SON DAKİKA
Turizm Pazar 28 Aralık 2025 02:36

ORTA ASYA'NIN AKÇAM AĞACI

Senenin son günlerini yaşıyoruz artık. Bir yıl daha sona eriyor ve yeni bir yıla girmenin heyecanını yaşıyoruz. Bu yazımda sizi atalarımızın yaşadığı Orta Asya'nın bozkırlarına götürmek istiyorum

Orta Asya'nın akçam ağacı

Deniz DİKMEN

Burası Rusya’nın, Stalin döneminde Türkistan olarak tanımladığı ve yüzyıllardır Türk boyların yaşadığı Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Rusya, Moğolistan ve Çin topraklarının coğrafyası. Defalarca gittiğim ve çok etkilendiğim bu bölgede Avrasya’nın bozkırları, ılıman otlakları, savanları, çalılıkları, dağları ve nehirleri uzanır. Eski Türk boyları coğrafi zor koşullar gereği bu bölgede göçebe hayatı yaşamış, yazın ‘yaylak’, kışın ise ‘kışlak’ adını verdikleri yerlerde kurdukları ve süsledikleri çadırlarda ve hayvanlarıyla birlikte yaşamışlar. İslamiyet öncesi Şamanizm ve Animizm’e dayanan Tengricilik dinleri ve inançları bu bölgede yaşanmış. Bozkırlarda süt, ayran, kımız, yoğurt, kurut, et tüketir ve bolca börek, pişi, mantı tarzı hamur işleriyle beslenirlerdi. 

Kökeni aslında Doğu Asya’da olan bizim de Anadolu topraklarında kendi kültürümüz olarak bugüne gelen ancak, yaşadığımız şu yıllarda evrensel bir değer haline gelmiş çok fazla yaşatılan gelenek var. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne ve Moğolistan’a çok kez gittim ve gördüm ki, günümüzde hala yaşatılan geleneklere, kültürel alışkanlıklara ve doğunun da engin bilgisine ve bilime verdiği öneme hala rağbet ediliyor yaşatılıyor. Bazı geleneklerin, bilgilerin nasıl doğu kültürlerinden batı kültürüne evrildiğini öğrenme fırsatım da oldu. 

Örneğin, Altay Türklerinin ve Anadolu’da da bir göbek bağını gömme geleneği vardır. Bu gelenek Umay kültüründen gelmektedir.  Zira Umay bu eski kültürde hem bebekleri hem lohusaları koruyan bir tanrı ve aynı zamanda bebekle birlikte açığa çıkan plasentanın ismiydi. Kazak ve Kırgız kadınları plasentayı toprağa gömer ve tütsülerdi. Göbekbağını ise, bir ağaç kabuğuna sarıp çadırlarına yakın bir bölgeye gömerlerdi.

Doğa eski kültürlerde çok önemliydi. Doğadaki olaylar, mevsimler ve gökyüzü insana yol gösteriyordu. Özellikle gökyüzü ve evren gizem dolu, insan için en ulaşılmaz olguydu. Gökyüzündeki hareketler, güneş, ay ve yıldızlar çok dikkatlice takip ediliyordu.

Bu nedenle Türk kavimleri de bozkır olan yaşam alanlarında yönlerini ve yollarını bulmak için gökyüzünü ve güneşi kullanırlardı. 

asya-2

Ayın önemi

Ayın gökyüzündeki görüntüsünün her evresinin ayrı bir anlam ve önemi vardı. Örneğin, bazı özel kutlamalar sadece yeni ay veya dolunayda yapılırdı. Yakutlar düğünlerini sadece yeni ay zamanı yaparlardı. Gökyüzündeki tüm cisimleri gök tanrı Tengri ile bağlantılı görüyorlardı. Altay Türkleri ay ve güneşi oluşturan tanrı Ülgen’in bir dağda oturup güneşe ve aya dokunabildiğine inanıyordu. Türkler Oğuz Kağan’ın soyunun Ay Ata’ya gidebildiğine inanır ve bu nedenle kullanılan isimlerde ‘ay’ sözcüğü çok bulunurdu örneğin ‘Ayhan, Aysun, Aydın’ gibi. Eski Türk geleneklerinde lohusa kadına doğumdan sonra kırmızı kurdele takılırdı, yastığının altına kurt derisi veya bıçak yerleştirilirdi, odada soğan sarımsak bulunurdu. Bu önlemlerle lohusa kadının albastı veya albıs adındaki kötü ruhtan korunduğuna inanılırdı. Çünkü, bu kötü ruhun kırmızı renkten, demirden, ateşten ve silah sesinden korktuğunu düşünürlerdi.

