KASTELLORİZO'NUN KIZIL KALESİ
Eminim, sizin de benim gibi dünyanın değişik yörelerinde bazı cennet köşeleriniz vardır. Nefeslenip te geldiğiniz, hayatın anlamına tekrar vardığınız, sizi duygu olarak çok uzaklara götüren ve ruhunuza dokunan yerler. Gelin sizi bu sefer benim bir cennet köşeme götüreyim.

Çok uzak değil, tam tersine bizim kıyılarımıza çok yakın bir yerden söz ediyorum. Bahsettiğim yer Türkiye sahilinden sadece 2.5 kilometre uzaklıktaki Kastellorizo veya namı diğer Meis Adası. Kastellorizo bir Yunan Adası ve Kaş ilimizin tam karşısında bulunan küçücük sadece 200 nüfuslu on iki adalardan biri olan minicik bir ada.
Yaz aylarında tatil dönemlerinde güneye indikçe ailemizle birlikte bir çok kez günübirlik ziyaret ettiğimiz bir adadır burası.

Sabah saatlerinde Kaştan feribota binersiniz ve sadece 40 dakika içinde karşı kıyıya ulaşırsınız. Adalılar ve Kaşlılar karşılıklı gidiş gelişlere alışık olduğu için prosedürler genelde çok hızlı ve rahatlıkla yürütülür. Ada’dan Kaş’a yaz kış alış verişe gelen adalılar vardır, Türkiye’den de özellikle yaz döneminde adayı turist olarak ziyarete gidenler çoktur. Bir de arada iki tarafın da dahil olduğu evlilikler vardır ve böylece karşılıklı ailelerde ziyaret edilir.
Meis ya da Antik Çağ’daki adıyla Megisti, adını bu adaya ilk yerleşenlerden biri olarak bilinen Girit Prensi Megisthus’tan almıştır.
1537’de ada Osmanlı Türk egemenliğine girer ancak Anadolu’daki bazı şehirler ve bazı çevredeki Yunan adaları ile ticaret yapmak için özel izinler alır.
Ada, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransız filosunun ve İkinci Dünya Savaşı’nda bir İtalyan üssü olduğu için her zaman o kadar huzurlu değildi. Adanın orijinal nüfusu normalde 15 bin civarındaydı ancak Dünya Savaşı sırasında halkın büyük bir kısmı İngilizler tarafından adadan tahliye edildi ve o dönemde insanları Alman hava saldırılarından korumak için Mısır’a götürüldü. Ekim 1944 ‘te, halkın yokluğunda, ada Alman Hava Kuvvetleri tarafından bombalandı ve evlerin çoğu yıkıldı ve yakıldı.
İnsanların çoğu Dünya Savaşı’ndan sonra adaya geri dönmedi ve günümüzde sayısı 50 binleri bulan Kastellorizo adalı Avustralya ve Yeni Zelanda’ya yerleşme teklifini kabul etti. Ada, ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nda Kastellorizo’da yaşayan birkaç İtalyan askerinin dokunaklı hikayesini anlatan ünlü İtalyan filmi “Meditteraneo” da da yer aldı.

Adanın ise en tepesinde 14 üncü yüzyıldan kalma kırmızı kayalıkların üstüne inşa edilmiş şövalyelere ait bir kale bulunuyor. Kastellorizo yani ‘Kızıl Kale’ ismini de bu kaleden almaktadır. 1948 senesinde ise ada tekrar Yunanistan ile birleşmiştir . Biz de bu sefer Kaş’tan Meis’e sevgili kayınvalidem ile birlikte geçiyoruz.
Kendisi 80 yaşın üstünde ve bir çok sağlık problemi olmasına rağmen hala isteklerinden bir tanesi adaya tekrar birlikte geçmek ve eski günlerimizi yad etmek. Ailemizin diğer fertleri o gün müsait olmadığından ikimiz adaya geçiyoruz. Ben şahsen biraz tedirginim çünkü teknelere bineceğiz , pasaport kuyruğunda ayakta bekleyeceğiz .Tek düşüncem kayınvalidemle birlikte güzel bir gün geçirmek ama en önemlisi onunla akşama tekrar sağ salim Türkiye’ye dönmek.
Kayınvalidemin yaşlı olmasından dolayı insanlar her yerde kendisine öncelik veriyorlar ve çok rahat bir şekilde adaya ulaşıyoruz ve pasaport kontrolünden geçiyoruz.
Ada her zaman ki gibi çok güzel . Rengarenk evleriyle ve minik dükkanlarıyla köy bizi karşılıyor . Tertemiz , çok sakin ve huzurlu . Bu Ege’nin kıyıları zaten bir ömür. O lacivert dalgalar, beyaz köpükler, mis gibi tuzlu deniz kokusu, zeytinlikler ve makilikler, narenciye, incir, nar ağaçları ve bu özel coğrafya dünya yeryüzünde benim içinde eşsiz ve çok kıymetli.

