RODOS'UN SERİN YAYLALARI
Gelin ben sizi bu hafta muhtemelen hiç bilmediğiniz ve duymadığınız ama güzeller güzeli Rodos'un yemyeşil yaylalarına ve oradaki köylere ve tarihi yapılara götüreyim ve adanın bambaşka yüzünü size göstereyim

Deniz DİKMEN
Yeni bir keşfe bir ülkeye veya bir kente gittiğimizde elbette bölgenin doğal güzellikleri bizi her zaman etkiler. Ama, bu güzellikler eğer renkli bir kültür ve tarih ile birleşirse o destinasyonun kendine has muhteşem bir ruhu ve derinliği olur. Bu da mekanı unutulmaz ve özgün kılar. Biz de gezilerimizi planlarken her daim gittiğimiz yerin farklı dokusuna girmek orayı hissetmek isteriz. İnsanını, geleneklerini, tarihini, kültürünü anlamaya çalışırız zira bu bilgiler ve izlenimler kendimize hayata dair çok şey anlatır ve öğretir.
Rodos Adası’na belki bir çoğunuz gitmiştir. O güzelim limanı ve eski kenti gezmiştir. Birbirinden güzel kumsallarını ve masmavi koylarını görmüştür diye düşünüyorum. Çoğunlukla turistler Rodos – Faliraki – Lindos yani adanın doğu yakasını bilir veya batı yakasında Rodos’a çok yakın olan Ixia bölgesine gider. Çoğunlukla yabancıların 3 S olarak adlandırdığı Kum, Güneş ve Deniz tatili yapılır Rodos’ta.
Gelin ben sizi bu hafta muhtemelen hiç bilmediğiniz ve duymadığınız ama güzeller güzeli Rodos’un yemyeşil yaylalarına ve oradaki köylere ve tarihi yapılara götüreyim ve adanın bambaşka yüzünü size göstereyim.
Güzel sıcak bir yaz günü Rodos’tan yola çıkıyoruz, adanın batı yakasındaki dağlık alanlara doğru yol aracımızı sürüyoruz. Hedefimiz bu sefer bölgenin yaylalarını keşfetmek. Destinasyonlarımızdan bir tanesi ise, Rodos’ un yaklaşık 40 km güney batısında bulunan Champo Chiaro veya günümüzün adıyla Eleousa’ya gitmek. Aylardan Haziran ve hava 27-28 derecelerde ve sıcak.
Faliraki’den sonra Epta Piges (Yedi pınar) sapağından sağa dönüp yavaş yavaş ıssız dağlık yollardan yukarıya doğru tırmanıyoruz. Tek tük bizim gibi gezginler ile karşılaşıyoruz. Her yer yemyeşil. Dağlarda meşe, köknar, kayın ve sedir ağaçları, yükseklerde kızılçam, karaçam ağaçları ve servi ağaçları bulunuyor. Düzlüklerde ise, kayısı, zeytin, incir ağaçları var. Her yerde muhteşem kokularıyla ada otu, kekik, çayır çiçeği, zakkum gibi Akdeniz’e has bitkiler, Rodos’un endemik çiçekleri ve otları yetişiyor. Doğa buralarda muhteşem bir şekilde coşmuş.
Çam ormanların içinde köy
Yolumuzun üstünde önce küçük bir çiftliğe denk geliyoruz. Burada birçok yabani eşek ve keçi yaşıyor. Tavuklar da onlara eşlik ediyor. İşletme aynı zamanda arıcılıkla da uğraşıyor. Aracımızdan inip sevimli sıpaları ve anneleri eşekleri sevmeye gidiyoruz. Okşanmak istedikleri için devamlı başlarını bize uzatıyorlar. Ambiyans çok tatlı.
Onlara veda edip çiftlikten ayrılıp tekrar yolumuza devam ediyoruz. Çam ormanların içinde Champo Chiaro köyüne varıyoruz. Champo Chiaro deniz seviyesinden yaklaşık 300 metre yükseklikte Profitis İlias Dağı’nın eteklerinde bulunan küçük bir köy, aslında daha doğrusu günümüzde bir hayalet köy demek lazım.
