SON DAKİKA
GÜNDEM Pazartesi 29 Kasım 2021 02:32

"TÜRKİYE YURT DIŞINDAN ENFLASYON İTHAL EDİYOR"

Ankara Sanayi Odası Başkanı (ASO) Nurettin Özdebir, Merkez Bankası'nın faiz silahıyla enflasyonu kontrol etmesinin mümkün olmadığını belirterek, "İhracatımızın yüzde 60'ını ithal ettiğimiz ürünlerden yapıyoruz. Bu durumda emtia fiyatlarında yüzde 78'i bulan artışı ithal etmiş oluyoruz" dedi.

"Türkiye yurt dışından enflasyon ithal ediyor"

Neşe BERBER

Ankara Sanayi Odası Başkanı (ASO) Nurettin Özdebir, coğrafi konunun Türkiye için hem üretimde hem de ihracatta önemli fırsatlar sağladığını söyledi. “Türkiye’nin önü açık” diyen Özdebir, son dönemde kurlarda yaşanan artışın ise ihracattan çok ithalata etkisinin daha fazla olduğunu kaydetti. Merkez Bankası'nın faiz silahıyla enflasyonu kontrol etmesini belirten Özdebir, bu şekilde fiyat istikrarının sağlanamayacağını bildirdi. Türkiye'de yaşanan yüksek enflasyonun sebeplerinin 15-20 yıl öncesine göre çok farklı olduğunu dile getiren Özdebir, “Enflasyonu biz büyük çapta ithal ediyoruz. İhracatımızla ithal ediyoruz. İhracatımızın yüzde 60’ını ithal ettiğimiz ürünlerden yapıyoruz. Emtia fiyatlarındaki yüzde 78’lik artışı biz ithalata bağımlı olduğumuz için ithal etmiş oluyoruz” dedi. Özdebir ayrıca sanayicinin 168 milyar liralık KDV alacağı için de ‘tamamlayıcı para’ önerisinde bulundu. 

Türkiye fırsatları değerlendirmeli

Ankara Sanayi Odası Başkanı ve bir sanayici kimliğiyle sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Türkiye ekonomisinde, özellikle sanayide 2018 yılından itibaren Rahip Brunson krizi ile başlayan süreçten itibaren bir yavaşlama vardı. Bu pandemi başlayana kadar devam etti. 2020 yılı mayıs ayından itibaren bütün dünya pandemide içine kapanırken aksine biz ciddi bir ivmelenme yaşadık, o ivmelenme hız kesmekle beraber birçok sektörde devam ediyor. Ama görünen o ki gerek Avrupa'da tekrar pandeminin etkileri, gerekse tedarik zincirindeki kırılmalarla birlikte bir yavaşlama sürecine girecekmişiz gibi gözüküyor. Yılı yüzde 10’lar civarında bir büyüme ile kapatabiliriz ama sonrası ne olacak şu anda yaşanan belirsizlikler, global bir belirsizliğin de etkisiyle beraber ne yaşanacağını söylemek zor. Ancak şunu söylemeliyim ki Türkiye’nin önü çok açık. Geçen gün lojistik ile iştigal eden bir firmanın temsilcisi Çin’den bir konteynerin nakliyesinin 15 bin dolara çıktığını söyledi. Bundan 2 sene önce 2 bin 500 dolardı. Yani içine 20 bin dolarlık bir mal koyuyorsanız, yüzde 70’i kadar da nakliye ödüyorsunuz demektir. Mobilya gibi dediğiniz zaman bir konteynere sığacak malın tamamı zaten 10-15 bin dolardır. Coğrafi konumumuz itibariyle bu Türkiye için ciddi bir fırsat yaratıyor. Bu fırsatları bizim iyi değerlendirmemiz lazım. Hiç ummadığımız sektörlerde ciddi bir ihracat yapılanmış durumda. Uzun zamandır Avrupa enerji yoğun işlerden çıkmaya başladığından beri, sektörümüz 15 yıldan beri bir bahar yaşıyor, ciddi anlamda ihracat yapıyorlar. Yeşile yatırım, doğrudan doğruya boş araziye yapılan yatırımlar var. 

