SON DAKİKA
Son Yazıları

Beyaz mantolu adam

17 Ara 2022

Oğuz Atay'ın, Korkuyu Beklerken adlı kitabında, Beyaz Mantolu Adam adlı hikayenin giriş cümlesi şu şekildedir: 'Kalabalık bir topluluk içindeydi.'

Hikayenin sonunda, karakterin, kalabalıklar içinden kaçtığını görürüz; beyaz mantolu adam kendini suya batırır. Peşinden koşanlar, boğulmamak için karaya doğru döner. Bu bağlamda karakterin kendini yok etmesi, topluma dair ciddi eleştirileri de içinde barındırır çünkü bu yok olma hali, dünyevi varlığını sonlandırmak değildir. Başka şeylere atıf yapılır.

13 Aralık 1977’de aramızdan ayrılan Oğuz Atay; kendi dönemi içinde anlaşılamayan, bugün bile çok az hatırlanan, yer yer unutulan fakat ortaya koyduğu ‘başkaldırı’ metinleriyle hep ayrı bir yere sahip olan bir yazar. Atay’ın metinlerinde ve ortaya koyduğu yaşam kuralında, klasik anlamda ‘yazar’ ya da edebiyatçı çizgisinden çok ayrık bir yapıyı görürüz. 

Bu bağlamda, Tutunamayanlar’da ve Tehlikeli Oyunlar’da, sevme ve sevgi eylemi üzerine yapılan yaklaşımlar ve dar eleştiriler, ‘başka şeyleri görmemizi’ engeller. Aslında Oğuz Atay’da, başka bir şeyin ‘çığlığı’ vardır. Bu çığlık, bizim gibi toplumların, kendine has problemleri üzerinden açığa çıkardığı sorunların dışavurumudur. 

Ölümü nedeniyle hayata geçiremediği, ‘Türkiye’nin Ruhu’ adlı projesinde, devletin ve toplumun yapısal sorunlarına, kültüre, gündelik hayata ve coğrafyanın getirdiği sorunlara karşı ‘bildiri’ yazmak istemiş fakat ömrü yetmemiştir. 

Günlüğünde ve gazete yazılarında, ‘anlaşılamamak’ üzerine dem vurduğu şikayetlerine tanıklık ederiz. Doğu ve batı arasında kalmış olmanın, toplum olamamanın, ortak bir kültür yaratamamanın, ne doğulu ne de batılı olmanın verdiği anlamsızlık üzerine şöyle bir yakarışta bulunur: ‘Biz çocuk kalmış bir milletiz.’

Geri kalmış ve ‘batılı olmayan’ toplumları eleştirirken verdiği örneklere, kitaplarındaki metinlerde de rastlamak mümkün; eğitimli bir kentli olan Turgut’un geçirdiği bunalımlar, kendisiyle çözmeye çalıştığı sorunlar, yok oluşu beraberinde getirir. Tıpkı beyaz mantolu adam ve çevresinde gelişen olaylar gibi, karakterin kendi varlığını sonlandırmasından ziyade, başka problemlerin getirdiği sorunlar sonucu karakter kendini noktalar. 

Günün birinde, isimsiz ve adressiz bir yerden gelen mektupla köşesine çekilen ve korkuyu bekleyen başka bir karakter, düşünsel bunalımların getirdiği yorgunluk ve korkuyla köşesine çekilir.  

Eserlerdeki karakterlerin ortak yanı da bu şekildedir; ‘aydın’ kendisi ve çevresiyle doğru dürüst bir savaşa ve hesaplaşmaya girememiş, tedirgin ve ürkek bir halde, çoğu zaman varlığını noktalamıştır.

Oğuz Atay, kitaplarında karakterlerinin yazdığı bu arada kalmışlığı, kendi kişisel hayatı için de benzeşim kurmuş ve şöyle demiştir: ‘Olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı, ‘myth’lere {efsanelere) bağlı bir şekilde yorumluyoruz, en ciddi bir biçimde. Aklı başında bir batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde. Bir başka nokta daha: Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da sosyal birtakım sözler ediyorlar.’

Oğuz Atay, bize dair sorunların yanı sıra, Türk romanına da ciddi eleştiriler getirerek özgün ve ayrık bir bakış açısı geliştirmiştir. Türk romanının, yazın hayatının, en büyük sorununun ‘kişilik’ olduğuna inanır. Romanlardaki en büyük problemin, ‘kendisiyle hesaplaşma’ kavramının olmadığını ve bunun için de edebiyatın, romanların, havada kaldığını ve ‘düzmece’ olduğunu söyler. 

Oğuz Atay, daha önceki ‘benzerleri’nin kaderini yaşar; ölümünden sonra keşfedilir, kıymet verilir. Ölümünün ardından, bir gün bir gazete yazısı çıkar. Yazıda kendisiyle şöyle bir benzeşim yapılır: ‘Yıkıntılar arasında açmış yapayalnız bir papatyaydı.’

Yazının sonu okuyucuya şu sözlerle bir hüzün verir; ‘Yapabileceğinin, yapmak istediğinin tümünü yapamadan gidenlere ne yazık.’

Oğuz Atay gitti fakat beyaz mantolu adamlar hala yaşıyor; bu bir toplum gerçeği. Bu gerçek, yıllar sonra bile kendini tüm varlığıyla belli ediyor.


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları