ÜRETİM VE TİCARETİN ANAHTARI ''SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK''
Türkiye ekonomisinin uzun süredir içinden geçtiği seçim koridorunu geride bırakması ve şirketlerin işlerine odaklanmaları gerektiğine dikkat çeken Ortak Akıl Danışmanlık Kurucusu Dr. Yılmaz Sönmez, "Üretim, istihdam, yatırım ve ihracat ambarı niteliğindeki şirketlerimizin yol haritası ise bir hayli zorlu. Şirketler daha sürdürülebilir ve pro-aktif yapılar kurmalı, küresel rekabete daha doğru bir bakış açısı ve buna uygun bir araç setiyle hazırlanmalı" dedi
Çağlar ÇAĞATAY
Türkiye 85 milyonluk nüfusu, tüm dünyada 4 saat uçuşla trilyonlarca dolarlık ekonomiye erişebilen jeo-lojistik konumu ve gelişmiş üretim yeteneğiyle öne çıkıyor. Aynı zamanda ülkemiz üretim yetenekleri ve pandemi döneminde kanıtladığı çevikliği ile de bölgesinde en çok öne çıkan destinasyon. Bu noktada Türkiye ekonomisinin uzun süredir içinden geçtiği seçim koridorunu geride bırakması ve şirketlerin işlerine odaklanmaları gerektiğine dikkat çeken Ortak Akıl Danışmanlık Kurucusu Dr. Yılmaz Sönmez, “Üretim, istihdam, yatırım ve ihracat ambarı niteliğindeki şirketlerimizin yol haritası ise bir hayli zorlu. Şirketler daha sürdürülebilir ve pro-aktif yapılar kurmalı, küresel rekabete daha doğru bir bakış açısı ve buna uygun bir araç setiyle hazırlanmalı” dedi. Bunun yanında sürdürülebilirliğin geçici bir trend olmadığını söyleyen ve dünyada bundan sonra üretim ve ticaret yapabilmenin “anahtarı” olacağını söyleyen Sönmez, “Şirketler hem iç pazarda hem de ihracat için sürdürülebilirlik kriterlerine ne kadar uydukları ile ilgili birçok kriteri karşılamak zorunda kalacak” dedi. Bununla birlikte küresel sermayenin savaşın ve enflasyonun gölgesinde şu an gerçek anlamda güvenilir ve sürdürülebilir bir liman arayışında olduğunu ve Türkiye’nin üretim yeteneği ve jeo-lojistik avantajıyla buradaki en potansiyelli adaylardan biri olduğunu belirten Sönmez, sorularımızı yanıtladı.
Yoğun bir seçim dönemi geçirdik. Seçim sonuçları Türkiye ekonomisi üzerinde nasıl bir etki yaratacak?
Öncelikle Türkiye ekonomisinin uzun süredir içinden geçtiğimiz seçim koridorunu geride bırakması ve şirketlerimizin işlerine odaklanmaları gerekiyor. Ekonomi yönetiminin kararları nasıl şekillenecek hep birlikte merakla bekliyoruz. Diğer yandan, finansmana erişim, faiz oranları, ihracat için rekabetçi kur ve enflasyon konusunda belirsizlikler ve bu belirsizliklerin giderilmesinde yeni kabineyi bekleyen önemli görevler var. Her halükarda kurulacak güçlü bir kabine piyasalara güven duygusu getirecektir diye düşünüyorum. Ancak 9 ay sonra yerel seçimlerin olduğunu unutmamak ve radikal kırılmalar beklememek gerekiyor.
KURUMSALLAŞMIŞ ŞİRKETLERLE GLOBAL E-TİCARETİN TEDARİK MERKEZİ OLABİLİRİZ
Türkiye aynı zamanda e-ticarette hub olma noktasında da emin adımlarla ilerliyor. Türk şirketlerinin tedarik merkezi olmak için dijitalleşme ve yeşil dönüşümü gerçekleştirme noktasında çalışmaları neler olmalıdır? Bu konuda engelleri kaldırmak için neler yapılmalıdır?