Yani talep görüyor yatırımcı?

-Tabii tabii binalar mantar gibi bitiyor. Bir taraftan yol, kanalizasyon, elektrik yapılırken bir taraftan binalar yükselmeye başladı. Çalışıp ihracat yapmaya başlayan firmalar bile oldu. Bu yalnız Ankara için değil, Türkiye’nin birçok yeri için geçerli. Bu anlamda ciddi bir sanayi hamlesi var. Bunun yanında güzel göze çarpan değişiklikler de yaşanıyor. Teknolojik ürünlerle iştigal edenler, o alanlarda yatırım yapanlar firmaların sayıları gittikçe artıyor. Bu güzel bir gelişme. Ancak diğer taraftan baktığımızda kurlardaki volatilite, insanları bir taraftan gaza basarken diğer ayaklarıyla da frene basmak ihtiyacı hissettiriyor. 

Değerli TL ithalatı artırır

Dövizin artmış olması aslında ihracat yapanlar açısından bir taraftan bir avantaj gibi görünüyor mu?

-Şöyle söyleyelim; yapılan araştırmalar, -bunu ben söylemiyorum bunu bu araştırmayı yapanlar söylüyorlar- kurlardaki artışın ihracata etkisi marjinal ama ithalata etkisi daha fazla. 2007-2008  döneminde neredeyse bir dolar 118-120 kuruşa kadar gelmişti. O zaman dönemin bakanı Ali Babacan’a da defalarca gidip ‘Bizim bu kadar değerli Türk Lirası ile rekabet edebilmemiz mümkün değil, çünkü benim sanayicilerim bana gelip şikâyet ediyorlar’ dedim.  O dönem iş makinaları parçaları yapan bir üyemiz geldi dedi ki; ‘Koreli firma benim döküm fiyatıma bitmiş ürün satıyor, ben ne yapacağım?’ dedi ve daha sonra o da ithalatçı oldu.  Bir başka firmamız İtalya’daki bir firmaya sanayi tipi şanzımanlar gönderiyordu. TL'nin aşırı değerlenmesi ile aynı fiyata bunun komplesini Türkiye’ye satmaya başladı.  Bunun altında temel sebep aslında Türkiye'nin bugüne kadar çok fazla insanın dikkatini çekmeyen verimlilikle ilgili problemimiz. Ciddi bir verimlilik sorunumuz var. Türkiye’de yaşadığımız somut örneklerle bunu görmek mümkün. Burada aynı sayıda insanla yapılan üretimin Almanya'da aynı sayıda insanla üç misli üretim yapabiliyor. Yani üretim yapma şekillerimiz, firma yönetimimiz gibi bir sürü alanda sanayi toplumu olabilmemiz için biraz daha ekmek yememiz lazım. Somut olarak biz bunu yaşadık. ASO olarak Türkiye’deki ilk model fabrikayı biz kurduk. Verimlilik Genel Müdürlüğü’nün böyle bir çalışması olduğunu UNDP’nin Verimlilik Genel Müdürlüğü ile bir brifingi olacağını duyduk. Davetli olmadığımız halde kalktım, gittim. Kkapıyı açtım, salona oturdum. Herkes yüzüme baktı ‘nereden çıktı’ diye. Sonra bir ara genel müdür bana sordu; ‘ne düşünüyorsunuz’ diye. ‘Vallahi Türkiye’den para tırtıklamak için bir projeye benziyor’ dedim. MCKenzie’nin sunumunu yapanlar çok bozuldular. Beni Almanya'ya davet ettiler Daumstadt’daki modern fabrikalarını göstermek için. MCKenzie dünyanın çeşitli yerlerinde böyle 35 tane model fabrika kurmuş. Hakikaten gittim onu gördükten sonra dedim ki; ‘tamam bu Türkiye’nin gerçek anlamda ihtiyacı budur, bizim bunu mutlaka yapmamız lazım.’ Eğiticilerimizin eğitilmesi için 1 milyon 850 bin dolar para ödedik, sonra devlet desteği de geldi. 5-6 milyon dolarlık kamu kaynağıyla birlikte ilk model fabrikayı kurduk. Eğit dönüş programları uyguluyoruz hepsi 4 ay sürüyor. $ ay için 8 ila 10 firmayı alıyoruz, onlara balık tutmasını öğretiyoruz. Kendi iş yerlerinde önce orada yine teorik bir eğitim ve model fabrikamızda uygulama eğitimi verdikten sonra işletmelerimize dönüşüme koçluk yapıyoruz. Çok çarpıcı sonuçlar çıkıyor. Yani gerçekten böyle herkesin imrenerek bakacağı, endüstri 4.0’la çalışıyor bu fabrika diyeceğiniz yerlerde bile yüzde 25 verim artışı gerçekleşiyor. Piyasa ortalaması işletmelerde de yüzde 150’leri aşan verim artışları oluyor ve kalite geri dönüşleri de geldi, firmaların karlılıklarını da müthiş etkileyecek. Türkiye’de bir verimlilik sorunu olduğunu hissediyordum, bunları gördükten sonra teyit etmiş oldum. Şimdi aynı çalışmayı odamızda da yapıyoruz ve ilk defa Türkiye’de hizmetler sektörü içinde de içinde bunu uygulamış olacağız.

