının varlığını da doğruluyor.
Sadece rakamlar değil, ekonomi çevreleri ve ekonominin başında olan siyasiler de ithal ikamenin hakiki anlamda sahada olduğunu söylemekten çekinmiyor. Ara malı ve dayanıksız tüketim mallarına yönelik üretimdeki yükselişler sanayideki performansı zaten ortaya koyuyor. Ocak’taki yüzde 7,9’luk artış da bunun göstergesi. Büyümeye yönelik üretim cephesinde ciddi bir toparlanma söz konusu.
Türkiye imalat sektörünün ana ihracat pazarlarındaki faaliyet koşullarını ölçen İstanbul Sanayi Odası (İSO) Türkiye İmalat Sektörü İhracat İklimi Endeksi’nin de Şubat ayında 50,4 düzeyinde gerçekleşerek Türk imalatçılarının ihracat koşullarında ılımlı bir iyileşmeye işaret ettiğini de ekleyeyim.
Konjonktürü iyi değerlendirdik
Sanayi üretimi tabii sadece iç piyasaya yönelik değil. 2019 yılını 180,9 milyar dolar rekor ihracatla kapatan Türkiye’nin 2020’ye de hızlı girmesi zaten geçen Eylül ayından bu yana yıllık bazda sürekli yükselen ithal ikame katkılı sanayi üretiminin katkısıyla gerçekleşiyor.
Gelecek aylarda sanayi üretimi ve beraberinde ihracattaki artışlar sürecek. Çünkü temizlik ve hijyen ürünlerinde dünyanın global tedarikçileri arasındayız. Koronavirüs salgının da etkisiyle söz konusu sektörümüz ihracatımıza önemli destek vereceğe benziyor.
2020 Ocak-Şubat döneminde ihracatını yüzde 4,31 artarak 29,4 milyar dolara çıkaran Türkiye ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’e oturttu. Dünyada salgın haline gelen koronavirüse rağmen artışını sürdüren ihracat, Ocak ve Şubat aylarında da yükselişini sürdürdü. Küresel virüs salgınına karşı sanayi üretiminde yeni bir strateji ile ara malı ve dayanıksız tüketim mallarına ağırlık veren Türkiye, dünyadaki konjonktürü de değerlendirerek üretim cephesinde yerli kaynaklarıyla kalıcı bir toparlanma, üretim ve ihracatı büyümenin temeli yapmak için tüm imkanlarını seferber ediyor.
Şeker fabrikalarımız yeter
Büyük ihtimalle ihracat artarak sürecek. Bazı ihracat kapıları kapansa da mal, hizmet ve alternatif pazarlar konusunda kanaatimce üzerimize millet yok. Konjontürü iyi değerlendiriyoruz dedim ya, mesela kolonya ve hijyenik maddeler üretiminde Türkiye’nin etil alkol tedarikinde rakibi yok. Medikal sektörünün etil alkol ihtiyacının, şeker fabrikalarındaki melastan üretilen biyoetanol üzerinden sağlanması ve ihracat kalemlerine buna benzer ürünlerin de eklenmesi Türkiye’nin dış ticarette elini oldukça rahatlatacak.
Hatta Türkiye söz konusu üründe yani etenol üretiminde dünyanın acil ihtiyacını karşılamak üzere benzine yüzde 3 etanol karıştırma zorunluluğunu dahi 3 aylığına askıya aldı. Evet, Türkiye’de şeker pancarından ciddi bir şeker üretimi yapan 3 tane fabrikamız var. Mesela sadece Amasya Şeker Fabrikası ellerinde 7 bin ton melas olduğunu ve melas ile en az 2,5 milyon litre biyoetonol elde edebileceğimizi hatırlatmak isterim.
İzin bekleyen ürünler var
Bugün için ülke içindeki acil ihtiyaç sebebiyle dezenfektan, kolonya, etil alkol cinsi ürünler ile ıslak mendil ihracatına izin verilmiyor. Ancak virüsün yaygınlık göstermesi üzerine ihracat kaçınılmaz olacak. Büyük bir ihtimalle üreticilerimiz bu konuda hazırlıklarını yapıyor. Hükümet de bu konuda son kararını verip söz konusu ihracatın önünü açacak diye düşünüyorum.
