Dolar $
33.69
%0.14 0.05
Euro €
37.15
%0.43 0.16
Sterlin £
43.7
%0.66 0.29
Çeyrek Altın
4450.19
%2.23 95.69
SON DAKİKA
Haber merkezi | Turizm Pazar 18 Ağustos 2024 02:08

LEYLEKLERİN KENTİ DİNKELSBÜHL...

Bu hafta sizi Almanya'nın en tatlı tarihi kasabalarından birine, Dinkelsbühl kasabasına, götürmek istiyorum. Ben bu kasabaya geldiğimde gözlerime inanamamıştım, adeta büyülenmiştim. Sizin de çok seveceğimizden eminim

Leyleklerin kenti Dinkelsbühl...

Deniz DİKMEN

Almanya’nın Bavyera Eyaleti’ndeyiz ve hava şansımıza muhteşem. Aylardan Ağustos ancak Almanya çok yağışlı bir ilkbahar ve yaz geçirdi. Seller, yağmurlar, fırtınalar birbirini kovaladı. Gökyüzü hep karanlık ve kapalıydı. Ancak, bizim yolculuğumuz esnasında hava güneşli ve 27-28 derece civarında oldu hep.

Akşamüstü Bavyera Eyaleti’nde Ansbach kentine yaklaşık 30 km mesafede bulunan Dinkelsbühl kentine varıyoruz. Dinkelsbühl kenti Würzburg kentinden Almanya’nın güneyinde Füssen kentine kadar uzanan  500 km uzunluğundaki Avrupa’nın meşhur Romantik Yolu’nda bulunuyor. Romantik Yol Almanya’nın en önemli tatil güzergahı ve ortaçağdan kalma, yüz yıllardır hiç bozulmamış tarihi kasabalardan oluşuyor. Eski çağlarda bu yol Almanya’nın orta kısımını ülkenin güneyini birbirine bağlayan ticari bir yoldu, bir nevi bizim Ipek Yolumuz gibi.

Günümüzde ise, Romantik Yol tarihi şatoları, kaleleri, kuleleri, surları, köprüleri, bahçeli ortaçağ evleri, çeşmeleri, kiliseleri ve doğal güzellikleri ile ziyaretçileri için muhteşem bir destinasyon.

Dinkelsbühl şehri ise, Romantik Yolun orta kısmında bulunan dokuzuncu yüzyılda kurulmuş bir kasaba. Dinkelsbühl eski bir Alman kelime ve ‘Dinkel Buğdayı’nın tepesi ‘ anlamına geliyor. Bu minik kasaba Wörnitz Nehiri’nin kıyısında bulunuyor ve 11bin kişi bu kasabada yaşıyor.

1273 yılında burası özgür bir emperyal kent ünvanı almış. Kasaba Almanya’nın 17inci yüzyıldaki 30 Yıllık Savaşı’nı ve daha sonra I ve II Dünya Savaşı’nı hiç hasar almadan atlattığı için orijinal haliyle günümüze ulaşabilmiş ve bu nedenle çok kıymetli.

Dinkelsbühl’e vardığımızda kasabaya Rothenburg Tor giriş kapısından geçiyoruz. Akşamüstü saat beş sıraları ve kasaba güneşin altın parıldayan ışık oyunlarıyla bizi karşılıyor.  Başka bir deyişle Kent günün altın saatini yaşıyor. Ağırlıklı pembe, kayısı rengi, sarı, açık mavi, beyaz ve kiremit rengi ortaçağdan kalma tek ve iki katlı evlerin yanından geçiyoruz. Her evin minik bir bahçesi var. Her ev çiçeklerle süslenmiş. Bahçelerde ağaçların üstü meyvelerle dolu ve hepsi sanki birer natürmort tablo gibi görünüyor. Evlerin önünde gül ağaçları açmış renkleriyle bizi büyülüyor. Camların önündeki çiçek kasalarından çok narin bir şekilde çiçekli bitkiler sarkıyor. Her evin pencelerinde çiçek arajmanı aynı renklerde ve kendine özgü. Pencerelerin hepsi çok tatlı desenli perdelerle, dekoratif unsurlarla süslenmiş. Evlerin girişleri de aynı şekilde büyük bir özenle dekore edilmiş. Yerler arnavut kaldırımı. Bütün evlerin boyası sanki daha dün boyanmış gibi pırıl pırıl.

alman-2

Masal diyarına gelmiş gibiyim

Bitkiler ve bahçeler o kadar bakımlı ki. Sanki her gün birisi gelip tüm düşen ve kuruyan yaprakları temizliyormuş gibi. Kendimi bir masal diyarına gelmiş gibi hissediyorum. Burası olağanüstü güzellikte ve dünyanın hiçbir yerinde buraya benzer bir lokasyon görmedim. Çok fazla insan ve araç olmadığından kasabada muhteşem bir sessizlik var. Doğa, tarih ve kent arasındaki armoni muazzam ve insanın ruhuna o kadar iyi geliyor ki. Evlerin sıcacık renkleri, yazın tatlı iklimi ve çiçeklerin güzelliği mükemmel. Günümüzde yaşadığımız o modern kalabalık, öfkeli, kirli ve hızlı yaşamın antitezi burası sanki.

