Gerçeğin kırıldığı ekran: Medya Hukuku neden yenilenmeli?
İnsanlık tarihinde ilk kez bu kadar çok bilgiye erişiyoruz ama aynı anda gerçeğe hiç bu kadar uzak kalmamıştık.
Dijitalleşme iletişimi kolaylaştırdı, bilgiye ulaşımı sınırsız hâle getirdi. Ancak bu özgürlük, beraberinde büyük bir güven krizini de getirdi. Bugün bir görüntüye ya da sese “gerçek” demek için elimizde bir ölçüt kalmadı. Çünkü artık gerçek, üretilebiliyor.
Deepfake teknolojileri, yapay zekâ ile sahte video ve ses üretme imkânı sunuyor. Bir insanın hiç söylemediği bir cümleyi ağzından çıkmış gibi gösterebilir, hiç katılmadığı bir toplantıya onu dahil edebilirsiniz. Bu teknoloji bir yandan sinema ve sanat için heyecan verici olanaklar yaratırken, öte yandan dolandırıcılıktan siyasi manipülasyona kadar birçok karanlık alanda da kullanılıyor. 2024 yılında Hong Kong’da yaşanan dolandırıcılık olayı hâlâ hafızalarda. Bir muhasebeci, sahte bir video konferansa kandı ve şirket kasasından tam 25 milyon doları yapay zekâ destekli dolandırıcılara aktardı. Peki aynı şey yarın Ankara'da ya da İstanbul'da olursa, hangi yasa devreye girecek?
Türkiye’de yürürlükte olan Basın Kanunu ve RTÜK düzenlemeleri hâlâ klasik medya düzenine göre şekillenmiş durumda. Yani bir televizyon programında ya da gazetede yapılan yayına dair pek çok yükümlülük varken, aynı içeriğin sosyal medyada ya da bir YouTube kanalında yayılması hâlinde ortada net bir sorumluluk mekanizması bulunmuyor. Hele ki içeriği üreten anonim bir hesapsa, hiçbir hukuki yaptırım işlemiyor. Platformlar da çoğu zaman içeriği kaldırmakla yetiniyor. Ancak çağımızın sorunları, içerik silmekle çözülemeyecek kadar karmaşık.
Avrupa Birliği, bu alandaki riskleri erken fark edenlerden. 2024’te kabul edilen Yapay Zekâ Yasası, içeriklerin üretiminde yapay zekâ kullanıldığı durumlarda şeffaflık zorunluluğu getiriyor. Yani bir video ya da ses kaydı yapay zekâ ürünü ise bunun belirtilmesi yasal bir zorunluluk hâline geliyor. Bu düzenleme hem kullanıcıyı koruyor hem de içerik üreticisine etik bir sorumluluk yüklüyor. Türkiye’de ise böyle bir uygulama henüz yok. Ne RTÜK ne de BTK bu konuda net bir pozisyon almış değil. Oysa bu boşluk, dezenformasyonun yayılmasını kolaylaştırıyor. Gerçeğin taklidi serbest kaldığında, toplumsal güven yerle bir oluyor.
Öte yandan, Türkiye’de yapay zekâ teknolojilerinin gelişimi ve kullanımı konusunda Kişisel Verileri Koruma Kurumu (KVKK) da önemli bir perspektif sunuyor. KVKK’nın Mart-Mayıs 2025 tarihli 8. sayılı bülteninde yayımlanan “Yapay Zekâya Genel Bakış” çalışması, yapay zekânın kişisel veriler üzerindeki etkilerini mercek altına alıyor ve etik ilkelerle mahremiyetin korunmasının gerekliliğine vurgu yapıyor. Bülten, yapay zekâ sistemlerinde şeffaflık, hesap verebilirlik ve insan denetiminin önemini öne çıkararak, Türkiye’de de AB ile paralel bir şekilde “güvenilir ve etik yapay zekâ” yaklaşımının geliştirilmesi gerektiğini ifade ediyor.
İşin bir diğer boyutu da eğitim. Gençler artık haberleri gazete köşelerinden değil, TikTok videolarından alıyor. Ancak neyin gerçek neyin kurgu olduğunu ayırt edebilecek donanıma sahip değiller. Teyit.org’un yaptığı bir analiz, gençlerin yapay içerikleri çoğu zaman sorgulamadan paylaştığını gösteriyor. Üstelik burada mesele sadece çocuklar da değil. Yapılan bazı araştırmalar, deepfake içeriklerin özellikle X ve Y kuşaklarını yanıltmakta daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü bu kuşaklar, teknolojik sahteciliğin sınırlarını bilmekte zorlanıyor; görüntü ya da ses kayıtlarını hâlâ “kanıt” olarak kabul etmeye eğilimliler.
Bugün yapay içerikler çoğu zaman dikkatli gözlerle incelendiğinde ayırt edilebiliyor. Ancak bu fark hâlâ bir lütuf. Çünkü çok yakın bir gelecekte, yapay ile gerçeğin birbirinden ayırt edilmesi teknik olarak da neredeyse imkânsız hâle gelecek. Gözümüzle gördüğümüz hiçbir şeye güvenemeyeceğimiz bir dönem kapıda. Bu yüzden yalnızca bireysel bilinç değil, yasal altyapı da hızla güçlenmek zorunda.
Gerçek, artık sadece olan biten değil. Kurgulanabilen, satılabilen ve yayılabilen bir ürüne dönüştü. Eğer hukuk bu dönüşüme ayak uyduramazsa; sadece basın değil, hakikat de çürür. Oysa hukuk, gerçeği korumakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, artık ekrana da sirayet etmeli. Çünkü bugün medya sadece haber vermiyor; gerçeği şekillendiriyor, algıyı yönetiyor, güveni inşa ediyor ya da yıkıyor.
Çağın ruhunu kaçıran bir medya hukuku, yarının en büyük krizlerinin sessiz ortağı olur. Bugün konuşmazsak, yarın anlatacak gerçek bir hikâyemiz kalmayabilir.