"SUYU İDARELİ KULLANMAK ZORUNDAYIZ"
Su kaynakları alarm veriyor. Son bir ayda ülkemizin batısına normalin çok çok altında yağış düştü. Uzmanlar bu konunun en önemli gündem maddesi olması gerektiğine dair uyarılarda bulunuyor. Az yağışlı bir dönemden geçen İstanbul'da kente su sağlayan barajların yüzde 72'si boş durumdayken, su kaynakları ile ünlü olan Sarıyer'de yağış oranı ortalamanın %33 altında.
Salgın, bize bilimin yol göstericiliğinin ve yerelleşmenin önemini, iklim krizi ile mücadele ederken nasıl önlemler alınmaması gerektiğini, bireysel karbon ayak izinin önemini, iklim adaleti ve sosyal adaletin birbirine nasıl bağlı olduğunu gösterdi. Koronavirüs nedeniyle hijyen bakımından su tüketiminin de arttığının altını çizen, İklim ve Doğa Bilimci Prof. Dr. Levent Kurnaz, “Su olmazsa ne tarım olur ne de fabrikalar çalışır. Suyu idareli kullanmak zorundayız” diyerek vatandaşlara durumun öneminden bahsediyor. Kurnaz aynı zamanda iklim krizine dikkat çekerek, dünyayı bugün mücadele edilen koronavirüs salgınından daha büyük bir krizin beklediğini söylüyor.
74 KİLOGRAM YAĞIŞ DÜŞTÜ
İstanbul’da yıllık yağış miktarı da baraj doluluk oranı da son 10 yılın en düşük seviyesinde. Ortalama 110 kilogram yağış düşen Sarıyer’de, bu oran yüzde 33 azalarak Kasım ayında 74 kilograma kadar düştü. Aralık ayı için ise 125 kilogram yağış beklenirken 14 günlük yağış henüz 13.2 milimetre olarak belirlendi. Bu ay sıcaklık ise mevsim normallerinin üzerinde devam ediyor.
PEKİ TARIM NASIL ETKİLENECEK?
Ülkemiz, Ekim 2012’den bu yana meteorolojik kuraklık yaşamaktadır. Uzmanlar başta büyük kentler ve tarım alanlarında su krizinin ciddi boyutlara ulaşacağını belirtiyor. Konuyla ilgili konuşan Sarıyer İlçe Tarım Müdürlüğü’nde görevli Ziraat Mühendisi Dr. Şule Özevren; “Sarıyer nemli bir bölge. Şu anda su ile ilgili bir sıkıntı hissedilmiyor ama bu ilerleyen dönemde hissedilmeyecek anlamına gelmiyor. Sular azaldıkça hissedilecek. Asıl mart ve nisan aylarında şu anda ki yağışların az olması daha büyük sorun olarak geri dönecektir. Biz mümkün olduğunca çiftçilerimize damla sulama yöntemlerini tavsiye ediyoruz. Çünkü suyu daha bilinçli kullanabilmek için bu gerekli. İlerdeki dönemde kuraklıkta da yetiştirebilecek bitki tercih edilmesi de önemli. Mevsim normallerin üzerinde gidiyor. Bu hastalıklara sebep olabiliyor ve ya böcek popülasyonunda deformasyon olmuyor yani çoğalabiliyor. Tabi bu konudaki en büyük sorun da yapılaşmalar. Ne yazık ki sularımızın azalmasında büyük etken” diyerek gökdelenlerin şehir iklimine olumsuz etkisine dikkat çekti.
KURAKLIKTA GÖKDELENLERİN ROLÜ NE?
İstanbul’da hızlı bir şekilde gökdelenler yapıldığını ifade eden Meteoroloji Yüksek Mühendisi Gökhan Abur ise, İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alanın 2 metrekarenin altına indiğini söyleyerek gökdelenlerin şehir iklimine etkisini şöyle açıklıyor: “Ben çeşitli meselelerle katıldığım toplantılarda hep gökdelenlerden bahsediyordum. Çünkü Maslak’ta yapılan gökdelenler başta olmak üzere İstanbul’daki birçok gökdelen hep yanlış yerlere yapıldı. ‘İstanbul’un önemli bir rüzgarı olan karayelin önünü kesmeyin’ demiştim. Karayelin önü kesilirse İstanbul daha az miktarda yağış alacaktır.
HER GEÇEN GÜN KÖTÜLEŞİYOR
Konda Araştırma Şirketi’nin verilerine göre; Türkiye’de halkın yarısına göre iklim krizi, virüsten daha büyük tehdit. Halkın %71,4’ü iklim krizinin insan faaliyetlerinin sonucu olduğunu söylerken, %26,6’sı ise doğal bir süreç olduğunu düşünüyor. Katılımcılara iklim değişikliğinin sebepleri sorulduğunda ilk üç sırada ormanların ve yeşil alanların yok olması (%65,7), petrol kullanımı (%41,6), kömür madenciliği ve kömürden elektrik üretimi (%32,6) cevapları yer alıyor.
İklim değişikliğinin tamamen insan kaynaklı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Levent Kurnaz da konuyla ilgili şöyle konuştu; “Yani biz olmayacak olsak doğada herhangi bir değişiklik görülmezdi. Hatta güneş son 30 yıl içerisinde normalden biraz daha az enerji verdiğinden dünya hafifçe serinleyebilirdi bile. Bu bağlamda baktığımızda iklim değişikliği tüm insanların yaptıkları bireysel seçimlerin ve yönetim sistemlerinin bu seçimleri desteklemesinin sonucu olarak oluşup, her geçen gün de kötüleşen bir olgu.”
YEREL YÖNETİMLER NE YAPMALI?
Yerel yönetimlerin bu konuda vatandaşın karşısına çıkan ilk yönetim kademesi olduğunu anlatan Levent Kurnaz basit konularda yapılacak yönlendirmelerin ve yerel çalışmaların iklim krizinin önlenmesinde önemli rol oynağının altını çizdi. Kurnaz şu şekilde konuştu; “Mesela evsel tüketimde daha sebze ağırlıklı beslenmeye geçilebilmesi yerelde balkon, çatı veya mahalle bahçelerinin desteklenmesiyle mümkün olabilir. Bu bağlamda yetişecek çocukların doğayla iç içe olmaları ileride aktif rol almalarını kolaylaştıracaktır. Ayrıca yerel yönetimlerin öncülüğünde kurulabilecek tamir atölyeleri satın alma alışkanlıklarında değişikliklere yol açarak tüketimi azaltma yönünde çalışabilir. Zaten belediyelerin sorumluluğunda olan atık toplama kaynakta ayrıştırma ile daha etkili uygulanabilir. Bu atıklardan üretilebilecek kompost özellikle Sarıyer gibi kırsalında henüz tarım yapılmakta olan bölgelerde de önemli bir katkı maddesi olarak kullanılarak sağlıklı besin üretimine katkı sağlayabilir. Akla gelebilecek epey eylem var ancak burada en önemli konu yerel yönetimlerin vatandaşa ilk dokunan kademe olduğunu unutmadan doğruya yönlendirme bağlamında kendilerinin de bilgilenmesini sağlamaktır.”