Arabayla kasabanın içinden geçerken nereye bakacağımı şaşırıyorum. O kadar çok görülecek detay var ki. Sağ ve sol tarafta bazı evlerin altında şirin butik dükkanları görüyoruz. Büyük marketler veya ortamı bozacak herhangi bir yapı yok.

Tam kasabanın ortasında 15’inci yüzyıla ait Gotik tarzdaki St George Katedrali tüm heybeti ile karşımızda yükseliyor. Belediye binası, restoranlar, çiçeklerle süslü çok bakımlı antik çeşmeler, heykeller ve eski üstü ahşap kapaklarla kapalı kuyuların yanından geçiyoruz. Evlerin cephelerinde harika resimler ve süslemeler var.

Kasabanın çevresini 10’uncu yüzyıla ait 2500 metre uzunluğundaki surlar kaplıyor. Bu surların içine yerleştirilmiş 20 adet ortacağdan kalma kule ve 4 adet şehire giriş kapısı bulunuyor. 

Şehirin doğu giriş kapısı Wörnitztor, kuzey giriş kapısı Rothenburger Tor, batı giriş kapısı  Segringer Tor ve güney giriş kapısı Nördlinger Tor diye geçiyor.

Genelde bu tarz kentlerde belediyenin özel heyetleri tarihi yerleşimin tüm detayları ile ilgileniyor. Örneğin evler sadece belli renklerde boyanabiliyor ve bu renklere heyet karar veriyor. Reklam panoları ve benzeri detaylar kentte asmak yasak çünkü görselliği ve bütünlüğü bozuyor.

Sokak isimleri, kapı numaraları, otel ve restoran isimleri hep aynı stilde yazılıyor ki yerel mimari ile bütünlük olsun. Dinkelsbühl’de kullanılan yazı tipi eski Almanca’nın yazı tipi ve binalara ve kasabaya çok yakışıyor.  Anlayacağınız odur ki, bu tarihi kentler çok profesyonelce yönetiliyor, özel bir özen gösteriliyor ve kentlerin bakımı için de ciddi finansal destekler sağlanıyor. Ambiyansın ve tarihi dokunun bozulmasına hiç bir surette izin verilmiyor.

Otelimiz kasabanın tarihi bir iki katlı ve bahçeli evi. Bahçede kocaman bir armut ağacı, ıhlamur ağacı ve ceviz ağacı var. Ağaçların yaprakları yemyeşil ve ağacın üstü meyveler ile dolu. Bitkiler ne kadar sağlıklı görünüyor. Hiç kimse o meyvelere musallat olmuyor. Bahçe karşımızda adeta bir tablo gibi duruyor.

Zamanı gelince ev sahibi meyveleri toplayıp ya yerel marmelat yapıyor, ya da komşuları ve misafirleri ile paylaşıyor.

alman-1

Araç parkı yasak

Araçları kasabanın sokaklarına çekmek de yasak. Sadece kısa bir indi bindi yapabiliyorsunuz. Onun haricinde aracınızı surların dışına park etmeniz gerekiyor. Zira araçlar kasabanın tarihi ambiyansını bozuyor. Surların dışına park etmek hiç zor değil çünkü her yer yürüyüş mesafesinde ve büyük otoparklar var.

Akşam yemeği için yürüyerek kasabanın merkezine iniyoruz. Şirin, dar sokaklarda eski tip Alman restoranları yollara ahşap masa ve sandalyelerini koymuşlar ve yerel lezzetler sunuyorlar. Masaları mumlarla, eskose masa örtüleri ve çiçeklerle süslemişler. Yerel insanlar ve turistler akşamüstü keyfi için masalara oturmuş hem hoşça sohbet ediyorlar hem yemek öncesi aperitiflerini yudumluyorlar.

