SON DAKİKA
Savunma Pazar 22 Eylül 2024 13:50

MİLLİ İLACIN 'FORMÜLÜ' SAVUNMA SANAYİ MODELİ

Türkiye reel sektörü açısından savunma sanayinin önemi bir başka. Tanklardan hava savunma ve füze sistemlerine, İHA'lardan SİHA'lara özellikle son yıllarda Türk firmaların tamamen yerli üretimi olan birçok teknolojik ürün, dünyanın pek çok ülkesine ihraç ediliyor. Aselsan'dan Roketsan'a, Havelsan'dan TUSAŞ'a birçok Türk firması bu sektörde dünyada ilk sıralarda yer alıyor.

Milli ilacın 'formülü' savunma sanayi modeli

Türkiye’nin savunma sanayi gibi bir başka stratejik sektörü de ilaç sanayi. Bu sektörde İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’na üye 53 firma faaliyet gösteriyor. Aralarında Cumhuriyetten daha eski olanlar var. Ancak Türkiye halen kendi ilacını üretebilmiş değil. Türkiye’nin 2010’lu yıllarda başlattığı “Milli İlaç” projesinin başında bulunan ve ABD Boston merkezli varlık yönetimi ve yatırım şirketi Appleton Partners’ın Yaşam Bilimleri Departmanı Direktörü Dr. Kemal Oğuz Kalafat, Türkiye’nin kendi ilacını üretmesi için gerek Ankara’yla, gerek üniversitelerle, gerekse ilaç sektörüyle yoğun bir temas içinde. Savunma sanayi gibi ilaç sektöründe de devletin öncülüğüne gerek olduğunu savunan Kalafat, “Savunma sanayinde kendi teknolojilerini üreterek dünyada ilk sıralarda yer alan firmalarımız var. Bu, devletin bu işi sahiplenmesiyle oldu. Kendi ilaç ve diğer sağlık bilimleriyle ilgili yeni teknolojilere ulaşma konusunda sektör ve bileşenleri sahipsiz. Tribünlere oynayan beyanatların dışında ciddi, altyapısı oluşturulmuş bir strateji yok. Cumhurbaşkanımız bu iş için sürdürülebilir milli bir stratejinin oluşturulmasını sağlamalı. Sadece beşeri ilaçların lisansı için yurtdışına yılda yaklaşık 7 milyar dolar ödüyoruz. Bunun tarım ve beşeri olmayan hayvansal ilaçları var. Üstelik bunun alıcısı da devlet” diyor.

HER ÜLKENİN STRATEJİSİ FARKLI

Bugün ilaç üreticisi şirketlerin hepsinin arkasında devletin olduğunu vurgulayan Kalafat, örneğin Hindistan’ın açık açık, hiçbir kurala uymadan ilaçları taklit yoluyla halkına temin edeceğini söyleyerek, kendi molekülünü geliştirdiğini hatırlatıyor. İlaç sektöründe dünyanın en önemli üreticileri olan Güney Koreli, Japon ve İsrailli firmaların arkasında da yine devlet desteğinin olduğunu kaydeden Kalafat, şu bilgileri paylaşıyor:

“Güney Kore hükümeti Samsung ve Hyundai’yi bu konuda destekledi. Bunların bünyesinde devasa ilaç firmaları var. Kanser ilaçlarının üretiminde dünyada söz sahibi olan bunlar. Japonya’nın da kendi ilacını üreten devasa firmaları var. Japon hükümeti bu firmaları yapay zeka gibi yeni teknolojilere adapte olmaları için yeniden destekleme kararı aldı. Kendi molekülünü geliştiren İsrailli firmaların arkasında ise ülkenin silahlı kuvvetleri var.”

“3-4 YILDA KENDİ MOLEKÜLÜMÜZÜ ÜRETİRİZ”

İrlanda, Çekya, Polonya, Rusya gibi ülkelerin de kendi ilaçlarını üretmek için çaba gösterdiklerini belirten Kalafat, devletin öncülüğünde bir yapı oluşturulması halinde Türkiye’nin 3-4 yılda kendi ilacını üretebileceğini söylüyor. Kalafat, “Cumhurbaşkanımız, üstüne basarak söylüyorum, ilaç firmalarının patronlarını bir araya getirip, kararlı olduğunu göstermeli. Devlet bu iş için sembolik bir kaynak ayıracak. Gerisi özel sektörden gelir. Yabancı yatırımcılar böyle bir proje için de Türkiye’ye çekilebilir” diye konuşuyor.

Dünyanın önde gelen üniversitelerinde kürsüsü olan, bu üniversitelerin laboratuarlarını yöneten Türk bilim insanlarının olduğunu vurgulayan Kalafat, hükümetin bu bilim insanlarını Türkiye’ye bu tür bir strateji ile çekebileceğini vurguluyor. Ancak ne hükümette ne de muhalefet partilerinde böyle bir çalışma olmadığını belirten Kalafat, “Türkiye’de ilaç sanayi devlete bağımlı. Avrupa ve ABD’de ise bizdeki kadar değil. Bu yüzden ilaç sektörü siyasetten etkileniyor. Bu da sektörün bölünmesine neden oluyor” tespitinde bulunuyor.

Türkiye’nin kendi alacını geliştirmesinin önemli bir başka ayağının da üniversiteler olduğunu dile getiren Kalafat, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Üniversitelerin kuluçka veya teknoloji transfer merkezleri, öğrencilerin geliştirdiği fikirleri sanayi ile işbirliği aşamasına taşıma konusunda çok önemli. Fakat derinliği ve bağımsızlığı olmayan üniversitelerden bu tür fikirler çıkmaz. Ne yazık ki Türkiye’deki üniversiteler yetersiz. Fikri olan öğrenciler, bunu yurtdışındaki üniversitelere götürüyorlar. Çünkü üniversitelerinde bunu geliştirebilecekleri bir yeti, bir derinlik ve ortam bulamıyorlar. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında Türkiye’den hiçbir üniversite yok. ABD’de TÜBİTAK benzeri kurumlar proje geliştiriyor. Bugüne kadar TÜBİTAK’tan gelen ve ticarileşen bir ilaç projesi yok.”