Sadece temizlik ve hijyen ürünleri değil, Türkiye virallere karşı vücut direncini artıracak küresel gıda ambarı konumunda. Türkiye’nin gıdayla ilgili hiçbir endişesi yok. Fiyatlar da eskisi gibi. Kuru gıdasından yaş sebze ve meyvesine kadar Türkiye geniş bir gıda hinterlandına sahip.
İşte size küçük bir örnek… Sadece Mardin’de 15 bulgur fabrikası var. 1 milyon ton bulgurdan bahsediyorum ve söz konusu miktarın ülke bulgur üretiminin yüzde 25’i olduğunu söylemek istiyorum. Diğer taraftan Mardin Ovası’nda 3 milyon dönüm arazinin yaklaşık tamamı makarnalık ve ekmeklik buğday üretimi yaptığını hatırlatayım… Bulgur ambarı Karaman’ı saymıyorum bile.
İthal ikame kalkınmanın temeli
Neticede ekonominin önceki dönemlerde ithal ettiği malların kısmen veya tamamen ülke içinde üretilmesine ithal ikamesi denildiğini artık biliyoruz. Yani bu tanıma göre ithal ikamesi, ekonomide ithalatın arza oranının değişimini ve yerlilik oranını gösteren dinamik yapı olduğunu da bilmek gerekiyor. Diğer taraftan ithal ikameye kalkınma stratejisi, ödemeler bilançosu veya sanayileşme politikası özelliği ile bakmak ülkenin hem sektörel hem de ekonomik olarak gelişmesinin temel noktalarından biri. Dalgalı kur ortamında kur riskinden korunmanın yolu olarak da bakılan cari dengedeki sağlamlık da yine ithal ikameyle sağlanabilecek önemli kalemler arasında.
Gelişen ülkelerde ithal ikamesi genellikle kalkınma amacına yönelik uygulanır. Gelişen ülkeler milli kaynakların etkin kullanımını zengin olmadıkları için fazla düşünmezler. Dolayısıyla ihracata dayalı bir büyümeyi gerçekleştirmekte oldukça zorlanırlar. Ancak her şeyi göze alıp ekonomik kalkınmanın ithal ikame ile sağlanması strateji haline getirilirse işte o zaman gerçek büyüme sağlanır. Bu zamana kadar hiç düşünülmeyen bu strateji bugünkü hükümet tarafından uygulamaya alındı ve daha ilk örneklerinde bile başarı sağlandı. Kanaatimce sadece savunma sanayine bakmak bile yeterli.
Dalgalandık, yıkılmadan durulduk
Koronavirüs salgını dünya piyasalarını sert ve derin dalgalanmalar sallarken aynı olumsuz etkiden Türkiye varlıkları da etkilendi. Özellikle petrol fiyatlarının bu hafta içinde de 31 doları yeniden test etmesi özellikle petrol üretici devletlere soğuk duş aldırdı. Piyasalarda oynaklık ne zaman sona erip normale döner, henüz bilen yok. Asya piyasalarından sonra Avrupa’yı adeta duvarlar ardına kilitleyen koronavirüsün ABD’de derin olumsuz etkiler yapmayacağını kimse söyleyemez.
Türk piyasaları dünyadan bağımsız değil elbette. Dışarıda dalga boyu ne kadar derin ve yüksek olursa biz de o derece etkileneceğiz. Burada önemli olan piyasa kültürünü iyice sindirip panik yapmamak. Ancak Türk varlıklarının dünya piyasalarına göre daha dirençli olduğunu ve yatırım açısından en kârlı piyasaların başında geldiğini unutmamak lazım. Gerek borsa, faiz ve dövize karşı gösterdiğimiz direnç, bu kadar küresel dalgalanmaya rağmen yıkılmadığımız ve hemen durulduğumuz ortada.
