MASADA KALESİ
Bu haftaki yazımda sizi Orta Doğu'nun çöllerine götüreceğim . Aylardan Mart yani kışın son ve baharın ilk günleri . Bu mevsim Orta Doğu için güzel bir mevsim çünkü havalar aşırı sıcak değil ve tam gezmelik . Güneş var ama sizi rahatsız etmiyor.

Kudüs’ten yola çıkıp güneye doğru yol alıyoruz. Yolda etraftaki coğrafyayı izleyince insan geçmiş asırlarda insanlar bu dağları, tepeleri ve özellikle çölleri nasıl aşmışlar diye düşünüyor çünkü yeri geliyor onlarca kilometre boyunca tek bir ağaç bile yok.
Kurak ve ağırlıklı taşlık bir coğrafya hakim. İnsanlık tarihi ve dinler tarihi için bu mekanlar çok önemli. Bu nedenle farklı dinlerden buraya gelen çok sayıda ziyaretçi var. Çünkü, gerek Hazreti Musa, gerekse Hazreti İsa’nın ayak bastığı ve İncil’e ve Tevrat’a göre bazı mucizelerin vukuu bulduğu yerler buralar.
Örneğin, yolumuzun üstünde Jericho’ ya uğruyoruz . Burası Hristiyanlar için kutsal bir mekan çünkü İncil’ e göre bu dağda şeytan Hazreti İsa'yı üç kez günah işlemeye zorlamış fakat Hazreti Isa her seferinde şeytanı refüze etmiş. Bu olaydan sonra melekler kendisine görünmüş ve oruç tutan Hazreti İsa’ya yemek getirmişler . Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde keşişler buradaki mağaralara şapeller, odalar ve kilerler yapmışlar fakat zaman içinde burası kayanın içinde büyük bir manastır haline gelmiş. Günümüzde Hıristyan dinine inananlar bu Günah Tepesi’ndeki manastırı ziyarete geliyorlar . Burası bizim için yol üstünde sadece bir ara durak çünkü asıl hedefimiz İsrail ‘in güneyinde bulunan tarihi Masada Ulusal Parkı.
Kudüs’ten Masada ‘ya yaklaşık 100 km'lik bir yolumuz var. Bu yol yaklaşık iki saate yakın sürüyor . Otobüsümüzde yolu seyrede seyrede gidiyoruz . Yol boyunca sol tarafımızda Ölü Deniz bize eşlik ediyor . Dağlar tepeler bir yandan sapsarıyken aradan Ölü Deniz Suyeşili muhteşem rengiyle güneşte parlıyor. Yollar ıssız. Turistlerden başka buralara pek uğrayan yok.
Ölü Deniz ise, deniz seviyesinin 400 metre altında bulunan dünyanın en tuzlu denizlerinden bir tanesi . Bu göldeki su normal okyanuslara göre on kez daha tuzlu ve dolayısı ile suyun kaldırma kuvveti çok güçlü. Yani bu suda batma şansınız sıfır ve aynı zamanda tuz oranı o kadar yüksek ki, ne hayvanlar ne bitkiler gölün tuzlu ortamında yaşayamıyor . Bu nedenle de bir iç denizin olan yerin adı “Ölü Deniz” diye geçiyor .
Ölü Deniz’de yüzmekte imkansız . Suya girdiğinizde suyun üstünde süzülüyorsunuz . Eğer yüksek tansiyon gibi rahatsızlığınız varsa suyun içinde uzun süre kalmanız çok sakıncalı. Çünkü, suyun tuzu bedeninize nüfuz ediyor ve tansiyonunuzun yükselmesine sebep oluyor. Kısa süreli suya girip ve bu suyun özelliklerini deneyimlemek ise mümkün . Diğer yandan Ölü Deniz’in dibindeki çamur cildi güzelleştirmek için kimyasal sanayii de kullanılıyor . Eski çağlarda ise Mısır ‘da Ölü Deniz’in çamuru mumyalama işlemlerinde kullanılıyordu.
Otobüsümüzün camından manzaraları keyifle seyrede seyrede gidiyoruz . Ölü Deniz’in karşı kıyısı ise Ürdün . Öğleye doğru çok merak ettiğim Musevi Çölü’nün doğu kıyısında bulunan çok gizemli Masada ’ya varıyoruz.
Yoldan bakınca önce lokasyon ile ilgili pek birşey anlaşılmıyor. Çok çorak, dağlık bir bölgede kayalık bir platonun üstünde bulunan tarihi bir kale ve bu kalenin de çok dramatik bir hikayesi var.
Ancak otobüs ’ten indiğimizde artık öğle güneşin sıcağı yüzümüzü yakıyor ve başımızı kaldırdığımızda 400 metre yükseklikte kayaların üstündeki kale ve antik şehirin kalıntılarını görüyoruz . Kayaların dibinde yukarıya doğru tırmanan ‘Path of Snake’ denen Yılan Yolu var.
Burası oldukça dik bir yokuş, fakat yürüyerek kaleye çıkmak isteyenler için güzel bir seçenek. Yılan Yolu Masada ’ya çıkan tarihi ve çok İkonik bir patika . En güzeli ise buradan yürürken hem çevredeki çölü hem de yaklaşık yirmi kilometre uzaklıktaki masmavi Ölü Deniz’i seyrederek ve buranın havasını soluyarak yukarıya doğru tırmanmak ve zorlu bir çıkıştan sonra kaleye varmak olsa gerek.
