LANZAROTE'NİN ATLANTİS TÜNELİ
Lanzarote Adası'nın uzunluğu kuzeyden güneye 60km ve eni batıdan doğuya 25 km. Adanın 213 km sahil şeridi bulunuyor. Bu sahil şeridin on kilometresi kum, 16 kilometresi plaj ve geri kalan kısmı kayalıklardan oluşuyor

Deniz DİKMEN
Bazen insan büyük şehirlerdeki yaşantıdan, kalabalık insan kitlelerinden, trafikten, gürültüden ve kirlilikten bunalıyor ve kendini bambaşka diyarlara ışınlamak istiyor.
İşte bu hafta sizi böyle muhteşem bir hiçliğin ortasına götüreceğim. Gözünüzün ve ruhunuzun dinleneceği, çok az insanın olduğu bir yer. Gözünüzün alabildiği kadar doğayı ve denizi seyredeceğiniz çok sakin ve sessiz, muhteşem bir lokasyona gidiyoruz.
Bu hafta Kanarya Adaları’a bağlı Lanzarote Adası’na yol alıyoruz. Lanzarote Adası İspanya yarımadasının bin km güneyinde ve Afrika kıtasının yaklaşık yüz yirmi km batısında Atlantik Okyanus’un ortasında bulunan volkanik bir ada.
Biz deniz yoluyla Tenerife Adası’ndan Lanzarote’ye geliyoruz ve Arrecife Limanı’nda karaya çıkıyoruz. Burada adayı görmek üzere aracımıza biniyoruz. Sonbahar olmasına rağmen hava çok güzel, hafif bulutlu ama gezmek için ideal.
Lanzarote Adası’nın uzunluğu kuzeyden güneye altmış km ve eni batıdan doğuya yirmi beş km.
Adanın iki yüz on üç km sahil şeridi bulunuyor. Bu sahil şeridin on kilometresi kum, on altı kilometresi plaj ve geri kalan kısmı kayalıklardan oluşuyor.

İlk kavimler Finikeliler
Yerel halk olarak Guançeler adada yaşıyordu. Deniz ticaretin başlaması ile birlikte adaya gelen ilk kavimlerin Finikeliler olduğuna inanılıyor. Daha sonra ada Romalılar tarafından keşfediliyor. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra ise 1000’li yıllarda adaya Araplar yerleşiyor.
1336 yılında ise Cenevizli bir denizci olan Lancelotto Malocello adaya geliyor. Ada bugünkü adını bu denizciden alıyor. 14’üncü yüzyılda İspanya’dan Lanzarote Adası’na bir çok köleleştirme seferi düzenleniyor ve burada yaşayan yerel Guançeler’in büyük bir kısmı İspanya’nın köle pazarlarında satılıyor.
1730-1736 yılları arasında ise, Lanzarote Adası çok yoğun volkanik hareketler yaşıyor ve on sekiz kilometrelik bir güzergahta otuz iki yeni volkan oluşuyor. O yıllarda halkın bir kısmı adanın lavlarla kaplı olmasından dolayı Küba Adası’na ve Amerika kıtasına göç etmek durumunda kalıyor.
Son ciddi volkanik patlama ise 1824 yılında yaşanıyor. 18’inci ve 19’uncu yüzyılda vukuu bulan bu volkanik patlamalar adaya bugünkü şeklini ve görüntüsünü veriyor. 1927 yılında ise Lanzarote Kanarya Adaları’nın bir üyesi haline geliyor.
Aracımız ile Arrecife’den yola çıkıyoruz ve adanın ıssız tepelerine doğru yol alıyoruz. Lanzarote aslında farklı bir gezegen gibi görünüyor. Ay’a gelmiş gibiyiz. Volkanik kayalıklar ve topraklar adaya grej bir renk vermiş. Çok az yeşillik var.

500 bitki çeşidi bulunuyor
Ada volkanik yamaçlardan, volkanik krater göllerden ve Atlantik Okyanus’un muhteşem lacivert rengindeki sularıyla buluşan koylardan oluşuyor. Adanın faunası ve florası değişik. Lanzarote’de yaklaşık beş yüz çeşit bitki bulunuyor ve bunların on yedisi endemik bitkiler.
Sukkulentler, yerel palmiye ağaçları, yabani zeytin ağaçları, asmalar, yerel çam ağaçları, defne ağaçları karşımıza çıkıyor. Ada doğa açısından en renkli dönemini yağışlı kış mevsiminden sonra şubat ve mart aylarında yaşıyor.
Bölgede yüz seksen çeşit mantar yetişiyor. Bu mantarlar genelde volkanın kayalıkları arasında yetişiyor.
Ada hayvanlarından da söz etmek gerekiyor. Mesela, buraya has sürüngenler, şahinler, yerel akbabalar ve kör olan minicik 1 ya da 2 santimetrelik beyaz yengeçler çok meşhur.
Lanzarote Adası’nı anlatırken ada ile özdeşleşmiş olan sanatçı Cesar Manrique’den mutlaka bahsetmek isterim. Cesar Manrique, Lanzarote Adası’nda 1919 yılında doğmuş, dünyaya mal olmuş, İspanyol bir sanatçı, heykeltraş ve doğa aktivisti ve Lanzarote Adası’nı modern sanatı ile biçimlendiren bir sanatçı.
1960’lı yıllarda o dönem için yeni sayılan bir dizi sanatsal peyzaj projeye imza atıyor ve Lanzarote Adası’na bu vesile ile sanatsal bir değer katmaya çalışıyor. Yaptığı bu özgün çalışmalarıyla adaya özel bir kimlik ve imaj kazandırıyor ve adanın doğal güzelliğini ortaya çıkarmaya ve vurgulamaya çalışıyor.
Yolumuzun üstünde gerçekten ilk gördüğümüz eser Cesar Manrique ait sanat eseri turuncu rengindeki rüzgar gülü oluyor. Griliğin ortasında güzel rengi ile pırıl pırıl parlıyor.

Dünyada nadir görülüyor
Buradan devam ederek biraz ilerdeki Manrique ait ‘Kaktüs Bahçesi’ne gidiyoruz. Yerel adı ile ‘Jardin de Cactus’ diye geçen bahçe 1991 yılına ait ve Manrique’in son projesi. Müzenin önünde sanatçıya ait çelikten dev yeşil bir kaktüs bulunuyor. Bu bahçede günümüzde 450 çeşit ve 4500 adet kaktüs bitkisi varmış. Bahçenin yanı başında ise on yedinci yüzyıla ait bir değirmen çevreyi süslüyor.
Kaktüs bahçesinden tekrar aracımıza biniyoruz ve bu sefer adanın ünlü Jameos del Agua Mağarası’na gidiyoruz. Deniz kenarında bulunuyor ve Atlantis Tüneli’nin bir parçası olarak anılıyor. Atlantis Tüneli Lanzarote Adası’nda bulunan yaklaşık yedi km uzunluğunda volkanik bir tünel ve bu tünelin 1.5 km’lik kısmı denizin altından geçiyor. Bu tarz volkanik tünel oluşumların dünyada oldukça nadir olduğu söyleniyor.
Harika yerel bitkilerin arasından mağaraya iniyoruz. Meşhur küçücük beyaz ve kör olduğu söylenen yengeçler bu mağaranın sularında yaşıyor ve suyun içinde bembeyaz parlıyorlar.
Jameos del Agua’nın içinde bir restoran bar da bulunuyor ve bazen burada konserler de veriliyor. Mağaranın çıkışında ise Cesar Manrique ‘in tasarladığı inanılmaz güzel havuzlu bir bahçeye geliyoruz. Gerçekten çok etkileyici bir cennet bahçesi gibi. Siyah volkanik kayalıkların içine oyulmuş masmavi sularla kaplı beyaz bir havuz ve etrafında harika palmiyeler, kaktüsler ve yerel bitkiler bulunuyor. Atlantik’in mis gibi kokusu rüzgarla birlikte burnumuza çalıyor.
Burası her anlamda gerçekten çok özel bir destinasyon. Jameos del Agua’nın biraz ilerisinde ise Atlantis Tünelin devamı olan Cueva de Los Verdes, yani Yeşil Mağara bulunuyor.
Aracımıza binip keşiflerimize devam ediyoruz. Bu sefer rotamız adanın kuzeyinde bulunan Mirador del Rio.
Muazzam bir manzaraya sahip olan bu 475 metre yükseklikteki tepeye 1973 yılında Cesar Manrique bir seyir terası yaptırıyor. Buradaki seyir noktasından kıyıdaki kızıl volkanik kaya formasyonları, lacivert rengindeki deniz ve karşıdaki bir başka Kanarya Adası olan Graziosa Adası görünüyor.