Merkezde güzel bir restorana oturuyoruz. Bir an başımı kaldırdığımda gördüğüm manzara beni gülümsetiyor ve keyiflendiriyor. Tüm binaların çatısında birer leylek yuvası var ve leylekler çatıların üstünde kümelenmiş sanki güneşin son ışıklarının keyfini çıkarmaya çalışıyorlar.

Bazen kocaman kanatlarını açıyorlar, karşılıklı dans ediyorlar, boyunlarını geriye atıyorlar, tek ayak üstünde duruyorlar, sürüler halinde sağa sola uçuyorlar ve bu kırmızı kiremitten yapılmış harikulade çatılara o kadar çok yakışıyorlar ki. Çok güzeller! Ben leylekleri zaten çok severim ve dünyanın neresinde görsem gözümü bu güzel kuşlardan ayıramam. Dinkelsbühl kasabasında leyleklerle o kadar iç içeyiz ki, kuşlar kasabayla adeta bütünleşmiş ve şehirin bir parçası haline gelmişler. Arada bir koca gagalarını birbirine çarpıp meşhur lak lak seslerini çıkarıyorlar. Bu seslerle bir yandan birbirlerine selam veriyorlar bir diğer yandan yuvalarındaki yavrularını düşman kuşlardan koruyorlar. Leyleklerin varlığı bu pitoresk kasabaya çok ayrı bir sıcaklık sağlıyor.

Ertesi gün Dinkelsbühl’ü yürüyerek karış karış gezmeye devam ediyoruz. 

Löwensbrunnen ( Aslanlı Çeşme ), Rathaus ( Belediye Sarayı ), Rathausplatz ( Belediye Meydanı ), Deutsches Haus (Alman Evi ), Weinmarkt ( Şarap Pazarı ), Baeuerlinsturm ( Köylü Kadının Kulesi ) çok hoş mekanlar. Kasabayı ayrıca surların kenarından yürüyerekte keşfetmek mümkün zira o zaman kasabanın gizli saklı köşelerini ve surlardaki tüm kuleleri ve kapıları da görmek mümkün.

Öğleden sonra serinlemek için yüzmeye gitmeye karar veriyoruz. Kasaba da zaten hemen Woernitz Nehirin yanında yer alıyor.

Mayolarımızı alıp surların dış kısmından nehir kenarından yürümeye devam ediyoruz. Kasaba  surların dışından da ne kadar masalsı ve huzurlu görünüyor. On dakika yürüdükten sonra yol bizi nehir kıyısında ‘Woernitzer Strandhaus’ ismindeki bir plaj evine götürüyor. Burası belli ki tarihi bir plajevi. Kasabada oturan aileler ve turistler bu sıcak yaz gününde buraya nehirde yüzmeye gelmişler.

En renkli festivallerden biri

Biz de hemen mayolarımızı giyip nehir kenarına iniyoruz. Büyük yapraklı nilüferler pembe ve sarı renkte nehiri süslüyor. 

Nehirin suyu o kadar güzel ki, buz gibi. Bu sıcak yaz gününde pitoresk Dinkelsbühl kasabasının yürüyüş mesafesinde nehirin serin sularına girmek şahaneymiş gerçekten. Etkinlik olarak ayrıca kasabada gece yürüyüşleri de düzenleniyor. Gece bekçisi sizi elinde feneri ile kasabada sokak sokak gezdirip kasabanın eski hikayelerini anlatıyor. Bazen şarkılar da söylüyor.

Her yıl kemmuz ayında ise, ‘Kinderzeche’ adı altında 17’inci yüzyıldan bu yana her yıl düzenlenen bir festival yapılıyor. Bu festival bir çocuk hikayesine dayanıyor. Tüm kasaba eski orta çağ kostümleri giyip bu hikayenin anısına bu festivale katılıyor. 1897 yılında bu yana bu festival Almanya’nın en renkli festivallerinden biri sayılıyor, danslar yapılıyor, şarkılar söyleniyor, yemekler yeniyor halk kaynaşıyor.

Dinkelsbühl son yıllarda Almanya’nın en romantik ve en güzel tarihi kent ünvanını almış olması şaşırtıcı değil. Zira Dinkelsbühl’ü düşündükçe benim de içimi sımsıcak duygular sarıyor ve kasabanın o muhteşem masalsı sokakları aklıma geliyor. Leylekler sonbaharda herhalde güneye göç eder ve ilkbaharda tekrar geri gelirler.

Yolunuz Almanya’nın güneyine düşerse mutlaka bir yudum huzur almaya bu güzel orta çağ kentine gelmenizi tavsiye ederim, çok seveceksiniz. Siz de Leylekler gibi devamlı geleceksiniz.