Türkiye 85 milyonluk nüfusu, jeo-lojistik konumu, 4 saat uçuşla trilyonlarca dolarlık ekonomiye erişebilmesi, 800 milyar TL’lik e-ticaret pazarı, 550 bin online işletmesi, gelişmiş üretim yetenekleri ve pandemi döneminde kanıtladığı çevikliği ile bölgesinde en çok öne çıkan destinasyon. Büyük şirketlerin Türkiye’deki lojistik yatırımları da bunu kanıtlıyor. Ancak bu yüksek potansiyeli hayata geçirmek için yapması gerekenler var. Bunlardan ilki; regülasyonlar. E-ticaret ve mikro ihracata yönelik daha kapsayıcı ve esnek bir mevzuata sahip olmalı, küresel ödeme sistemleriyle entegre olmalıyız. Bu konuda, bürokrasimizin şirketlerimizin hızına cevap vermesi gerekiyor. İkinci olarak ise tedarik zincirinin omurgası olan KOBİ’lerimiz stratejik vizyonlarını oluşturarak, dijital ve yeşil dönüşümle ilgili somut hedefler koymalı. Madem burada üretilen tüm ürünler dünya pazarlarına online yollardan erişecek, o halde küresel trendlere uygun talebi karşılayacak yeteneklerle donanmalıyız.
ŞİRKETLER YEŞİL DÖNÜŞÜM İÇİN STRATEJİK YOL HARİTASI OLUŞTURMALI
“Sürdürülebilirlik” kavramı enerji, gıda, çevre, finans gibi sektörlerde geniş yer buluyor. Türk şirketleri bu konuda başarı göstermek adına nasıl bir çalışma yürütmeli sizce?
Sürdürülebilirlik geçici bir trend değil, dünyada bundan sonra üretim ve ticaret yapabilmenin “anahtarı” olacaktır. Şirketlerimiz hem iç pazarda hem de ihracat için sürdürülebilirlik kriterlerine ne kadar uydukları ile ilgili birçok kriteri karşılamak zorunda kalacaklar. Kapıda bekleyen Yeşil Mutabakat ve Sınırda Karbon Vergisi’ne uyum bu açıdan oldukça önemli. Dahası, sürdürülebilirlik karnesi iyi olmayan şirketlerin finansmana erişimde çok zorlandığı, sınırda binlerce dolarlık vergi ödeyen müşterilerini rakiplerine kaptırdıkları ve günün sonunda sektöründe ne kadar eski ve köklü olsalar da yatırım alamadıkları bir yakın gelecek bizleri bekliyor. Bu nedenle, şirketler öncelikle ürün ve süreçlerini gözden geçirmeli ve karbon ayak izini ölçtürmeli. Yeşil Dönüşüm Stratejik Yol Haritasını oluşturmalı. Bu harita, kilit performans göstergeleri ile alt hedeflerini içermeli. Bu hedefler, kamuoyu ile şeffaf biçimde paylaşılarak raporlanmalı. Tüm bu süreçleri koordine edecek Yeşil Dönüşüm liderleri seçilmeli ve finansmanda yeşil krediler kullanılmalı. Son olarak sürdürülebilir büyümenin ikiz dönüşümden geçtiği göz ardı edilmeyerek, dijitalleşme yatırımlarına da hız verilmeli. Unutmamak gerekiyor ki, KOBİ’ler için yeşil bir dünya aynı zamanda dijital bir dünya anlamına geliyor. Tüm bu aşamalarda danışmanlık hizmetleri, şirketin yeşil ve dijital dönüşümünde eşsiz bir katkı sağlayacaktır.
TÜRK ŞİRKETLER ÇEVİKLİKLERİYLE KRİZLERDEN SIYRILABİLİYOR
Türk şirketleri uzun yıllardır mücadele ettiği dış faktörler ve yapısal sorunlardan dolayı bazı kaslarını aşırı güçlendirip esneklik kazandıklarını söylemiştiniz? Bu dayanıklıkları konusunda neler söylemek istersiniz? Bunu devam ettirebilme kabiliyetleri hangi noktada yer alıyor?