Para pahalı olursa harcama azalır

Doların yükselmesi, faizin düşürülmesi bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan faize karşı savaşacağız dedi. Faiz düşürülmesi gerekiyor mu gerçekten doğru bir yöntem mi?

-Bu konu aslında akademisyenler arasında belki tartışılan ama çok geniş anlamda tartışılan bir konu değil. Klasik teori, bir ülkede enflasyon artıyorsa, paranın fiyatının da artması lazım. Buradaki temel mantık nedir? Eğer siz parayı pahalılaştırırsanız insanların harcamaları azalır, bu harcamalar talebi azalttığı için de malların fiyatları artmaz veya düşer. Bana göre Türkiye'deki yaşadığımız yüksek enflasyonun sebepleriyle bundan 15-20 sene önce yaşadığımız enflasyonun sebepleriyle arasında çok ciddi bir fark var. Birincisi şu anda  enflasyonu biz büyük çapta ithal ediyoruz. ikincisi İhracatımızla da enflasyonu ithal ediyoruz. Ne demek istiyorum anlatayım. Şimdi bu enflasyonu kurdaki geçişkenliği filan ayrı olarak, teorik olarak konuşuyorum. Dünya Bankası dünyada gıda enflasyonu yüzde 33 arttı dedi. Birkaç ay önce emtia fiyatlarında da yüzde 78 civarında bir artış olduğu söylendi. Biz de biz üretimimizin ihracatımızın yüzde 60’ını ithal ettiğimiz ürünlerden yapıyoruz. Demek ki emtia fiyatlarındaki yüzde 78’lik enflasyonu biz ithalata bağımlı olduğumuz için ithal ediyoruz ülkemize.  İhracat yönünden de aynı. Gıda, tarımsal ürünlerde ihracat rekoru kırdık, devlet bazı ürünlerde kontrol şartı koydu. Örneğin nohut ihraç edeceksiniz ben ne kadar nohut ihraç edeceğim diye izin almanız lazım. Önce iç piyasayı karşılamanız gerekiyor. Malların ve paranın serbest dolaştığı global ekonomiden konuşuyoruz. Örneğin pirinç üretiyorsunuz iç piyasada kilosu üç lira dış piyasada beş lira ise iç piyasaya vermek istemeyip ihraç etmek istersiniz. Amaç para kazanmaksa herkes bunu yapmak isteyecek. Diğer ürünlerin bulunmasında da sıkıntılar yaşadık.  Dolayısıyla bütün bunlar bizim arz yönlü sıkıntılara girmemize neden oldu. Talep yönlü de tabii enflasyonist baskı var onlar farklı kategoride ama arz yönlü bir ihracattan kaynaklanan, ithal ettiğimiz ürünlerden kaynaklanan arz yönlü kısıtlar var, kısıtlarla birlikte de enflasyonu besleyen bir durum var. 

