SON DAKİKA

Bir kaos tüccarının portresi

İlk döneminde seçimlere müdahale şaibeleriyle seçilen Trump, ikinci döneminde biraz daha sert bir karakterle yeniden başkan oldu.

Göreve başladığı ilk günlerde dahi küresel dengeler alt üst olmaya yetti. Önceki döneminden farklı olarak tekrar dahil olduğu bu sahne, Beyaz Saray’ın koridorlarında kurgulanmış bir politik tiyatro sahnesinden çok farklı; Pekin’den Moskova’ya, Tokyo’dan Brüksel’e, Tahran’dan Riyad’a, hatta Atlantik’ten Pasifik’e, Gazze’den İstanbul’a kadar genişleyen kocaman küresel bir sahneyi kapsıyor. 

Trump, önceki döneminden biraz daha sert bir realist anlayış sergiliyor: Yani Amerika’nın küresel gücünü politikalarının temeline yerleştirmiş görünüyor. Daha gelmeden savaşları bitireceğini ve yeni bir savaş başlatmayacağını ifade etmişti. Amerika’yı tekrar ticari ve parasal gücün merkezi yapacağını, boşa harcayacak paralarının olmadığını söyleyerek zaten farklı bir imaj çizeceğine dair mesaj vermişti. Ancak öyle olmadı. Daha görevinin ilk yılında söylemleriyle çelişen bir profil çizdi ve her adımı, her söylemi küresel dengeleri sarstı. Kanada’nın Amerika’nın bir eyaleti olduğunu ve Amerika’ya katılması gerektiğini ifade etti. Danimarka’ya ait Grönland’ın ABD’ye satılması gerektiğini belirtti. Hatta daha ileri giderek Gazze’nin Amerikan tatil ve eğlence sektörüne hizmet edecek bir yer olması gerektiğini söyledi. Bu söylemleriyle “savaş başlatmama” sözlerine zıt açıklamalar yaptı. Birçok ülkeyi savaş ve güç ile tehdit ederek gerginliklere neden oldu. Yani Trump’ın ikinci defa başa gelmesi, ABD için sıradan bir Trump dönemi olmaktan çok, küresel sistemin temellerini sarsan büyük bir dalga oldu.

Kazandığı ilk seçimde, “Önce Amerika” mottosunu kullanarak Amerikan milliyetçiliğini ön plana çıkaran Trump, 2024 seçimlerinde ise MAGA mottosunu kullanarak “Make America Great Again” yani Amerika’yı yeniden güçlü yapma vaadiyle ortaya çıktı. Her iki motto da Amerikan milliyetçiliğine ve Amerika’nın küresel gücüne atıfta bulunan bir slogan seçti. Trump Amerika’nın Avrupalıların ve müttefiklerin çıkarlarına hizmet eden bir anlayışa sürüklendiği düşüncesi içerisindeydi ve bunu bir nevi enayilik olarak görüyordu. Amerika’nın başkalarının hizmetinde olan bir güç olmadığını, kendi çıkarlarına yoğunlaşmasını isteyen bir anlayış güttü.  Hatta NATO’nun yükünü önemli oranda yüklenen ABD’nin artık bu hamallığı yapmayacağını, üyelerin de daha fazla katkı yapması gerektiğini savundu. Müttefiklerin Amerikan güvenlik şemsiyesine sığınmalarının bedelini ödemelerini, daha fazla mali destek sağlamaları gerektiğini ifade etti. Rusya ve Çin’in artan gücüne karşı savunma bütçesini rekor seviyeye çıkararak Amerika’nın bunlardan geri kalmayacak bir güç olması için çabaladı.

Özellikle Çin’e kaçan Amerikan sermayesini geri gelmesi için küresel bir ticaret savaşı başlattı. Bu durum küresel ekonominin bir ticaret savaşları arenasına dönmesine neden oldu. Başta Çin olmak üzere, birçok ülkeye uyguladığı devasa tarifeler, dünya ticaret sistemini sarstı. Birçok şirketin borsalardaki hisseleri çakıldı. ABD’nin diğer ülkeler tarafından sömürüldüğünü, kendilerinin de bedava çalıştığını iddia ederek müttefiki olan AB başta olmak üzere tüm ülkelere yüksek gümrük tarifeleri açıkladı. Avrupa’dan ithal edilen çelikten Asya’dan ithal edilen yarı iletkenlere kadar tüm stratejik mallarda Amerikan kontrollüğünü sağlamak için tarifeleri yükseltti. Tüm bu adımlar, Trump’ın ekonomik milliyetçiliğinin hamlesinin temeli oldu.

Bu cimriliği ne yazık ki söz konusu İsrail olunca cömertliğe döndü. İlk döneminde olduğu gibi bir Amerikancı olmanın dışında koyu bir İsrail destekçisi oldu. Bunu saklama gereği hiç duymadı. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ilk büyük güç oldu ve büyük tepkilere rağmen Amerikan Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı. Kendisi de bizzat ağlama duvarı altında dua etti. Bu hayranlığı ne yazık ki ikinci döneminde daha da güçlü şekilde devam etti. İsrail’in 7 Ekim’den beridir uyguladığı katliama açıkça destek veren bir profil çizdi. Her fırsatta İsrail’in haklı olduğuna dair beyanatlarda bulundu. BMGK’da İsrail aleyhine alınan kararları veto etti. İsrail’in İran’a saldırısında İran’ı bombalayan hayalet uçaklar gönderdi. İsrail’in tükenen silah stoklarına sürekli yeni mühimmatlarla ve askerlerle destek sağladı. Yani katliamların hem finansörü hem de ortağı oldu. Hali hazırda neredeyse bütün dünyanın İsrail’i katliamcı gördüğü noktada tek başına destekçiliğini devam ettirdi.

Şimdi soru şu: Trump’ın dünyayı krize ve belirsizliğe sürükleyen bu hamleleri, yaşlı tüccar bir narsistin hezeyanları mı, soğukkanlı bir realistin ürünü mü, yoksa sıradan bir Amerikan milliyetçisinin vatansever tavrından mı kaynaklanıyor?

Bana kalırsa hepsinden az biraz değil, bolca var. Kendini beğenen tavrı, bir iş adamı profiliyle ülkeyi bir tüccar mantığıyla yönetmeye çalışması ve ilk seçim döneminden beri çizdiği milliyetçi profil ile dünyayı kaosa sürüklüyor.