Eski Türklerde gök tanrı evrenin efendisiydi. Ona dua edilir, senede iki kez törenler düzenlenir, beyaz bir at kurban edilirdi. Önem arz ettikleri her olaydan sonra kurban kesilirdi. Doğu kültüründe 7 , 9 ve 40 sayısı çok önemliydi. Bunun kökeni yine gökyüzündeki cisimlerle bağlantılıydı. Büyükayı takımyıldızı yedi yıldızdan meydana geliyor, gökyüzünün yedi kattan ibaret olduğuna inanılıyordu. Hayat ağacı dokuz dallı olarak tasvir edilirdi. Bu olguyu da günümüzde farklı kültürlerde ve dinlerde görmek mümkün. 

İnsanlar gök tanrıya inandıkları kadar akarsuların da ruhu olduğuna inanırdı. Akarsular gökyüzüne göre daha yakın olduğu için insanlar onlarla daha kolay iletişim sağlayabiliyor ve sudan medet umarlardı. Dertlerini suya anlatırlardı, suyun arınma gücüne inanırlardı. Gelin baba evinden ayrıldığında arkasından su dökülür, eşinin evine girerken su testisi kırılırdı. Bunlar eski kültürlerde suyun yaşamın içinde ne denli güçlü bir sembol olduğunu gösterir zira, su hayatta her şeyin başlangıcıydı ve kutsaldı.

Mitolojide doğuşun ilk günü Nevruz olarak kutlanırdı ve günümüzde birçok kültürde kutlanan bahar bayramına paralel bir olgudur örneğin Hristiyanların Paskalya Bayramı gibi. Eski Türk halklarında bu gün Ulu Gün olarak ta kutlanırdı.

asya-1

Ağaç önemli bir figür

Eski Türk kavimlerde elbette ağaç da çok önemli bir figürdü. Ağacın kovuğu tütsü yakmak için kullanılırdı ve örneğin, gerdek odasında kötü ruhları kovmak için kullanılırdı. Ağacın dallarına bezler bağlanır, dilekler tutulurdu ve ağaç dallarının çok hızlı büyümesinden dolayı bu dileklerin gökyüzüne ağaçlar vasıtası ile ulaştığına inanılırdı. Ağaçlar hem yaşamın kaynağı hem de dünyanın ekseni kabul edilirdi.

Yine eski Türk kültüründe demir de önemli bir öğeydi çünkü coğrafya olarak topraklarında bolca demir bulunuyordu. Demircilikle uğraşıyorlardı, silahlarını yapıyorlardı ve demir mitolojideki yersu kültüyle de bağlantılıydı. Güçlerini göstermek için Demir dövme töreni olurdu. Kötü ruhlardan korunması için ölülerinin üstüne demir örneğin bir bıçak koyarlardı. Eski bir yas töreni olan yuğ eski Türk kavimlerinde çok önemliydi. Bu yas törenlerinde özel olarak ağıt yakan ağıtçılar bulunurdu. Ayrıca bu törende kopuz çalar, danslar ederlerdi. Ak kıyafetler çıkarılır kara giysiler giyilirdi ve yas törenlerinde ölü aşı dedikleri özel yemekler hazırlanır ve ikram edilirdi. 