Etkileyici seyir noktası
Gerçekten bu seyir noktası da çok etkileyici bir yer. Doğanın güzelliği olağanüstü. Ruhumuz burada nefes alıyor adeta. Adanın çorak gibi görünen ama aslında çok verimli olan toprakları, doğanın renkleri, aradaki yeşil yerel bitkilerin görüntüleri ve koylardaki denizin mavisi inanılmaz güzel bir armonide birleşiyor. Gözü yoracak hiçbir şey yok. Hiçliğin içinde doğa ananın çok farklı bir yüzünü özümsüyoruz.
Yolun devamında Timanfaya Ulusal Parka’a çıkılıyor. Burada güzel hiking parkurları ve volkanik formasyonları izleme fırsatı var.
Eğer yaz dönemine denk gelirseniz elbette adadaki Playa del Reducto , Playa Blanca , Playa de Papagayo gibi plajlara gitmek muhteşem. Charco de los Clicos veya Charco Verde diye geçen plaj bölgesinde ise muhteşem yeşil renkte bir krater gölü bulunuyor. Deniz kıyısında bulunan bu özel jeolojik oluşumuda mutlaka görmenizi tavsiye ederim.
Doğal kayalık havuzları ile Punta Mujeres, Teguise, El Golfo gibi adanın minik ama çok şirin sahil kasabalarını da mutlaka ziyaret etmek lazım. Hayat burada çok doğal ve çok yavaş akıyor.
Arrecife’ye dönerken bazı küçük köylere uğruyoruz, minik dükkanlarını ziyaret ediyoruz, köy meydanındaki küçük kilise ve belediye binasını görüyoruz. Evlerin bahçe dizaynları harika.

Ada’nın özgün yapısı var
Bazılarında begonviller beyaz bahçe duvarlarından sarkıyor. Yol üstünde volkanik toprak tarım teraslarına yerleştirilmiş üzüm bağları, zeytin ağaçları ve envaı kaktüs bitkileri görüyoruz. Adanın gerçekten her anlamda çok özgün bir yapısı var.
Günümüzde Lanzarote Adası 1993’den bu yana olağanüstü volkanik formasyonu ve doğal yapısı ile bir UNESCO Biosfer Rezervi olarak kabul ediliyor.
Bir gün Lanzarote Adası’na giderseniz mutlaka bütün bu güzellikleri görmenizi, adanın bu özel coğrafyasını deneyimlemenizi, volkanik bazalt taşında pişirilmiş piliç yemenizi, Cesar Manrique ait eserleri ve Modern Sanat Müzesi’ni ziyaret etmenizi, köylerin pazarlarını gezmenizi, Atlantik’in bu pırıl pırıl sularında şnorkel yapmanızı ve şirin kasabalarda muhteşem bir kahve keyfi yaşamanızı dilerim. Bu deneyimler bütün yorgunluğunuzu sizden alıp ruhunuzu bambaşka yerlere götürecektir. Alışmışımızın çok dışında olan ve farklı bir gezegen gibi görünen bu adayı çok seveceğinizi düşünüyorum.