SAAT KULESİNİN GÖLGESİNDE SYMİ ADASI
Yaz geldi. Bu benim en sevdiğim mevsim. Yaz gelince beni pek fazla mutlu eden denize ve güneşe kavuşmak aklıma gelir. İçimde özgürlük rüzgarları esmeye başlar. Dünyayı gezen biri olarak, ülkemizde Anadolu'nun her yerini ama, yazın özellikle Ege ve Akdeniz kıyılarımızı çok seviyorum

Deniz DİKMEN
Mayıs, haziran ayları gelince mutlaka Marmaris kıyılarına gideriz. Orada çok kıymetli dostlarımızla, muhteşem bir doğa ve harika bir deniz ile kucaklaşırız. Daha sonra ise, vaktimiz müsait olursa karşı kıyıya Rodos Adası’na geçeriz.
Bu bölgenin coğrafyasını çok severim zira zeytin ağaçları, limon ağaçları, nar ağaçları, zakkumlar, kekikler, otlar, çok zengin bir bitki örtüsü adanın her yerini kaplar. Bu bitkilerin muhteşem kokuları kıyılardan gelen tuzlu deniz kokusu ile birleşir ve muazzam bir esans ortaya çıkar. Renkler de aynı şekilde muhteşem bir uyum içindedir bu diyarda. Gökyüzünün ve denizin mavi tonları, adanın yeşil bitki örtüsünün renkleri ve evlerin beyazı harmanlanır ve ortaya çok güzel tablolar çıkar. Hemen hemen 33 yıldır ara ara Rodos’a gelirim ve adanın o eski, çok bakir, salaş halini hiç unutamam ve bir tebessümle hatırlarım. O kadar güzeldi ki.
Bu hafta sizi Rodos’a bağlı minicik ama çok tatlı bir adaya götürmek istiyorum. Gelin birlikte Symi Adası’na gidelim.
Oldukça dağlık bir bölgeden oluşan bu minik ada Rodos’un 40 kilometre kuzeybatısında bulunuyor on iki Adalar zincirinin de bir parçası. Symi Adası aynı zamanda ülkemizin Datça ve Bozburun Yarım Adaları’nın tam karşısında bulunuyor. Sadece 58 kilometre karelik bir alana sahip. Symi veya Simi Adası çok küçük olmasına rağmen bölgede her zaman stratejik olarak önemli bir rol oynamış.
Adanın iç kısmında küçük vadiler bulunur, kıyı şeridi ise kayalıktır ancak ara ara minik plajlar ve masmavi koylardan oluşur. Eski dönemlerde Symi halkı süngercilik, balıkçılık ve tekne yapımı ile hayatını kazanırken, günümüzde tüm ada gelirini turizmden elde ediyor.
Turizm sezonu Paskalya’da yani ilkbaharda başlar ve kasımın ilk haftasına kadar sürer. Rodos’tan ve diğer ülkelerden teknelerle gelen binlerce turist sezon boyunca adaya oldukça fazla hareket sağlar.
Adanın ana yerleşim merkezinin ismi Symi’dir. Ancak, limanın etrafındaki kasaba Yialos, üst kasaba Horio veya Ano Symi olarak adlandırılır. Diğer ufak yerleşimlerin isimleri Pedi, Nimborio, Marathounda ve Panaromitis’tir.
Yunan mitolojisi’ne göre Symi Adası güzellik ve zerafetin tanrıçası Charites tanrısının doğum yeridir. İngilizce ‘grace ‘ yani ‘zerafet’ kelimesi de bu tanrıdan gelir. Ada ise ismini mitolojideki bir deniz perisi olan Syme’den alır. Symi Adası Homeros’un o muhteşem eseri İlyada’da da geçer ve yakışıklı Kral Nireus’un diyarı olarak anılır. Kral Nireus Truva Savaşı’nda da ismi geçen kıymetli bir kumandandır.
Çok eski çağlardan beri yaşam var
Adada çok eski çağlardan bu yana yaşam olduğu bilinir. Tarihi kalıntılardan adanın bir dönem Roma ve Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası olduğunu ve 1309 yılında ise, Aziz John Şövalyelerin eline geçtiğini de biliyoruz. 1522 yılında ise Symi Adası Rodos Adası ile birlikte birtakım imtiyazları ile Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına dahil olur ve Sömbeki ismini alır.
19’uncu yüzyıla kadar adalılar süngercilik ve ticaretten kazandıkları paralarıyla büyük sükse yaparlar ve bugün adanın yamaçlarında gördüğümüz o rengarenk, görkemli Symi konakları ortaya çıkar. 20 inci yüzyılda ise Symi epeyce el değiştiriyor ve hırpalanıyor. Bu şirin ada önce 1912 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılır, ardından İtalyanlar ve daha sonra Nazi Almanya’sı tarafından işgal edilirler. Dünya Savaşı’ndaki yenilgiden sonra ise ada, İngilizlerin eline geçiyor ve 1948 yılında ada Yunanistan’ın himayesine giriyor. Bu küçücük adanın işte böylesi de fırtınalı ve renkli bir geçmişi var.
Sabah saat dokuz ve biz Rodos ‘un o çok sevdiğim iskelesindeyiz. Kim bilir bu limandan kimler geldi, kimler geçti ve neler yaşandı asırlar boyunca diye düşünmeden edemiyorum...
