HARAR'A MACERALI BİR YOLCULUK
Yaşam bazen alıştığımızdan çok farklı olabiliyor. Addis Ababa'dan Dire Dawa kentine uçuyoruz. Dire Dawa kenti Etiyopya'nın doğusunda Dechatu Nehiri kıyısında Oromya bölgesinde ve Somali sınırına yakın 1300 metre yükseklikte kayalık dağların kıyısında konumlanıyor ve yaklaşık 300 bin nüfusu olan bir kent
![Harar'a maceralı bir yolculuk](https://analizgazetesi.com.tr/thumbmaker.php?src=https://analizgazetesi.com.tr/modules/blog/dataimages/IMG_21EAF5-9A55ED-CCECDE-311747-491965-79C663.jpg&w=750&h=500&s=1&a=c)
Bu hafta sizi dünyanın farklı bir ucuna götürmek ve orada yaşadığımız değişik ortamları ve olayları anlatmak istiyorum. Yaşam bazen alıştığımızdan çok farklı olabiliyor.
Addis Ababa’dan Dire Dawa
kentine uçuyoruz. Dire Dawa kenti Etiyopya’nın doğusunda Dechatu Nehiri
kıyısında Oromya bölgesinde ve Somali sınırına yakın 1300 metre yükseklikte kayalık
dağların kıyısında konumlanmaktadır ve yaklaşık 300 bin nüfusu olan bir
kenttir.
Dire Dawa kenti lokasyonu
itibarı ile stratejik bir öneme sahip zira Etiyopya’nın denize kıyısı
olmadığından ihracatı için Djibuti Limanı’na ulaşım 1917 yılında yapılan Fransız
yapımı tren yoluyla sağlanmaktadır. O günlerden bu yana kent Fransız etkisi
altında kalmış. Bölgenin önemli bir ticari hat olması sebebiyle Fransızların
yanı sıra Yunanlı, Ermeni, diğer Avrupalı ve Arap tüccarların yerleştiği bir
lokasyon haline gelmiş. Djibuti’nin limanı için talep ettiği vergiler çok
yüksek olmaya başlayınca farklı bir yol düşünülür. Günümüzde bu çok eski
Fransız tren yoluna alternatif Çinliler 2018 yılında Djibuti Limanı yerine
Doraleh Limanı’na giden çok modern yeni bir tren yolu inşa etmişler.
Tren yollarının nedeni
Hepimiz bu tren yollarının
bölgenin lojistiğini sağlamaktan öte bölgeyi kontrol etmek ve etki altına almak
için yapıldığını biliyoruz. Bizim yolumuz aslında Dire Dawa’dan antik kent
Harar’a ancak yolumuzun üstünde Fransızların yapmış olduğu eski tren istasyonu
ve müzesine denk geliyoruz. Tabii ki hemen ziyaret ediyoruz. Artık yeni tren
yolu kullanılmaya başladığından bu yana burası neredeyse bir tren mezarlığına
dönüşmüş durumda. Çok eski sistemler artık rafa kalkmış. Eski Peugeot araba
hurdaları bahçeyi bekliyor. İstasyonda eski Fransız yazılar hala duruyor ve
bizi gezdiren istasyonun müdürü Etiyopyalı hanım Fransızca konuşuyor.
Eski tren istasyonunu müzesini
gördükten sonra Dire Dawa’nın yaklaşık 50 kilometre güneydoğusunda bulunan
Harar için yola devam ediyoruz. Yol mesafesi kısa gibi görünse de yolculuğumuz
yaklaşık 2.5 -3 saat sürecek. Yolun zemini çok bozuk ve belli bir hızın üstüne çıkmak
mümkün değil.
Diğer yandan bu güzergah Eritre,
Sudan, Somali ile Etiyopya arasında önemli bir bağlantı yolu olduğundan çok
önemli. Bir de ayıptır söylemesi kaçakçılık ve göç rotası olduğundan adım başı
polis kontrolleri ve askeri kontroller var. Bu kontroller de çok vakit alıyor. Ayrıca
dağlık bölgeye tırmanıyoruz ve bu güzergahta çok ağır giden kamyonlar ve yük
araçları olduğundan hızımızı onlara göre de ayarlamak durumundayız. Geçtiğimiz
köylerde ve yolda çok fazla hayvan sürüleri ve yayalar olduğundan da hız
yapamıyoruz.
Dire Dawa kentinden çıkar
çıkmaz yolda bizi Babunlar (Maymunlar) karşılıyor. Kente o kadar yakınlar ki.