Havanın sıcaklığından ve vaktimizin biraz kısıtlı olmasından dolayı biz kayalıklara çıkan büyük teleferiği tercih etmek durumdayız . Tepeye çıkınca inanılmaz bir manzara bizi bekliyor . 360 derece bütün çevreyi görebiliyoruz. Bir yandan kızıl kayalardan oluşan dağlar , diğer yandan uçsuz bucaksız kocaman sapsarı renkte bir çöl ve karşıda masmavi ince uzun bir deniz şeridi.
Teleferikten indiğimiz noktadan itibaren bir yol bizi doğrudan tarihi şehirin kalıntılarına götürüyor . O kadar heyecanlıyım ki.
Masada ilk Herodot döneminde Romalılar tarafından MÖ 37 yılında kurulmuş antik bir kent.
O dönemde kale, biri Kuzey Sarayı diğeri Batı Sarayı olmak üzere, içinde iki tane Roma sarayı barındırıyordu.
Kalenin etrafında ise kazamat denilen çifte koruyucu duvar bulunuyordu. Kalenin iç kısımlarında yağmur suyunu toplamak için su sarnıçları var. Roma Hamamları, kocaman havuz, barınaklar ise ilgimizi hemen çekiyor. Şehire dört giriş kapısı ile ulaşabiliyorsunuz. Yine bu kalenin içinde Sinagog ve daha sonraki zamanlarda Bizans dönemine ait bir Kilise bulunuyordu . Roma İmparatorluğu için Mısır ile Kudüs arasında Anadolu'ya giden yol üzerinde önemli bir güzergah ve stratejik bir lokasyon görevi görmüş bu kale.
Tarihi kentteki bu yapıların kalıntılarını tek tek geziyoruz ve insanların bu yoğun güneşin altında, bu çölün ortasında izole bir biçimde, medeniyetden uzak ve bu yüksek tepede nasıl yaşayabildiğine hayret ediyoruz . Yazın buradaki sıcaklığı düşünemiyorum . Mart ayında bile bu tepe sıcak ve esen rüzgarında etkisi ile oldukça kuru bir havası var . Güneş ışınları da diğer yandan taşların üstünde yansıma yaparak gözlerimizi kamaştırıyor.
M.S 66 yılında ise bu Roma İmparatorluğu'na ait olan kale, Musevi bir isyancı grup tarafından kuşatılıyor ele geçirilip burada yaşamaya başlıyorlar. Ancak ilerleyen yıllarda Roma İmparatorluğu pes etmiyor ve yakın çevrede bulunan diğer Musevi kuşatması altında olan yerleşimleri de geri alıyor. Sıra en son M.S 73 yılında Masada ’ya geliyor . Roma askerleri kayanın çevresini kuşatıyorlar ve Masada Kalesi’ne çıkabilmek için bir rampa inşa ediyorlar . Bu dönemde Masada ’da yaklaşık 960 Musevi'nin yaşadığı biliniyor. İsyancılar tüm çabalarına rağmen kaleyi Roma askerlerine karşı savunamıyorlar ve kaybedeceklerini anladıkları anda, Bu grubun başında olan musevi liderleri birer tarihi konuşma yapıp, halka teslim olmama çağrısı yapıyorlar. Halk liderlerinin çağrısına uyarak Roma askerlerine teslim olmaktansa intihar etmeyi yeğliyorlar ve hepsi toplu olarak intihar ediyor . Liderlerinin peşinden giderek halk bu şekilde Roma İmparatorluğun savaş esiri olmayı ret edip kendilerince ‘ özgürlüğü’ seçmiş oluyorlar.
960 kişiden geriye sadece iki kadın ve beş çocuk canlı olarak Roma askerlerin eline geçiyor.
İlk Roma ve Musevilerin arasında yaşanan bu savaşta insanların göstermiş olduğu cesaret Musevi Cemaati için mühim bir özgürlük hareketi olarak kabul edilip bir sembol haline gelmiştir.
İki bin yıl evvel Masada ‘ da yaşanan bu olay Musevi Kültür Kimliğinde kalıcı ve çok önemli yer almaktadır.
İki saat kadar bu antik kalede yürüyoruz ve ben gözümüm önünde burada yaşanan trajik olayları hayal ediyorum . İnsanlar özgürlükleri için gözlerini bile kırpmadan çoluk çocuk nasıl bir bedel ödemişler ve burada nasıl bir can pazarı yaşanmış . Düşündükçe tüylerim diken diken oluyor gerçekten 1300 yıl boyunca Masada’ya hiç el değmemiş ta ki 1960 lı yıllarda kale tekrar keşfedilinceye kadar.
2001 yılında ise Masada bir UNESCO DÜNYA MİRASI kabul edildi ve artık Masada Ulusal Park olarak geçiyor.
Güneş alnımızda ve yüzümüzü yakıyor . Son bir kez kayalardan tekrar aşağıya inmeden bu inanılmaz coğrafyaya ve manzaraya , karşıda bulunan Ölü Deniz’e göz gezdiriyorum. Bu olağanüstü tarihi olaylar aklımda çarpışırken, inanılmaz mekanın ambiyansını yaşıyorum . O günlerde yaşanan olayları 21.nci yüz yılda hissediyorum sanki.
Dünyadaki tüm Museviler bu olayı daima derin bir hüzün ama aynı zamanda halkları adına büyük bir onurla hatırlıyor.