Tekneler hepsi sıraya girmiş sabah yolcularını almak için işlemlerini yapıyorlar. Hava muhteşem bir yaz günü ve biz de günübirlik Symi’ye götürecek teknemize biniyoruz. Yıllar sonra tekrar bu tatlı adayı ziyaret etmenin heyecanını yaşıyorum. Ne güzel tatil günlerimiz geçti Symi’de.
Rodos’tan ayrılıyoruz ve yaklaşık bir saat sonra teknemiz ile Symi Adası’nın arka tarafında bulunan Panormitis Manastır’ının bulunduğu Panormitis koyuna varıyoruz. Eskiden burası çok sessiz sakin bir koydu ve manastır da kendi halindeydi ancak günümüzde ufak, büyük bir çok teknelerle özellikle Hıristyan turistlerin koşa koşa geldiği ve Aziz Mikael’ı andıkları bir mekan olmuş burası.
Panormitis Manastırı 18inci yüzyılda Symi’ye inşa edilen bir Yunan Ortokoks manastırı ve günümüzde hala rahipler bu manastırda görev yapıyor. Bu masmavi, sakin koyun kollarında manastır kuşkusuz muazzam bir lokasyona sahip. Manastırı gördükten sonra Symi Adası’nın minik merkez limanına devam ediyoruz.
Her daim bu limanı çok ama çok tatlı bulmuşumdur. Koyda bulunan dükkanlar, minik pastahane, restoranlar çok güzeldir. Limandan yakın zamana kadar denize girebiliyordunuz, köşebaşındaki balıkçıda yerel balıklardan yiyebiliyordunuz. Kiraladığımız teknemiz ile çok uzun seneler evvel bu limanda kalmıştık. Bu sıcak ortamda limandaki diğer tekne sahipleriyle arkadaş olmuştuk. Yıldızların altında bu keyifli limanda müzikler çalmış, sohbetler etmiş, yiyeceklerimizi komşu teknelerimizle paylaşmıştık.
Denizden bu merkez limana yaklaştığınızda yamaçlardaki rengarenk fakat özellikle sarı ve kayısı rengindeki konakları ve karşı kıyıda ise, Symi’nin 1881 yapımı saat kulesini göreceksiniz. Dükkanlar aynı yerli yerinde duruyor. Turistler güneşin altında buralardan hediyelik eşya almaya çalışıyorlar. Liman bölgesinde Symi’nin güzel, değişik heykellerini de göreceksiniz.
Huzur dolu ambiyansı var
Artık Symi’nin tarih müzesi de açıldı ve müzede bazı güncel sergileri ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca 13 tane büyük kilise ve onlarca küçük şapel bulunuyor. Bazıları tarih olarak Bizans dönemine kadar uzanır.
Biz ilk önce, adanın saat kulesinin altındaki gölgelik bölgeye gitmeye karar veriyoruz. Orası her zaman esintili ve serin oluyor. Hemen denizin kıyısında oturabiliyorsunuz. Eskiden burada harika bir çakıl taşı plaj vardı ve minik, salaş bir restoran. Günümüzde ise, eski kral Nireus’un adını almış modern ve çok bakımlı bir otel burayı işletiyor. Çok güzel bir iskele kafe ve restoran var. Dileyenler yine buradan denize girebiliyorlar.
Ortam değişmesine rağmen o kadar tatlı ki. Ben dayanamayıp otelin önünden hemen eski plajımın olduğu yerden denize giriyorum. Deniz mavinin değişik tonlarında pırıl pırıl parlıyor. Birbirinden ilginç balıklar adeta dans ediyorlar. Ayrıca, bulunduğumuz yerden limana giren çıkan tekneleri de görebiliyoruz. Deniz sefasından sonra bir de eski günlerin anısına elbette Symi’ye özel olan karides ve balık sipariş ediyoruz.
Mekan o kadar keyifli ki, bir yandan Symi’nin güzel konaklarını seyrediyoruz, diğer yandan limandaki coşkuyu, balıkçıların, esnafların birbirine seslenişlerini dinliyoruz. Huzur dolu, güzel bir ambiyansı var buranın.
Rodos’a dönmeden önce azur mavisi muazzam bir güzelliği olan Symi’nin Agios Georgios (St George Bay) Koyu’na gidiyoruz. Buraya sadece özel izini olan tekneler girebiliyor. Doğa harikasının güzelliğini ve rengini size anlatamam. Bize burada 45 dakikalık bir yüzme molası veriyorlar. Elbette bir dakika bile beklemeden bu şahane koyun serin sularına kendimi atıveriyorum. Bu muhteşem doğa ile kucaklaşmak ne kadar özel, ne kadar kıymetli. Tüm mola boyunca sudan hiç çıkmıyorum ve bu mavi denize doyamıyorum. Ama 45 dakikalık bu cennette yüzmek sonuçta yetmiyor. Bir kez daha gelebilmeyi dileyerek teknemize biniyorum.
Ülkemize komşu olan hatta bir dönem ülkemizin birer parçası olan bu kıymetli adaları fırsatınız olduğunda muhakkak ziyaret etmenizi ve kendi deneyimlerinizi yaşamanızı dilerim.
Ben her gelişimde bu güzel adaların eski, o muazzam salaş köşelerini bulmaya, yaşamaya ve hatırlamaya gidiyorum.
Eminim bu harika coğrafyanın birer parçası olan bu adaları sizde çok seveceksiniz.