Cari açıktan kurtulmamız lazım

Peki Merkez Bankası bu enflasyonu kontrol edebilir mi? 

-Merkez Bankası bu enflasyonu kurlardaki volatiliteyi tutabilirse, sadece yurt dışındaki enflasyon kadar olabilir bizde teorik olarak. Örneğin Almanya’da yüzde 5 ise bizimki de o civarlarda olması lazım ama çarpan etkisi var bizde. Çünkü TL çok hızlı bir şekilde erimekte, değer kaybetmekte. Bu değerde oradan ithal etmiş olduğumuz enflasyonun üzerine kur farkını koyduğumuzda yüzde 33 ise yüzde 40 da yılbaşından itibaren değer kaybetti ise bunu da üzerine koyduğunuz zaman gıda enflasyonunu bulmuş oluyorsunuz. TÜİK'in rakamları veya insanların yaşamış oldukları enflasyona eşitlenmiş oluyor. Merkez Bankası'nın faiz silahıyla enflasyonu kontrol etmesi, fiyat istikrarını sağlaması mümkün değil.

Peki neden düşmüyor?

-Şimdi buralar bizim açılmadığımız denizler. Biz bugüne kadar enflasyon artıyorsa faizleri arttırdık, Merkez Bankası hatırladığım kadarıyla hiçbir zaman koyduğu hedefe yaklaşamadı bile. Bu tedavi yöntemi bizim ülkemizde tutmuyor. Temel olarak bizim cari açık derdinden kurtulmamız lazım. Cari açığımız olmazsa biz daha dengeli bir ekonomi, manipülasyonlara daha kapalı, dayanıklı bir ekonomiye sahip olabiliriz. Bunu biz rahip Brunson olayında yaşadık. Trump bir tweet attı, Türkiye’de kurlar aldı başını gitti, aynı şeyi Merkel‘in de karşısına geçip yaptı ama aynı şey olmadı, çünkü Almanya cari fazlası olan bir ülke.

Tasarruflarımız yetmiyor 

Nurettin Bey nasıl çözeceğiz, nedir bunun püf noktası?

-Geçtiğimiz günlerde 30 Ağustos’ta Fuat Oktay Bey çağırdı. Bu konuları konuştuk bir çözüm önerimiz de var. Merkez Bankası’na gelince evet teorilere göre bizim enflasyon artıyorsa faizleri arttırmamız lazım ama bunun tersini savunan ekonomistler de var, Neofisher paradoksu denilen uzun dönemde faizin, paranın fiyatının yüksekse fiyatları arttırdığı, düşükse de fiyatları aşağı çektiğine dair teoriler var. Bilim adamları da böyle tezleri savunuyorlar.

-Faiz arttığında da dolar düşmedi ilginç olan…

Çünkü cari açık veriyoruz. Evin babasının eve getirdiği para yetmiyor sağdan, soldan, eş dost, komşudan devamlı borç almak durumundayız Türkçesi bu. Türkiye'nin tasarrufları yetmiyor bundan dolayı da başkalarının tasarruflarına muhtacız bu da cari açık oluşturuyor.

Biz lüksü daha hak etmedik

-Halkın anlayacağı dilde soruyorum biz kendimiz para basamaz mıyız?