Hava sıcak. Araçlarımızla dağlardan Harar’ın tozlu yolunu tutuyoruz. Geçtiğimiz
köylerde renkli görüntüler var. Rengarenk kıyafetler giyen kadınlar, insanlarla
iç içe yaşayan hayvanlar, teneke ve ahşap yerel ilkel evler, kızıl renginde toprak
yol, ufak tefek dükkanlar, satıcılar ve pazarlar.
Ancak, çok dikkatli
olmamız gerekiyor çünkü aracımızın açık camından yoldaki bazı kişiler ellerini
korkusuzca aracın içine sokup çantalarımıza ulaşmaya çalışıyorlar. Çözümü
sıcağa rağmen camları kapatmakta buluyoruz. Elinde kalaşnikoflu gencecik asker
ve polisler araçları sürekli durdurup yolları kontrol ediyorlar. Bu güzergah
bir hayli maceralarla dolu geçiyor.
Elektrik, su, internet yok
Nihayet akşamüstü yorgun,
toz toprak içinde ve birazda sıcaktan bunalmış olarak Barış Şehri dedikleri ‘City
of Peace – Harar’ a varıyoruz. Kent Ahmar Dağlar’ında 1800 metre yükseklikte
bulunuyor. Gelir gelmez kendimizi otelimize atıyoruz. Ancak kentin en iyi
otellerinden birinde olmamıza rağmen elektrik yok, su yok, internet yok. Otelin
bir suit odasında kalmamıza rağmen ortam biraz sıkıntılı ama yapılacak birşey
yok.
Ertesi gün Harar’ın antik
kentini gezmek için erkenden yola koyuluyoruz. Harar kenti Harari bölgesinin
başkenti ve asırlarca Afrika Boynuzu diye tabir ettiğimiz bu bölgede ticaret
yollarıyla Afrika’daki çevre ülkelere, Asya’ya, Arap Yarımadası’na ekonomik
olarak önemli bir merkez olmuş. UNESCO tarafından 2006 yılında bir dünya mirası
olarak kabul edilen bu eski kent 11’inci ile 16’ıncı yüzyıl arasında inşa
edilen şehir surlarıyla çevrili.
İslam’ın Mekke, Medine ve
Kudüs’ten sonra dördüncü kutsal kenti olarak bilinen Harar’da altı adet tarihi
giriş kapısı ve bir kilometrekarelik bir alanda üçü onuncu yüzyıla ait olmak
üzere 82 adet cami ve 102 adet türbe bulunuyor. Bu sebeple Harar kenti
dünyadaki bu ölçümde en yoğun camiye sahip kent olma özelliğini taşıyor. Sur içindeki
antik kentin sokakları daracık ve yollar ortak bir pazar meydanına çıkıyor.
Kentin Asmadin Bari
Kapı’sından tarihi kente giriş yapıyoruz. İnsanlar yer tezgahlarında meyveler,
kuruyemiş, tahıl veya elişi hasır sepetler satıyorlar. Hava sıcak. Burası bir
labirent gibi, sokakların belli bir düzeni yok. Kentin iç duvarlarını beyaza
boyamışlar ve Harar kentine ait renkli motiflerle süslemişler. Aralık bahçe
kapılarından evlerin iç avluları görünüyor. Burası 16’ıncı yüzyıldan bu yana
yaşam olarak ve mimari olarak pek değişmemiş. Hararili bir kadın eşeklerini
yüklemiş yanımızdan geçerken merakla bizi süzüyor. Ne de olsa yabancı olarak
buralarda dikkati çekiyoruz.
Kat yapraklarını
çiğniyorlar
Kenti dolaşırken birçok insanın
Kat çiğnediğini görüyoruz. Kat ağacın doğum yeri Harar sayılır deniyor. Yolda
bu bitkinin yetiştirildiği yerleri de görmüştük. Özellikle erkekler ve gençler
uyuşturucu etkisi olan Kat yapraklarını çiğniyorlar ve sokaklarda yatıyorlar. Görüntüler
çok üzücü.
Bir müddet sonra Harar’ın tarihi
meydanına ulaşıyoruz. Başımızı kaldırdığımızda elektrik tellerin üstünde
onlarca kartalın tünediğini görüyoruz. İnanılmaz bir görüntü. Meydanın üstünde
uçuşuyorlar veya tellerin üstüne konuyorlar. Bir kaç dakika sonra bunun
sebebini anlıyoruz. Meydanın tam ortasında bu hayvanları etle besliyorlar.
Bize de yağlı et parçaları
veriyorlar. Bu eti avucumuzun içine alıp elimizi uzattığımızda bir kaç kartal
birden üstümüze doğru uçup bu eti pençeleriyle alıyorlar. Hatta eti alırken
elinize hafif bir pençe de atabiliyorlar. Tırnakları çok keskin. Bir tanesi
benim elimi hafif kanatıyor, uçarken de başımın hemen üstünden uçuyor ve
saçlarıma dokunuyor. Bu muazzam hayvanlara bu kadar yakın olmak hem tehlikeli
hem de çok heyecan verici.
