TOSKANA'NIN ORTAÇAĞ KÖYLERİ
Beni en az Floransa kadar etkileyen aslında Toskana Bölgesi'nin küçük tarihi kasabaları olmuştur. Avrupa'da bu kadar çok eski ve doğa ile bu kadar güzel bir bütünlük sağlamış kasabanın bir arada olduğu çok sayılı bölge vardır

Deniz DİKMEN
Bana deseniz ki dünyanın en güzel yeri neresidir veya dünyanın neresinde yaşamak istersin? Cevabım muhtemelen İtalya ve İtalya’nın özellikle Toskana Bölgesi olurdu herhalde.
Fransızlar tanrının özenle yarattığı bölgenin kendilerince Güney Fransa olduğunu söyler ama bence dünyanın en özenli ve estetik bölgesi kesinlikle İtalya'dır ve işin en güzel tarafı da insanların bu muhteşem doğalarını, tarihlerini ve kültürlerini asırlardır çok iyi koruyor olması ve en üst düzeyde kıymet vermesi.
Bu yazımda size Toskana Bölgesi’nin muhteşem doğasını, tarihini ve kültürünü anlatacağım.
İtalya'nın yirmi tane bölgesi vardır ve aslında nereye giderseniz gidin her yerde seveceğiniz coğrafyalarla, harika tarihi şehirlerle ve köylerle ve muhteşem bir mutfakla karşılaşırsınız.
İtalya'nın kuzeyi ve güneyi gerek coğrafya gerek kültür olarak biraz farklıdır. Kuzey daha çok dağlık bölgeleri, krater gölleri ve deniz kıyıları ile meşhurken güney daha Akdeniz, daha düz coğrafyalar, daha sıcak iklimlerle kendini gösterir. Buranın Afrika kıtasının yakınlığı da bölgeyi etkiler. Kuzey, asırlardır daha çok zengin tüccarların diyarıyken güney daha fakirdir ve özellikle de zamanında İtalyan mafyasının çıkış yeri ve yuvasıdır.
Başkenti Floransa
Toskana Bölgesi ise tüm ülkenin baş tacı ettiği kültürün, sanatın, estetiğin, zarafetin ve ticaretin kalbi olmuştur.
Toskana deyince İtalya’nın kuzey batı bölgesinde bulunan ve Ligurya Denizi’ne bakan kısmını kast ederiz. Toskana kuzeyinde Ligurya bölgesine, doğu ve güneyde ise Marche, Umbriya ve Lazio bölgelerine komşudur, günümüzde 4 milyona yakın insan yaşamaktadır ve bölge yaklaşık 23.000 kilometrekarelik bir alanı kapsamaktadır.
Bölgenin başkenti dünyanın en güzel şehirlerinden biri sayılan Floransa kentidir ve dolayısı ile bu gezi rotasında kısaca Floransa’ya da değinmek istiyorum. Floransa dünyada eşi benzeri olmayan bir kent çünkü burası Rönesans dönemin doğduğu yerdir ve Rönesans buradan dalga dalga önce İtalya ve Avrupa’ya ve ardından da dünyaya yayılıp sanata, mimariye, kültüre, edebiyata, felsefeye büyük etkiler göstermiştir.
Görülmesi gereken yerler
Floransa’ya geldiğinizde muhakkak İtalya’nın en büyük ve önemli Duomolarından biri olan Floransa Katedrali’ni, eski tarihi kent merkezini, Santa Croce Katedrali’ni, Arno Nehri boyunca uzanan tarihi yolları, 1218 yılından bu yana ayakta olan meşhur Ponte Vecchi Köprüsünü, muhteşem heykelleri ve tabloları ile dünyanın en ünlü sanat müzelerinden biri olan Uffizi Sanat Galerisi’ni, antik kentteki muazzam çeşmeleri ve heykelleri görmenizi isterim.