-Benim de Fuat Oktay Bey’e anlattığım konu bu. Türkiye'de para arzının kontrolü Merkez Bankası’nın elinde iyi de Türkiye'de piyasaya para arz eden sadece Merkez Bankası değil. Sizin şimdi bankadan çek defteriniz var. Günlük değil vadeli bir tarih atıp da bu çeki birisine verdiğiniz zaman dolaşıma o kadarlık bir para sunmuş oluyorsunuz. Siz de para arz ediyorsunuz ama bunun senyoraj geliri yok.  Bunu bankalar yarattıkları kaydi paralarla, kredilerle filan bu dolaşan para hacmini genişletme imkânı veriyor.Para basmak tehlikeli bir şey çünkü paranın bollaşması demek, emisyon hacminin artması demek dolayısıyla ekstra bir talep yaratması, enflasyonist baskı  yaratması anlamına gelir. Merkez Bankası nasıl yapacak? Piyasaya para arz edecek ama kredi verecek. Ziraat Bankası kredi verecek o da müşterisine verecek gibi bu şekilde piyasaya para enjekte ediyorsunuz. Bu şekilde paranın büyük bir kısmı ferdi krediler, tüketici kredileri, ticari kredilere gidiyor ve yatırımlara bunlardan oldukça az pay düşüyor.  Bir yatırımın planlanması realize edilmesi minimum 5 yıllık bir süreç ve uzun vadeli bir iş. Piyasadaki bu paranın, maliyetin de oynaklıklar yalnız kur üzerinden değil, faiz üzerinden de oynaklıkların yaşandığı bir dönemde insanlar da bu tip yatırımlara kolay kolay karar veremiyorlar.  Lüks tüketim malları bir ara sokaklarda ithal lüks arabalardan geçilemez hale geldi. Biz bu lüksü daha hak etmedik. Çok uzun zamandır kafa yoruyoruz. Geçtiğimiz günlerde TÜİK açıkladı reel sektörün 168 milyar lira devletten KDV alacağı var. Hazine ise bizim öyle bir borcumuz yok diyor. Şimdi KDV mükellefi tüketici ama devlet bize bir görev vermiş demiş ki sen KDV'yi tahsil edeceksin aldıklarını mahsup edeceksin, Arta kalanını da bana vereceksin. Ben alımlarımı yapmışım sattıklarımı da vadeli satıyorum KDV de içinde vadeli alınıyor. Dolayısıyla almadığım parayı ödemek zorunda kalıyorum. Bunlar birike birike bizim 168 milyar lira kaynağımız atıl duruyor burada bir kaynak var hapsolmuş. Burada çok ciddi bir verimsizlik çok ciddi bir israf var. Reel sektörün bu kaynağı ihtiyacı var. Bizim bunların ödenebilmesine ilişkin devlete bir önerimiz oldu. Buna ikame ya da tamamlayıcı para önerisi diyoruz….

Tamamlayıcı para borcu bitirir

Tamamlayıcı para tam olarak nedir?