Ada’da küçük bir arkeolojik alan, az sayıda kilise, şapel ve bir cami de bulunuyor. Evler açık mavi, sarı ve kırmızı renkte bizi selamlıyor . O kadar harika görünüyorlar ki. Evlerin renkleri sanki yeni boyanmış gibi görünüyor ve eski Bizans ve Türk döneminde evin rengi ev sahibinin sosyal statüsüne işaret edermiş.
Adalılar çoğunlukla tüccarlar, balıkçılar ve sünger avcılarından oluşuyor ve hepsi son derece güler yüzlü ve adaya gelen misafirlerini karşılıyor. Dükkanların veya kafe ve restoranların önünde bir yandan sohbet ediyor bir yandan gelen yeni müşterilerini ağırlamaya çalışıyorlar.
Acele yok , gürültü yok , kalabalık yok . İnsanlar neşeli ve çok saygılı. Biz de annemle bizim için bir klasik olmuş Yorgo’nun dükkanına kadar yürüyoruz. Yorgo’nun dükkanının önünde bütün koy izlenebiliyor ve kendileri şahane frappeler yapıyorlar. Burada bir frappe içmeden ve annemle kısaca soluklanmadan olmaz.
Koyda balıklar ve büyük deniz kaplumbağaları var. Buradaki insanlarla çok bütünleşmişler ve ara ara restoranların önüne gelip cilveler yapıyorlar. Anladığım kadarıyla restoran sahipleri kaplumbağaları zaman zaman besliyorlar ve bundan karşılıklı olarak büyük bir keyif alıyorlar.

Deniz pırıl pırıl ve rengarenk tekneler koyu süslüyor , restoranlardaki deniz kenarındaki masalar bembeyaz masa örtüleriyle müşterilerini bekliyorlar.
Frappelerimizi içmek , devasa güneş şemsiyesinin altında oturmak ve denizden gelen esintiyi hissetmek muhteşem . Burada oturmuş her zaman ki gibi Yorgo’nun gelmesini bekliyoruz çünkü kendisi bizi restoranın önünden teknesiyle önce Mavi Mağara’ya ve oradan St Nicholas Adası’na götürecek.
Yorgo hızlı küçük teknesi ile restoranın önüne geliyor ve kayınvalidem nerdeyse mutluluktan uçarcasına tekneye atlayıveriyor . Hızlı tekneyle büyük bir keyifle yüzümüze tuzlu deniz suları sıçraya sıçraya önce muhteşem mağaraya ve ordan da adaya gidiyoruz . Hurigül ve Chico buradaki özel restoranı uzun senelerdir işletiyorlar ve bizi yemeğe bekliyorlar.

St Nicholas Adası’nda tekneden aynı beceriyle annemle birlikte iniyoruz. Restoranın manzarası her zamanki gibi muhteşem. Buradan hem lacivert rengindeki açık denizi hem restoranın önündeki küçük beyaz şapeli ve resmen türkuaz rengindeki cam gibi koyu izleyebiliyoruz . İnsan gözünü bu güzellikten gerçekten alamıyor. Burası o kadar muazzam bir mekan ki anlatması zor. Diyorum ya size cennet köşesi.
Hurigül ve eşi bizim için hemen muhteşem bir sofra hazırlıyorlar. Salata, peynirli börek, kalamar ve buraya çok özel nohut köfteleri.
Hem sofranın sunumu hem de lezzetler şahane. Bizden başka sadece bir kaç müşteri var. Yemekten sonra ben aşağıdaki o türkuaz sularda yüzmeye gidiyorum. Su o kadar berrak ki, deniz suyu olmasına karşın içme suyu gibi görünüyor.
Akşamüstü ise Yorgo bizi limana geri götürmek üzere tekrar teknesi ile almaya geliyor. Tekneye biniyoruz ve büyük bir hızla adadan sahilden renkli evleri ve köşedeki camiyi seyrederek limana geri dönüyoruz.

İnsanlar bizim gibi öğle yemeklerini yemişler, her yerden harika taverna müzikleri geliyor ve herkes biraz tembellik yaparcasına limanda akşamüstünün keyfini çıkarmaya çalışıyor. Rüzgar ılık ılık esiyor. Geri dönüş yoluna geçmeden evvel tabii ki limanda bir çay içmeden ve bir Yunan yoğurt tatlısı yemeden olmaz. Mavi tahta sandalyelere oturup, sırtımızı serin taş duvara yaslayıp adanın pastanesinden tepside son kalmış dilim yoğurt tatlısını paylaşıyoruz. Her zaman burada bir kaç gün kalmanın ne kadar güzel olacağını hayal etmişimdir . Herhalde bu güzelliğin ve doğallığın içinde insanın ömrü uzuyordur.
Düşünsenize üstünüzde sadece bir şort ve keten gömlek , kafada bir hasır şapka ve güneş gözlükleriniz ve ruhunuzda Ege’nın fısıltıları , beyaz köpüklü dalgaları ve muhteşem lezzetleri ve tınıları var.
Feribotumuza dönerken kayınvalidem ile birlikte minik dükkanları yavaş yavaş ziyaret ederek yunuslu heykelin ve dalgaların üstünde salınan renkli teknelerin yanından insanlarla sohbet ederek iskeleye varıyoruz.
Birlikte çok özel ve çok güzel bir gün geçirdik ve hafif gün batımında tekrar Kaş’a geri dönüyoruz.
Maalesef bu kayınvalidemin son birlikte geçirdiğimiz seyahatlerden biri oluyor . Kısa bir süre sonra kendisini kaybediyoruz.
Umarım yakın bir zamanda tekrar Kastellorizo’ya gidip benim için bu cennet köşesinde eski günleri hatırlar ve analog yaşamın derinliklerinde hayatın anlamını ve güzelliklerini tekrar keşfederiz.