Hala kullanılan bir uygulama da düğün törenlerinde çiftin üstüne bolluk, bereket ve mutluluk için pirinç, bozuk para, çerez atılması geleneği de şamanizme dayanmaktadır. Ateş te aynı şekilde eski Türk geleneklerinde önemli bir semboldü. Ateşle oynanmaz, ateşin külüne basılmaz, ateşe su veya kan dökülmez. Ailenin ateşi ailenin ocağı olarak tanımlanırdı. “Baba ocağı” veya “ocağın sönmesin” terimlerinin kökeni bu anlayıştan geliyordu. Altay Türklerinde bir ev taşınacaksa eski evin ateşi, koru mutlaka yeni eve götürülürdü. Ateşin ruhu olduğuna inanılır, gıdasının odun, dumanın ise, nefesi olduğu düşünülürdü. Ateşin sönmesi uğursuzluk kabul edilirdi. Yakutlarda evlilik sönmeyecek bir ateşin yanması olarak tanımlanırdı. Bu nedenle gelin kocasının evinde ocağa selam verir, ateşin üstünden atlar, mumlar yakılırdı. Günümüzde dünyanın her yerinde düğün törenlerinde dekoratif amaçla da olsa mumlar yakılır. Anadolu’da da mumlarla çeşitli gösteriler yapılıp “çayda çıra” oynanır. Nardugan ise eski Türk toplumların kutladığı bir bayramdı. Başkurt, Kazan Tatarları ve Çuvaşlar bu bayramı 21 Mart’ta, Kreşinler ise 7-12 Ocak’ta kutlarlardı. 21 Aralık kış gündönümü gününde de Nardugan kutlanırdı.

asya-3

Güneşin doğduğu bayram

Moğol dilinde nar “güneş”, tugan ise ‘doğan’ anlamını taşıyordu ve bu nedenle Nardugan aslında Güneşin doğduğu bayram anlamına geliyordu. Yılın en uzun gecesinde güneşin geceyi yendiği ve tekrar doğmaya başladığına inanılırdı günler tekrar uzamaya başlardı.

Meşhur Sümerolog bilim insanımız Muazzez İlmiye Çığ’ın kıymetli araştırmalarına göre, Türkler İslamiyet öncesi Nardugan Bayramı’nı Avrupa, Asya ve Sibirya topraklarında o dönem pagan topluluklar olarak kutluyordu. Nardugan Bayramı ise, Antik Yunan Dionysos ve Roma’nın Satürnalya kış gündönümü kutlamalarıyla kültürel olarak örtüşüyordu.

Orta Asya Türk geleneğinde “Hayat Ağacı” kışın dahi yapraklarını dökmeyen ve daima yeşil kalan kutsal Akçam ağacıydı. Eski Türk geleneğinde yeryüzünün ortasında büyük bir Akçam ağacı bulunur ve ağaç, gökyüzünde Ülgen'in sarayına kadar uzanır. Akçam ağacını eski Türk halılarında motif olarak ta görebilirsiniz.

Eski Türk geleneklerinde Akçam ağacını süsleme kültürü, günümüzde yılbaşında Çam ağacı süslemesi, Doğudaki Ayaz Ata figürünü ise, Batı’daki Noel Baba figüründe görebilirsiniz. Hatta Muazzez İlmiye Çığ bunun Türk kültüründen devşirme olduğuna dikkat çekmiştir.

Sonuçta insan ve doğa her kültürde esas. Dünyanın her yerinde doğanın sembollerini ve etkilerini tüm kültürlerde görebiliyorsunuz. Bunların benzer olması da gayet normal. İnsan her yerde duygularıyla, inanışlarıyla, düşünceleriyle, özünde bir yerde aynı.

Bu satırları size yazarken ister istemez aklım o muhteşem Orta Asya ve Moğol bozkırlarına gidiyor. Günümüzde o yerel coğrafyalarda bu gelenekler ve yaşam aynen devam ediyor. Asırlardır devam eden bu inanışların ve kültürel alışkanlıkların günümüzde evrensel olduğunu görüyoruz çünkü başka kültürlerde de hayat bulmuş ve devam ediyor. 

Eğer bugüne kadar henüz gitmediyseniz, dünya değişmeden bu ata topraklarına gitmenizi ve buradaki yerel kültürü deneyimlemenizi öneririm. Size güneş, ay ve yıldızlar gibi parlak, nar ve sular seller kadar bereketli, gökyüzü kadar aydınlık ve engin güzelliklerle dopdolu bir yeni yıl dilemek istiyorum. Dünyamıza barışın, bereketin ve huzurun geri döndüğü güzel yeni bir yıl olmasını yürekten temenni ederim. Seyahatleriniz, gezileriniz bol olsun. 

ABONE OL