SON DAKİKA

Ekonomi ve toplum arasındaki sessiz diyalog

Ekonomi denince akla ilk gelen nedir? Dolar kuru mu, enflasyon oranları mı, faiz kararları mı? Genellikle böyle teknik terimlerle düşünürüz.

Oysa ekonomi, yalnızca rakamların ya da borsa grafiklerinin konusu değildir. En sade haliyle ekonomi, insanların sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlarını karşılama çabasıdır. Bu yönüyle ekonomi, yalnızca mali bir mesele değil; toplumu şekillendiren, bireylerin hayatlarını doğrudan etkileyen derin bir yapıdır. Ancak ne yazık ki bu görünmeyen bağ çoğu zaman göz ardı edilir.

Ekonomi ile toplum arasında karşılıklı, sürekli ve hassas bir diyalog vardır. Bu diyalog sesli değildir; fiyat etiketlerinde, davranış biçimlerinde, beklentilerde kendini belli eder. Ekonomi, aslında toplumun aynasıdır. Gelir dağılımındaki eşitsizlik sadece ekonomik bir gösterge değil; toplumsal huzursuzluğun, güven erozyonunun ve aidiyet duygusunun zayıflamasının da habercisidir. Gençler iş bulamıyorsa, bu sadece TÜİK verilerinde artan işsizlik oranları değil; aynı zamanda kaybolan hayaller, ertelenen hayatlar ve azalan toplumsal bağlılık anlamına gelir.

Son yıllarda yaşanan ekonomik dalgalanmalar, toplumun her kesimini farklı şekillerde etkiledi. Bir yanda temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan milyonlar, diğer yanda yatırım fırsatlarını kollayan daha küçük ama ayrıcalıklı bir kesim. Bu farklılıklar sadece ekonomik değil, sosyal sınıflar arasındaki görünmeyen duvarları da kalınlaştırıyor. Ortak paydanın zayıfladığı bir toplumda, toplumsal bütünlük de yara alır. Çünkü ekonomi sadece cebimizi değil, ruh halimizi, değerlerimizi ve birbirimizle kurduğumuz bağı da etkiler.

Bu etki tek yönlü değildir. Toplum da ekonomiyi şekillendirir. Tüketim alışkanlıklarımız, çalışma disiplinimiz, tasarruf kültürümüz ve etik değerlerimiz ekonomik sistemin gidişatını belirler. Örneğin; hızlı kazanç peşinde koşan, kredi kartıyla tüketimi alışkanlık haline getirmiş bir toplumda ekonomik kırılganlık daha çabuk hissedilir. Buna karşın, üretimi destekleyen, girişimciliğe önem veren, tasarrufu kültür haline getiren toplumlar ekonomik anlamda daha dirençlidir. Japonya’nın savaş sonrası dönemdeki kalkınması, bu tür bir toplumsal disiplinin ürünüdür.

Peki bu karşılıklı etkileşimi daha sağlıklı bir zemine nasıl oturtabiliriz? Öncelikle ekonomi politikalarının, sadece makro göstergelerle değil, insan hayatına etkileriyle birlikte ele alınması gerekir. Faiz oranları ya da büyüme rakamları ne kadar olumlu görünse de, halk geçinemiyorsa o tablo eksiktir. Aynı zamanda toplumsal bilinç de ekonomik okuryazarlıkla güçlenmeli. Ekonomiyi sadece uzmanların değil, herkesin anlayabildiği bir dil haline getirmek zorundayız. Çünkü halkın izleyici olduğu değil, katılımcı olduğu bir ekonomik model, daha adil ve sürdürülebilir sonuçlar üretir.

Sonuç olarak, ekonomi ile toplum arasında kurulan bu görünmeyen diyalog, geleceğimizi belirleyecek en önemli etkileşimlerden biridir. Ekonomik kararlar ne kadar rasyonel olursa olsun, eğer toplumun ihtiyaç ve beklentilerini karşılamıyorsa sürdürülebilir değildir. Aynı şekilde, toplumsal yapılar da ekonomik temeller sarsıldığında uzun vadede direnç gösteremez. Bu nedenle her ekonomik karar, aynı zamanda bir toplumsal tercihtir; her toplumsal değişim ise bir ekonomik sinyal taşır.

Unutmayalım: Ekonominin sesi rakamlarda, toplumun sesi sokakta yankılanır. Asıl başarı, bu iki sesi aynı cümlede duyabilmektir.