İstanbul'un yeniden fethi
29 Mayıs'ta fethinin 572. yıldönümünü kutladığımız İstanbul, İngiltere'nin liderlik ettiği itilaf devletleri tarafından 1918'de kısmen, 1920'de tamamen işgal edildi. Yıl dönümü münasebetiyle ''fetih mi, işgalden kurtarma mı önemli'' tartışmaları yeniden gündeme geldi.
Aydınlarımız yine iki kutba savruldu. Oysa fetihte kurtuluşta ecdadımızın başarıları. Bunları yarıştırmak kadar büyük yanlış olamaz.
Gelelim ‘’Kurtuluş savaşı olmasaydı, İstanbul kurtulur muydu?’’ sorusunun cevabına. Kurtuluş savaşı olmasaydı Lozan değil Sevr geçerli olacaktı. İstanbul sembolik olarak Osmanlı’nın başkenti olarak kalacak ama fiilen Uluslararası komisyonun yani İngiltere’nin kontrolünde olacaktı.
Konuyu İngiltere’nin politikaları açısından ele aldığımızda daha doğru neticelere ulaşabiliriz. İngiltere 2. Dünya Savaşından sonra, sömürgelerini kaybetti. Londra, sömürgelerinden çatışmadan, anlaşarak, yani oradaki ekonomik çıkarlarını güvence altına alarak ayrılmayı öncelik olarak belirledi. İyi ilişkilerle ayrılmalıydı ki ticari menfaatleri zedelenmesin. Stratejik önemde olan yerlerde farklı formüller oluşturarak hakimiyetini sürdürdü.
Mesela Londra, Uzak Doğu’da kendisi için önemli olan iki limanı, Hong Kong ve Singapur’u, farklı yollarla elinde tuttu. Hong Kong’u yüz yıllık anlaşmayla Çin’den kiraladı. Bu anlaşma bitince çekilmek için ekonomik ayrıcalıklarının devamı anlamına gelen ‘’tek ülke, iki sistem’’ modelini şart koştu.
Singapur’da, sömürge döneminde Malaylara iş vermedi. Çin’den işçi getirerek, yüz elli yıllık zaman diliminde Çinlilerin çoğunluk olmasını temin etti. Zira bu siyaset sayesinde çift taraflı göç oldu. İşsiz kalan Malay’lar Singapur’dan ayrıldılar. Çinli çoğunluk, 1965 yılında Malezya’dan ayrılarak Singapur’u kurdu. Bugün, Singapur ve Hong Kong, hâlâ İngiltere’nin Uzak Doğu’daki ana ticari ortaklarıdır.
Bu örneklere bakınca “İngiltere, savaşmasak da İstanbul’u bize bırakırdı,” yaklaşımı, saflık oluyor. Tek Çinli olmayan Singapur’u, çoğunluğu Çinli olan bir şehir hâline getirip Malezya’dan koparan İngiltere, ahalisinin yarısı azınlık mensubu olan İstanbul’da aynı siyaseti çok daha kolay uygulardı. Milli mücadele olmasaydı, İstanbul, İngiltere’nin Orta Doğudaki Singapur’u olurdu.
İngilizlerin Kıbrıs’ta, “Tanınmayan Devlet Statüsünde” iki tane geniş arazi parçası var. Bunlar aslında İngiltere’nin askerî üsleri. Bu şekilde organize etmese, bağımsızlığını tanıdığı devlet, yani bu örnekte Kıbrıs Cumhuriyeti, üssü boşalt dediğinde boşaltmak zorunda olur. Ama üsler ‘’bağımsız devletler’’ olarak organize edildiğinde, tanınmasalar bile böyle bir ihtimal kalmıyor.
Bu arada İngiltere bazı kritik noktalardan asla çekilmedi (Cebelitarık gibi), yahut çekilmemek için savaştı. (Süveyş Kanalı gibi, nükleer tehdit olmasaydı orda kalacaktı.) Cebelitarık Akdeniz’le Atlas Okyanus’un birleştiği yer. Süveyş Kanalı ise Akdeniz’le Kızıldeniz’i birleştiriyor. Sizce Karadeniz’i Marmara ve Ege üzerinden Akdeniz’e ulaştıran ve İngilizlerin tarihi hasmı Rusların kontrol edilmesini sağlayan Boğazlar, Cebelitarık’tan ve Süveyş daha az mı önemli?
İngiltere çekilmek zorunda kaldığı yerlerde suni sorunlar yarattı ki her zaman kendisine ihtiyaç duyulsun. Örneğin Hindistan’ın bölünmesi, birleşik Hindistan’a göre daha güçsüz olan devletlerle muhatap olmak, taleplerini onlara kolaylıkla yaptırabilecek olmak İngiltere’nin menfaati gereğiydi. Pakistan ve Hindistan’ın ilişkilerinin iyi olmaması lazımdı bu nedenle sürekli kaşınabilecek olan Keşmir sorunu yaratıldı.
Birleşik Krallık, Arap coğrafyasında da benzer politikalar uyguladı. Katar, Bahreyn, Umman ve BAE’de yaşayan insanların Arabistan’da yaşayanlardan farkı yokken çok sayıda emirlik kuruldu. Çünkü, eğer Arabistan tek devlet olsaydı, dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip olacağından, İngiltere tarafından yönetilemezdi.
Tarihin ilk dönemlerden beri Irak’ın parçası olan Kuveyt ayrı bir devlet oldu. Eğer Kuveyt, Irak’a bağlı olsaydı, Irak, çok güçlü olurdu. Irak’a sadece 16 km sahil bırakıldı. Bu kısa sahil, Irak’ın petrol ihracatını, dolayısıyla zenginleşmesini sınırlıyordu. Irak’ın, İran’a ve Kuveyt’e saldırma sebeplerinden biri budur. Kurulan devletlerin başına, halkı temsil etmeyen hanedanlar getirildi. Bahreyn ve Dubai halkının çoğu Şii iken emirler Sünni’ydi.
Birleşik Krallık, Ürdün’ü Suriye’den ayırdı ki, Ürdün’ün Akdeniz’e, Suriye’nin ise Kızıldeniz’e çıkışı olmasın. Yani iki devlette zayıf olsun. Suriye’den çekinecek olan Ürdün, İngiltere ile yakın olsun. Hicaz emirinin bir oğlu Irak, diğer oğlu Ürdün kralı yapıldı halklarından kopuk olan zayıf krallar, İngiltere’nin sözünden çıkamasın.
Her zaman Mısır’ın parçası olan Sudan, Mısır’dan koparıldı. O günden beri iki komşu Nil Nehri nedeniyle sorun yaşıyor. Ayrıca Mısır, Sudan’daki zengin petrol rezervinden mahrum kaldı. Nihayetinde zayıf olan Sudan da petrol zengini güneyi elinde tutamayarak bölündü.
Özetle İngilizler, Türkiye’ye Sevr Anlaşmasıyla yapmak istediklerini, Arap coğrafyasında, Hint alt kıtasında ve Afrika’da yaptılar. Oralarda Millî Mücadele yaşanmadığı ve Kuvvacılar olmadığından dolayı, hedeflerine ulaştılar.