"Yeşil lojistik" olarak adlandırılan bu yaklaşım, taşımacılığın doğaya olan etkilerini en aza indirmeyi ve daha verimli, çevre dostu bir lojistik altyapısı kurmayı hedefliyor.

Geleneksel taşımacılık yöntemleri, yoğun yakıt tüketimi, yüksek karbon salımı ve doğal kaynakların aşırı kullanımı nedeniyle çevreye büyük zarar veriyor. Ancak yeşil lojistik, bu döngüyü kırmak üzere elektrikli araçlar, biyoyakıt kullanımı, intermodal taşımacılık çözümleri (özellikle demiryolu ve denizyolu taşımacılığı) ve akıllı sistemlerle dönüşüm yaratıyor.

Yeşil lojistik yalnızca taşıma araçlarının değişmesiyle sınırlı değil. Depolama, ambalajlama, rota planlaması ve yükleme süreçleri de sürdürülebilir hale getiriliyor. Örneğin; güneş enerjili depo binaları, geri dönüştürülebilir ambalajlar, yapay zeka destekli rota optimizasyonları ve karbon ayak izini anlık takip eden yazılımlar, sektörün yeşil dönüşümünü mümkün kılan başlıca uygulamalar arasında yer alıyor.

Avrupa Birliği’nin 2050 karbon nötr hedefini temel alan Yeşil Mutabakat, ihracat yapan şirketleri de dönüşüme zorluyor. Bu nedenle özellikle sınırda karbon düzenlemesi kapsamına girecek sektörler için yeşil lojistik artık bir tercih değil, zorunluluk haline geliyor. Tedarik zincirinde çevresel sürdürülebilirliğe odaklanan şirketler, küresel pazarda daha fazla tercih ediliyor.

Doğru uygulandığında yeşil lojistik, uzun vadede maliyet avantajı da sağlıyor. Yakıt tasarrufu, daha verimli taşıma planları ve dijitalleşme sayesinde lojistik maliyetleri düşerken, markalar çevre dostu imajlarıyla hem müşteriler hem de yatırımcılar nezdinde prestij kazanıyor.

Yeşil lojistik, sadece doğayı değil, şehir yaşamını ve insan sağlığını da koruyan bir anlayış sunuyor. Gürültü, trafik yoğunluğu ve hava kirliliği gibi kent sorunlarının da çözümüne katkı sağlayan bu model, lojistiğin geleceğini yeniden tanımlıyor.

Artık çevreyle uyumlu, dijital destekli ve sürdürülebilir bir lojistik anlayışı, sadece trend değil; yeni norm haline geliyor.