1912 yılında Rodos Mussolini’nin kontrolünde İtalyanların eline geçiyor. O dönemlerde İtalya’dan binlerce insan, özellikle Kuzey İtalya Bölgesi’nden Rodos Adası’na gelip yerleşiyor. Mussolini adanın Akdeniz havzasında önemini biliyor ve adayı stratejik bir merkez haline getirmek istiyor. 1930 lu yıllarda kendisi adaya İtalyan kültürünü getirmek ve adayı modernleştirmek istiyordu. Bu vesile ile Rodos’a hastaneler, su kemerleri, elektrikli aydınlatma sistemleri ve benzeri hizmetler getirildi.
4 İtalyan köyden bir tanesi
Bu çerçevede 1935 yılında da Campo Chiaro Köyü (parlak alan) bir örnek köy olarak kuruldu. Italya’dan gelen keresteciler ve tarım konusunda ehil olan insanları bu köye yerleştirip adanın tarımını kontrol etmeleri , bu bölgenin dağlık alanını ağaçlandırmaları ve aynı zamanda İtalya’daki o döneme ait rejimin propagandasını yapmaları isteniyordu. Campo Chiaro bölgede aynı amaçla kurulan 4 İtalyan köyden bir tanesiydi.
Böylece Campo Chiaro’ya bugün gördüğümüz dörtgen şeklindeki ağaçlarla çevrili köy meydanına bir okul, bir sağlık merkezi, dükkanlar, bir sinema, bir kilise, bir idari bina ve İtalyan Faşist Partisi’nin yönetim binası yapıldı. Köye yerleşen her İtalyan aileye ise birer arsa ve dolgun birer maaş verilmişti.
1936 yılında ise Mussolini’nin yeni atadığı bir vali ile birlikte ada ağır bir şekilde silahlandırılmaya başlanmıştı ve Champo Chiaro köyü de bu vesile ile bir askeri üse çevrilip İtalyan ordusunun ihtiyaçlarına göre düzenlenmişti. II Dünya Savaşı sırasında Champo Chiaro’da yaklaşık 20 bin İtalyan asker görev yapıyordu .
1939 yılında ise, İngilizler adaya ayak bastığında Camp Chiaro’daki köy halkı huzursuz olmaya başlamıştı. 1943 yılında ada tamamen Almanların işgaline uğrayınca köylerdeki ve adadaki İtalyanlar da Rodos’u terk etmişlerdi. Campo Chiaro boşalınca bu sefer köy Almanların eline geçmiş ve Almanların askeri üsü olarak kullanılmaya başlanmıştı. 1947 yılında Rodos Yunanistan topraklarına dahil edildiğinde ise, kayıtlara göre son İtalyan aile adayı terk etti. Champo Chiaro’nun ismi Eleousa olarak değiştirildi ve köyün katolik kilisesi bir ortodoks kilisesine dönüştürüldü ancak köyün cemaatı kalmamıştı.
Köyün girişinde aracımızdan iniyoruz ve bu hayalet köyü gezmeye başlıyoruz. Çamların arasında aslında konumu o kadar güzel ki. Tüm binalar kilise haricinde boş ve her yerde yeller esiyor. Ancak, hala geçmiş tarihin izlerini görebiliyorsunuz. Gözünüzün önüne o dönemi anlatan filmler geliyor. Köy zamanında ne kadar özenerek ve ihtişamla inşa edilmiş. Oysa bugün, binaların İtalyan balkonları paslı, merdiven ve avlular ıssız ve öksüz, bina girişlerinde kapılar açık ve rüzgarda sallanıyor. Köy terk edileli neredeyse 100 yıl olmuş ama sanki köy daha yeni bir zamanda terk edilmiş gibi görünüyor.
Kilisenin merdivenlerinden yukarı çıkıyorum. Tek bakımlı ve kullanılan bina burası ve merdivenlerden tüm meydanı görebiliyorum. Ne kadar güzel bir mekanmış burası ve bu şekilde ziyan olması ve viraneye dönmesi ne kadar üzücü. Binaların bakımı yapılsa, burası muhteşem bir yer olur ve turizme kazandırılabilir. Ama Rodos halkı bu köyü savaşların bir abidesi olarak öylesine köhne bırakmış. Tarihçesi de çok enteresan ve dokunaklı. Hüzünlü köyü arkamıza bırakarak tekrar yolumuza koyuluyoruz. Sürprizlerle dolu yolumuza devam ederken Campo Chiaro’nun az ilerisinde muhteşem kocaman fıskiyeli bir su havuzuna denk geliyoruz. Çam ormanın içinde adeta bir vaha gibi olan 30 metre genişliğinde bu güzellergüzeli su havuzunda renkli balıklar yüzüyor. Havuza su Koskinisti Pınarı’ndan doluyor ve suyun rengi zümrüt yeşili renginde.