Türk şirketlerinin esnekliği küresel finans çevreleri tarafından da kabul edilen bir özellik. Ancak bu kan ve göz yaşı ile elde edilmiş bir şöhret olup, sürdürülebilir büyümenin anahtarı olduğunu söyleyemeyiz. Artık şirketlerimizin pro-aktif yaklaşımlara ihtiyacı var. Krizleri geldiğinde ne kadar esnek yönettiğinizden çok, gelmeden önce şirketinizi hangi “erken uyarı” sistemleriyle donattığınız önemli. Ayrıca bugün dayanıklılığın yeni göstergeleri söz konusu. Birincisi, “çeviklik”. Bu çevikliği size kazandıracak olan dijitalleşmedir. İkincisi, dijitalleşmeyi yönetecek yetenekler için bir cazibe merkezi olmak. Şirketlerimiz henüz bu konularda paradigma dönüşümlerini tam olarak gerçekleştirmiş değil. Ancak geçmişe kıyasla farkındalıkları daha yüksek.
Türkiye’de KOBİ’ler ekonominin büyük çoğunluğunu oluşturuyor ve bu kurumların büyük bölümü de aile şirketleri. Ülkemizde bu yapılanmayı nasıl değerlendirirsiniz? Kurumsallaşma ve markalaşma yolunda aile neler yapmalı?
Şirketlerimizin % 99,7’si KOBİ ve çok önemli bir bölümü aile şirketi. Bu yapı beraberinde şirket enflasyonunu ve ölçek ekonomisine geçişin barajını oluşturuyor. Ortaklık kültürümüz zayıf, şirketlerimizin finansman yapıları kırılgan ve bir kısmı “kredilerle ayakta kalan” zombi şirketler. Nüfusu hemen hemen aynı olan Türkiye ve Almanya’daki KOBİ sayılarına ve bu iki ülkenin ihracatına baktığımızda niceliğin her şey demek olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla, ailelerin hem kendi içlerinde “anayasalarını” hazırlamaları hem de yatay ve dikey rakipleriyle ortaklıklar kurup KOBİ’den OBİ’ye dönüşmeleri, kurumsallaşma ve markalaşma yatırımlarını kesintisiz bir şekilde yürütebilmeleri açısından büyük önem arz ediyor.
Türkiye’deki şirketler yabancı yatırımcıların radarında yer alıyor mu? Bunun için yapılması gerekenler sizce nelerdir?
Küresel sermaye, savaşın ve enflasyonun gölgesinde şu an gerçek anlamda güvenilir ve sürdürülebilir bir liman arayışında. Türkiye, üretim yeteneği ve jeo-lojistik avantajıyla buradaki en potansiyelli adaylardan biri. Ancak doğrudan yatırım pozisyonumuz bu potansiyelin çok gerisinde. Özellikle, otomotiv yan sanayi, makine, gıda, tekstil-hazır giyim, sağlık, yazılım, kimya, mobilya, tekstil-hazır giyim gibi rekabetçi ve KOBİ-yoğun sektörlerimiz bazı sektörler ve tabana yayılmış KOBİ’ler yeterince ilgi görmüyor. Bunun nedenin kurumsal altyapıların yetersizliği. Bu şirketlerin, insan kaynaklarından pazarlamaya, dijitalleşmeden yeşil dönüşüme kurumsal gelişimlerini tamamlaması gerekiyor. Ancak bu ödevleri doğru yapan şirketler, ölçek ekonomisine geçebilir, markalaşabilir ve yatırım çekebilir. İşletmelerimizin ödevlerini doğru yapması içinse bakış açılarını geliştirmeleri ve işletme körlüğünden uzaklaşarak profesyonel destek almaları gerekiyor.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Yoğun ve yorucu bir seçim maratonunu geride bıraktık. Cumhuriyetimizin yeni yüz yılında her bir fert elini taşın altına koymalı. Üretim, istihdam, yatırım ve ihracat ambarı niteliğindeki şirketlerimizin yol haritası ise bir hayli zorlu. Artık seçimden kaynaklı ihtilafları geride bırakarak el birliğiyle yeni bir başarı hikayesi yazma zamanı. Potansiyelimiz var ancak her defasında aynı şeyleri yaparak yeni sonuçlara ulaşabileceğimizi düşünmek gibi kötü bir huyumuz da söz konusu. Bu nedenle daha sürdürülebilir ve pro-aktif yapılar kurmalı, küresel rekabete daha doğru bir bakış açısı ve buna uygun bir araç setiyle hazırlanmalıyız. Kısacası, “Artık yeni şeyler söyleme zamanı.”