Küresel salgın ile birlikte bazı sektör faaliyetlerini durdururken, bazı sektörlerde üretim kapasitelerini düşürdüler. Bu sürecin daha az hasarla giderilmesinde hükümetin bir mali genişleme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Reel sektör borçlarının oldukça yüksek olduğu ve borç çevriminin Covid-19 pandemisinin yol açtığı kriz nedeniyle sürdürülmemesinin zorlaştığı ve ekonomik çevrimin önemli ölçüde aksadığı bir dönemden geçiyoruz. Mevcut durumda, kamunun mal ve hizmet alımları, KDV iadeleri ve indirilecek KDV’den kaynaklanan borçlarına karşılık Hazine’nin alacaklı firmalara tamamlayıcı bir para aktararak, reel sektör üretimindeki yavaşlamayı frenleyeceği, likiditeye ulaşacağı ve çarpan etkileri kanalıyla ekonomik canlanmaya önemli bir katkısının olacağını düşünmekteyiz. Maliye Bakanlığımız ikame para çıkartsa, bu para elektronik olarak şirketlerin banka hesaplarına gönderilse, şirketler de bu sanal ikame parayı borç ödemede, mal ve hizmet alımlarında 3 ay vadeli çeklerle kullansa, bu süreç içinde firmaların düzenlediği bu üç ay vadeli çekler 5 kez el değiştirirse, çarpan etkisiyle devletimiz piyasaya sürdüğü ikame para kadar vergi geliri elde edebilecektir. Bir ekonomide borçlarla alacakların toplamı sıfırdır.Meşhur bir hikaye vardır. Kasabaya gelen turist otelde odaları görmek ister, otelci kaparo karşılığı odaları görebileceğini söyler. 100 doları veren turist odalara bakarken, kasap otele tahsilata gelir ve o 100 doları alır. Kasap manava, manav başkasına derken sonunda otele borcu olan adama kadar dolaşır ve adam da gelip otele borcunu öder. Bu sırada oteli gezmeyi bitiren turist kasaya gelir ve beğenmediğini söyleyip parasını alır gider. Ama bu süreçte kasabadaki herkesin borcu ödenmiştir. Böylece hem ekonomi hareketlenecek, hem de firmalar kasabadaki esnaf gibi borç yükünden kurtulacaktır. Tamamlayıcı para sistemine güzel bir örnek: WIR Bank, İsviçre'de konaklama, inşaat, imalat, perakende ve profesyonel hizmet alanlarında faaliyet gösteren bağımsız bir tamamlayıcı para birimi sistemidir. WIR, çift para birimi işlemleri oluşturmak için İsviçre Frangı ile birlikte kullanılan WIR Frangı adı verilen özel bir para birimini yayınlar ve yönetir. WIR Frangı, müşterilerin ticaret hesaplarına yansıyan elektronik bir para birimidir ve dolayısıyla kağıt para yoktur. Bu sistemin amacı, katılımcı firmaların satış, nakit akışı ve kâr oranlarını artırmaktır. WIR, üyelerine WIR Frangı olarak kredi veren bir kredi sistemi oluşturmuştur. Kredi limitleri, tarafların varlıkları ile güvence altına alınmıştır. Bir başka deyişle, katılımcıların varlıkları kredi teminatı olarak işlev görmektedir. Bu sistemde iki üye bir işleme girdiğinde, alıcı firmanın ihtiyaç duyduğu nakit miktarı azalmaktadır. Literatürde bu sistemin genel ekonomik kriz zamanlarında istikrarı artırdığını, iş çevrimlerinde yaşanan gerilemeleri azalttığını ve zor zamanlarda İsviçre ekonomisini dengelemeye yardımcı olduğunu belirten akademik çalışmalar mevcuttur. Peki bu parayı kime, nasıl dağıtacağız? Burada bize hakkaniyet kurallarına göre dağıtmamız için objektif bir kriter gerekli. Burada kriter olarak firmaların devreden KDV’lerini ve diğer kamu borçlarını  baz alabiliriz. Verilen ikame paralar hesaptan düşülür, zaten ait oldukları malların satışı gerçekleştirildiğinde firmalar bu KDV’leri mahsup edeceklerdi. Şimdi peşinen mahsup etmiş olacaklar. Tahsil ettikleri KDV’yi de olduğu gibi vergi dairesine yatıracaklar. Sonuç olarak kamunun bir zararı söz konusu olmadığı gibi, kesilen 3 ay vadeli çekler piyasada ne kadar el değiştirirse çarpan etkisiyle o kadar  gelir oluşturacaktır. 

Kamu gelirlerini artırır

Peki vade sonunda bu çekleri kim ödeyecek? 

Vade sonunda bu çeki elinde bulunduranlar kamuya olan borçların ödemek sureti ile Hazine’nin hesaplarını kapatmış olacaklardır. Bu operasyonun faydaları: Geniş bir mahsuplaşma imkânı ile işletmelerin tıpkı kasabadaki esnaf gibi borç yükü azalacaktır. Piyasaları harekete geçirecektir. Artan iş hacmi ile birlikte istihdam olumlu yönde etkilenecektir. Artan iş hacmi ile kamu gelirleri artacaktır. Firmaların ve bankaların bilançoları düzelecektir.

Bu modeli destekler nitelikte, euronun mimarlarından olan Bernard Lietaer, “Tamamlayıcı para birimlerinin savunucusu olmuştur ve finansal sistemin geleceğinde alternatif para birimleri ve ödeme araçlarının oluşturulmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Alternatif ödeme araçları, atıl kaynakların kullanılmasını sağlamak için özel olarak verildiği sürece enflasyonist baskılar oluşturmaz. Normal ulusal para birimlerinin ve tamamlayıcı para birimlerinin farklı roller oynadığını fark etmek önemlidir. Alternatif para birimleri genellikle kriz zamanlarında kullanılmaktadır. Kapsamı ve miktarı sınırlı olduğu sürece ve birçoğunun kullanım süresi sınırlı olduğu için enflasyona yol açma ihtimali düşüktür”.