Büyüleyici bir yer
Burası o kadar büyüleyici bir yer ki. Bu su havuzu zamanında Campo Chiaro’nun su deposu olarak kullanılıyormuş ve köyün içme suyu buradan tedarik edilirmiş. Günümüzde Avrupa Birliği’nden gelen fonlarla havuzu restore edip koruma altına almışlar. Ayrıca bu su havuzunda Rodos Adası’nın endemik türü olan renkli Ghizani Balığı yetiştiriliyor ve koruma altında tutuluyor. Aracımızdan iniyoruz. Etrafımızdaki çam ormanı, havuzun çevresinde dev çınar ağaçları, suyun rengi, herşey yemyeşil. Burası adeta güzide bir cennet bahçesi gibi.
Havuz başında serinledikten sonra tekrar aracımıza binip yolumuza devam ediyoruz. Çok kısa bir aradan sonra bu kez 15inci yüzyıla ait Bizans döneminden kalma Aziz Nikola Kilisesi’ne geliyoruz. İçindeki ikonların yüz yıllardan beri aynı canlılıkta kalması ve bekçisi olmayan bu tarihi binanın duvarlarına kimse aşkını kazımaması tarihe verilen saygının eğitimin bir parçası. Hiç bir yerde “Yorgo Heleniyi seviyor” diye tarihi değerlere çirkince kazınmiş bir yazı yok. Bu tarihi binayı da görmenizi tavsiye ederim.
Bu muhteşem köy yolların ve yaylaların devamında ise Empona köyüne varıyoruz ve bir güzellik daha burada bizi bekliyor.
1929 İtalyan yapımı Elafos Oteli çamların arasından bize göz kırpıyor. Elafos aslında ‘geyik’ anlamına geliyor. Bu dağlarda Rodos’a has olan “dama dama” geyiklerine atıfta bulunuluyor. Otelin konumu ve mimarisi çok güzel ve hala eski tarihi izlerini taşıyor. Hemen otelin yanında Bizans dönemine ait Profitis İlias ( İlyas ) Manastırı bulunuyor. Rivayete göre İtalyan döneminde İtalyan subaylar ve üst düzey görevliler bu otelde misafir ediliyordu. Almanların işgal döneminde ise, otel askeri hastahane olarak kullanılmış. Bugün otelin çok şık yerel ve uluslararası misafirleri var. Bu muazzam ambiyansta otelin bahçesinde kahvelerini yudumluyorlar. Biz de otelin bahçesinde keyifle birer dondurma yedikten sonra rotamıza devam ediyoruz.
Yol bizi muhteşem güzellikteki ağaçların arasında kıvrıla kıvrıla giden serin dağ yollarından önce Siana’ya götürüyor. Siana’daki köy meydanını ve renkli Siana Panteleimon Rum Ortodoks Kilisesi’ne vakit ayırıp burayı da görmenizi ve meydanda belkide bir yemek yemenizi tavsiye ederim.
Siana’dan sonra yaylalardan aşağıya Monolithos, Appalakkia, Katavia ve ordan da hatta Prasonisi’ye kadar gidebiliyorsunuz. Gözlerinizi açık tuttugunuzda inanın ki her yerde görülecek o kadar çok detay ve güzellik var ki. Doğadaki ağaçlar, bitkiler, muhteşem manzaralar, yol satıcıları, köy kahveleri, güzel restoranlar, yerel insanlar, üzüm bağları, arıcılar ve neler neler.
Bir gün Rodos’ta vaktiniz olduğunda bu serin yaylalara çıkmanızı ve bu dünya tarihi için önemli ama gizli kalmış mekanları görmenizi ve adanın ruhunu özümsemenizi tavsiye ederim.
Hala yerel esnafa sorduğunuzda, dünya savaşı döneminde bu dağlarda ve köylerde yaşanan tarihi dramları, halkın nasıl birbiriyle yardımlaştığını anlatıyorlar.
Belki de sadece güzel bir mekanda ortamın keyfine varmak istersiniz ama, her şekilde adanın bu serin ve yemyeşil yüzünü de görmenizi öneririm zira çok seveceksiniz.