Şehir başlı başına bir sanat eseri zaten. Burası elbette Michelangelo, Da Vinci, Raphael, Boticelli, Donatello, Caravaggio ve daha nice sanatçının doğduğu ve muhteşem eserler bıraktığı kent. Bunun sebeplerinden bir tanesi de Floransa bölgesinin çok güçlü bir Ticaret merkezi olması ve burada yaşayan zengin tüccarların da sanatı ve sanatçıları ciddi biçimde desteklemesiydi. Rönesans devrin sanatçılarını destekleyen en başta Floransa’nın zengin ailelerden Medici Ailesi gelirdi.
Anlatmakla bitmez
Floransa anlatmakla bitmez ve bu nedenle Floransa’ya layık olabilmek adına bu kent için ayrıca tam sayfa bir yazı hazırlayacağım.
Beni en az Floransa kadar etkileyen aslında Toskana Bölgesi’nin küçük tarihi kasabaları olmuştur. Avrupa‘da bu kadar çok eski ve doğa ile bu kadar güzel bir bütünlük sağlamış kasabanın bir arada olduğu çok sayılı bölge vardır.
Toskana’ya geldiğinizde mutlaka görmeniz gereken kasabalardan bir tanesi üç tepecik üzerine kurulmuş olan Siena’dır.
Siena herhalde İtalya'nın en şirin kasabalarından birisidir ve merkezindeki Piazza del Campo Meydanı ile ünlenmiştir. Meydanın hafif yayvan bir yapısı vardır ve orta çağ döneminde Avrupa’nın en büyük meydanlardan biri olup senede iki kez temmuz ve ağustos aylarında meşhur geleneksel Palio at yarışları burada yapılırdı. Bu gelenek hala günümüze kadar sürüyor. Ben ilk defa bu meydana geldiğimde çok etkilenmiştim, özgün yapısı ve tarihi ile çok hoşuma gitmişti. Bu meydan kocaman olmasının yanında, At yarışlarında halk merkeze toplanıyor, halk denince 300, 500 kişi aklınıza gelmesin. Binlerce kişi toplanıyor meydana ve atlar etraflarında koşuyor.
Fonte Gaia Çeşmesi
Meydanın bir ucunda ise Fonte Gaia Çeşmesi’ni göreceksiniz. Olağanüstü güzel heykellerle süslenmiş olan ve 14 üncü yüzyıla ait olan bu çeşmenin adı “Gelin Çeşmesi” olarak tercüme edilir ve bu gelin isminin aslında Meryem Ana’ya bir atıf olduğu yorumlanır çünkü Meryem Ana Siena’nın azizesidir.
Meydan’da yine 13üncü yüzyıla ait Palazzo Publicca binasını ve kulesini göreceksiniz.
Bütün kasaba hiç bir yeri bozulmadan, büyük bir renk ve stil uyumu içerisinde sokak sokak gezebileceğiniz ve hayran kalacağınız bir orta çağ diyarı .Tüm kasabalarda olduğu gibi buranın da merkezde ünlü Siena Katedrali bulunmaktadır .Devlet kurumları ve halk tüm tarihi kentin yapılarını orijinali gibi özenle koruyor ve bu nedenle bu kasabaların kurulmalarının üstüne nerdeyse 1000 yıl geçmesine rağmen hala o günlerdeki gibi bozulmadan büyük bir keyifle gezebiliyorsunuz .Kentlerin özgünlüğünü bozacak en ufak bir detaya müsaade edilmiyor.
Bölge’de benim de çok sevdiğim ikinci küçük bir kasaba olan San Gimignano Kasabası var .
Karakteristik 14 adet kule
Burası Siena‘ya göre yapı olarak farklı. Meydanından çok, devasa 12’inci ve 13’üncü yüzyıla ait çok karakteristik 14 adet kulesi ile çok belirgin bir mimarisi ile dikkatleri üstüne çekiyor.