Gelecek haftada beklentiler yine yüksek dalgalanmalar olacağı yönünde. Her şeyden önce yurt içinde Merkez Bankası’nın (TCMB) 19 Mart, ABD Merkez Bankası’nın (FED) 18 Mart’taki faiz kararları son derece önemli. Yine Japonya Merkez Bankası (BOJ) da yeni faiz oranını dünyaya duyuracak. Ayrıca ABD ve Çin sanayi üretimi, Euro Bölgesi enflasyonu, Almanya ZEW endeksi gelecek hafta takip edilecek en büyük veriler olacak.
Söz konusu gelişmeler ve beklentiler doğrultusunda piyasaları şöyle özetleyebiliriz:
BIST 100…
Dünya borsalarında olduğu gibi bu hafta yüzde 12,77 ile en çok kaybettiren yatırım aracı Borsa İstanbul (BIST) 100 endeksi oldu. Satış ağırlıklı bir trend izleyen endeks, hafta içinde en düşük 91.644 puanı, en yüksek ise 106.857 puanı gördü. Haftayı 95.605 puandan kapatan BIST 100’de güçlü destek 95.000, devamında ise 92.500 desteği taban gösteriyor. Yukarı salınımda ise dirençler 100.000’in altında. En kuvvetli direnç 98.500.
DOLAR/TL…
Yurt dışı gelişmelerden oldukça etkilenen kur, dolarizasyona rağmen beklenen çıtayı yakalayamadı ve yüzde 3,32’lik yükselişle haftayı 6,31’den kapattı. Kurda gelecek hafta en büyük beklenti koronavirüs salgınının yanında TCMB ve FED’in faiz kararları olacak. Kurda destek 6,27 ve ardından 6,17, yukarıda ise en güçlü direnç 6,55 görünüyor.
EURO/TL…
Koronavirüsün Avrupa’da etkin olması ve Çin’i geride bırakacak bir hızda ilerlemesi euro başta Avrupa varlıklarını olumsuz etkiliyor. Gelecek haftanın en önemli konusu yine Avrupa’da koronavirüs olacak. Ayrıca Euro Bölgesi enflasyonu ile Almanya ZEW endeksi piyasalara yön verecek. Haftayı yüzde 1,5 yükselişle 7,02’den kapatan euro/TL’de destekler 6,98 ve 6,90. En güçlü direnç ise 7,1 ve 7,15.
ALTIN…
Koronavirüs sebebiyle 1890 dolara kadar çıkan altının onsu, bu defa farklı bir psikolojiyle yine virüs endişesinin uzun süre geçmeyeceğini satın alarak satışa geçti ve 1517 dolara kadar geriledi. Haftanın sonlarına doğru toparlanan fiyatlar 1530 doların altında kaldı. Aslında altın bazında bu hafta bir eşik ölçüsünde. Şayet gelecek hafta altın 1500 doların altına inerse düşüşler devam eder. Ancak yatırımcı yeni bir strateji geliştirir altını yeniden güvenli liman görürse altının gidebileceği yer yeniden 1600 dolara dayanmış olacak. Ons altında destek 1520 ve ardından 1507 dolar, direnç ise 1535 ve 1542 olarak görünüyor. Türkiye’de ise 24 ayar külçe altının gram satış fiyatı yüzde 2,53 azalışla 320,20 liraya geriledi. Yine Cumhuriyet altını yüzde 2,47’lik bir düşüşle 2131 liraya düştü. Yalnız Türkiye’de yatırım fonları arasında en fazla kazandıranın yüzde 2,24 kıymetli madenler fonu olduğunu unutmamak gerekiyor.
PETROL…
Haftayı 33.85 dolardan kapatan brent petrolün varil fiyatı, hafta içinde oldukça dalgalandı. 45 dolarlık gücü hâlâ yakalayamayan petrolün gelecek hafta da 40 doların altında seyretmesi öngörülüyor. Özellikle petrol üreten ülkelerin Nisan ayında üretimi azami şekilde artıracaklarını duyurması da petrol fiyatlarının 30 doların altını göreceğini gösteriyor. WTI petrolü büyük bir ihtimalle 25-29 arasında bir yerde salınırken brent petrol ise destek olarak 27, dirençte ise 38 doları geçemeyeceği düşünülüyor.