Gün boyu Harar’ın
sokaklarını ve tarihi konaklarını geziyoruz. Soluklanmak için Hararili bir ailenin
evine misafir oluyoruz. Aileden yerel halkın geleneklerini öğreniyoruz. Evin içindeki
duvarları renkli ve desenli emaye kaplar ve tabaklar ile süslemişler. Bunlar
bir nevi ev sahibinin zenginliğini gösteriyor. Evin geniş giriş alanında tüm
aile dantelli örtülerle kaplı sedirlerde oturuyor ve yer sofrasında yemek
yiyor. Yaşlılar, gençler, çocuklar herkes bir arada büyük bir aile olarak
birlikte yaşıyor. Bazıları hasır sepetçilikle ve el nuru işlerle uğraşıyorlar.
Hararili ailenin evinde biraz dinlendikten sonra kenti tekrar gezmeye
devam ediyoruz. Hemen karşıki sokakta buranın en büyük camisi olan Ulu Cami ve
yanında bir kahve dükkanı bulunuyor. Taze kahve çekirdeklerini kavuruyorlar ve
bu güzel koku bizi kendine çekiyor. Kahve kültürün doğduğu yerin Etiyopya
olduğunu biliyor muydunuz ? Buradaki kahvelerin aroması da gerçekten çok farklı.
Etiyopya’nın neresine giderseniz gidin her yerde bir kahve seremonisi ile
karşılaşıyorsunuz. Örneğin havalimanında, otellerin girişinde, restoranlarda, evlerde,
sokaklarda kısacası her yerde. Seremoni oldukça uzun sürüyor, bir yandan
tütsüler yanıyor ve sonunda size birkaç tur kahve ikram ediyorlar.
Etiyopya halkı kahveye o kadar düşkün ki, en kaliteli birinci sınıf
dedikleri kahveyi kendileri tüketiyor. 2. ve 3.üncü sınıf kahvelerini ihracat için
kullanıyorlar. Bütün bir gün bu özel kenti gezdikten sonra otelimize dönüp
akşam yemeğimizi alıyoruz.
Onlarca sırtlanla karşı karşıya
Akşam yemeğinden sonra bizi tekrar ciplerimize bindirip bir sürpriz hazırladık
deniyor. Gecenin karanlığında araçlarımızla Harar’ın tepelerine çıkıyoruz.
Burada bir gösteriye dahil olacakmışız.
En tepeye ulaştığımızda araçlardan iniyoruz ve karşımızda özel bir
alanda onlarca sırtlanın dolaştığını görüyoruz. Sırtlan çok çirkin, leşçil ve
aslanın bile korktuğu ve başa çıkamadığı bir hayvan. Tüm hayvanların içinde
timsah ile birlikte en güçlü çene yapısına sahip. Harar‘da bu hayvandan kırk
tanesini besleyip evcilleştirmiş olan ‘Sırtlan Adam’ın yerine gelmişiz meğer.
Arabadan indiğimde ve gösterinin yapılacağı yere yürüdüğümde gruptan
ayrılmış olduğumu ve sırtlanların tellerin arkasında olmadığını fark ediyorum.
İki sırtlanın korkutucu cüsseleriyle üstüme doğru koştuklarını görünce ne kadar
ürktüğümü ve tiksindiğimi anlatamam. Ki bugüne kadar safarilerde, çöllerde ya
da başka doğal ortamlarda hiçbir hayvandan korkmadım.
Hızlıca kendimi güvende hissettiğim arabamıza geri dönüyorum. Sırtlanları
uzaktan seyretmeye devam ediyorum. Karanlık gecenin içinde ‘Sırtlan adam’ hepsini
isimleriyle çağırıyor, ıslık çalıyor ve elleriyle et ve kemikle besliyor. Sırtlanlar
ortada duran hayvan kemiklerini çatır çatır kırıp midelerine indiriyorlar. Çok
acayip ve ürkütücü bir ortam. Benim için ne kadar evcilleştirmiş olsa da
nihayetinde içgüdüleri olan çok tehlikeli bir hayvan ve dikkat edilmesi
gerekiyor.
Harar kentine yaptığımız bu yolculuk benim için kuşkusuz unutulmayacak
bir anı olarak kalacaktır ve Harar’ın Afrika kökenli ve tarihi İslami çizgilere,
mimariye ve kültüre sahip olan bu çok eski ve özgün kenti uzun süre
hafızalarımızda özel bir yer alacaktır.
Afrika kıtasının bu gizli köşelerine geldiğinizde bu tarz maceralara
hazır olmanız lazım.