Kuleleri uzaktan dahi görebiliyorsunuz. Bu harika orta çağ kentinin içine kasabanın ana giriş kapısından giriyorsunuz ve uzun daracık sokaklardan kasabanın merkezine doğru yürüyorsunuz. Meydanda Santa Maria Katedrali’ni göreceksiniz. Burası San Gimignano’nun 14 üncü yüzyıldan kalma ana duomosu ve içindeki baş döndürücü freskler inanılmaz güzellikte. Ayrıca San Augustin Katedrali’ni de mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Buradaki ortam ve freskler da aynı şekilde muhteşem. Merkezde ayrıca Belediye binasından kulelerden birine çıkış var. Mutlaka kulenin iç kısmını görmenizi ve yukarıya çıkıp bu kuleden San Gimignano’dan çevrenin o harika manzarasını seyretmenizi öneririm. Ardından Dondoli dondurmacısına uğramayı ve “gelato” yemeyi unutmayın sakın.
Tüm şehir orta çağ mimarisinde ve renk ve stil olarak harikulade bir biçimde korunmuş. Bu kasabanın da hem sadeliğini hem güzelliğini anlatmak güç Gidip gerçekten görmek lazım.
San Gimignano Bölgesi’nde asırlardır ayrıca safran üretimi devam etmektedir ve ilginizi çekerse burada köpeklerle trüf avına da çıkılır. Bildiğiniz üzere İtalya’nın trüfleri hem çok leziz hem de toplanması çok güçtür. Bu nedenle böyle bir tura katılmanızı da önerebilirim .
Bölgede bir de Pisa kentini ve Pisa Duomosu’nu ile Pisa Kulesi’ni çok anlatırlar ama Pisa Kulesi beni pek etkilememişti ve dolayısı ile Toskana olmazsa olmaz listemde pek yer almamaktadır.
İtalyan mutfağı
Siena ve San Gimignano gibi çevrede benzer güzellikte ama her biri kendine has onca gizli saklı bir sürü başka kasabalar da vardır. Toskana’da örneğin kırmızı şarapları ve lüks villaları ile meşhur Montepulciano, 9’uncu yüzyıldan kalma Pienza Kasabası ile Val d’Orcia, Etrüsk dönemine ait Pitilgnano, büyük bir kayanın üzerine oturtulmuş Sorano, gene şarapları ile ünlenmiş Chianti, çok iyi korunmuş Roma dönemine ait tiyatrosu ile Volterra, şehir surları ve güzide otelleri ile Lucca, Arrezzo, Montecatini gibi bir sürü eski yerleşim yerleri var .
Saturnia Hot Springs adındaki doğal kaplıcaları da unutmayalım. Burası da Toskana’da özel bir yeri olan ve Roma döneminden bu yana bir nevi doğal hamam olarak kullanılan termal suların aktığı muhteşem bir kayalık bölge.
Bütün bu harika orta çağ yapılarına Toskana Bölgesi’ne has “yuvarlanan” uçsuz bucaksız yemyeşil tepecikleri, vadileri, üzüm bağları, zeytinlikleri, kavak ağaçları, ayçiçek tarlaları, safran tarlaları ve masmavi gökyüzü eklenince burası sükûneti ve huzuru ile eşsiz bir diyar oluyor.
Bir de şahane İtalyan mutfağının leziz zeytinyağları, ev yapımı makarnaları, doğal domatesleri, zeytinleri, sebzeleri, peynirleri ve otları ve harikulade şarapları sofranıza eklenince değmeyin keyfinize. İnsan gerçekten cennete gelmiş gibi hissediyor kendini.
Bir bölge işte bu şekilde bir dünya markası haline geliyor, kendi iç dinamiklerini, güzelliklerini koruyarak, kıymet bilerek, özüne sadık kalarak, doğa ve tarihten kesinlikle kopmayarak, kendi öz kültürünü en üst seviyelerde tutarak.
Umarım siz de dünyanın bu cennet köşesine gidip güzelce bir keyif yaparsınız, gözünüz gönlünüz açılır. Ben de yakın bir zamanda gene bu güzel ülkeye gidip yeni farklı bölgeler keşfedip, size başka yazılarda keyifle tanıtırım.