İŞ DÜNYASI İKLİM KRİZİNİ KABULLENMELİ
İklim Koçu Gazeteci Yasemin Mıstıkoğlu, Analiz'e yaptığı değerlendirmede, iklim krizinin temel sebebi fosil yakıtların kullanımı olduğunu vurguladı. Mıstıkoğlu, insanların bilinçlendirilmesi için iklim gazeteciliğinin gerekli olduğunu belirtti, iş dünyasının bu gerçeği kabullenmesi gerektiğini söyledi

Mustafa DENİZ
İklim Koçu Gazeteci Yasemin Mıstıkoğlu, iklim krizi ve bununla baş etmenin yöntemlerini Analiz’e anlattı. Mıstıkoğlu, toplumun bilinçlendirilmesine vurgu yaptı, bunun için iklim gazeteciliğinin hayata geçirilmesini önerdi.
İklim kriziyle ilgili farkındalık yaratmak için hangi stratejileri öneriyorsunuz?
Önerdiğim tek strateji; İklim Krizi konusunda bilgilenme ve bilgilendirme. Güçlü iklim eylemleri ve doğru güvenilir bilgi akışı ile toplumun bilinçlendirilmesi. Elbette bu farkındalığı yaratmak için pek çok yöntem var.
İklim Krizi ile ilgili farkındalık yaratmanın birinci adımı bu konuyu, konunun önemini, olabilecek sonuçları ve alınabilecek önlemler olduğunu toplumun her bireyine anlatmaktır. Bunu anlatmak için de konunun uzmanlarına, uzmanların anlattıklarını anlaşılabilir bir şekilde topluma aktarmak için de iklim gazetecilerine ihtiyaç var. Ve elbette bu gazetecilerin yaptığı programları, yazdığı yazıları, hazırladıkları haberleri dikkate alacak medya iletişim araçlarına. Henüz bu alanda çalışan gazeteci sayısı maalesef ülkemizde çok az çünkü medya işverenlerinin en az ilgi duyduğu uzmanlık alanı iklim gazeteciliği. Oysa bakın özellikle Hollywood filmlerine, dünyanın kaynaklarının tükenmesi ile ilgili filmler ne kadar dikkat çekici değil mi? Biz bu filmlere konu olan kuraklık, aşırı hava olayları, aşırı sıcaklıklar gibi olayları çoktan yaşamaya başladık. Eğer gerekli önlemler acilen alınmaz ise sonuçları maalesef filmlerde gördüğümüz sahneleri aratmayacak.
İklim İletişimi Eğitimi
Bir diğer önemli konu, “İklim İletişimi Eğitimi.” Dünyanın halini anlayabilmek için bu eğitim çocuklar dâhil tüm toplum bireylerine verilmeli. Büyüklere zaten verilmeli. Hala iklim krizi denilince gözümüzün önüne erimiş bir buz kütlesinin üzerinde zavallı bir ayı geliyor. Sanıyoruz ki binlerce km uzaklıktaki buzulların erimesi bizi ilgilendirmiyor. Hâlbuki ki çoğumuz bilmiyoruz ki o buzulların erimesi ile mevsimlerin döngüsü bozuluyor. Ve yine çoğumuz bilmiyoruz ki o buzullar benim, sizin, herkesin gereksiz tüketimlerinden kaynaklanan, kirli gazlar dediğimiz emisyonlar nedeni ile eriyor. Bu mesele bireysel bir mesele değil, bölgesel, şehirsel, ülkesel bir mesele değil. Küresel bir mesele. Global bir sorun global bir şekilde ele alınmalı. Tıpkı Covid 19 da ortaya konulan küresel irade burada da yaratılmalı.
İş dünyası gerçeği kabul etmeli
İş dünyası, iklim krizine karşı nasıl daha dirençli hale gelebilir?
İş dünyası öncelikler bu olayın gerçekliğini kabul etmek zorunda. Hemen hepimiz artık ezberledik şirketlerin hazırladıkları sürdürülebilirlik raporlarını. Bu raporların en önemli bölümü, iklim krizine karşı alınması gereken önlemler bölümüdür. Alınacak önlemlerin başında da söz konusu şirketin emisyon düşüş hedefi vardır. Yani “ben üretimlerimde, verdiğim hizmetlerde en az emisyonu yaratmak için şunları şunları yapacağım” demek zorunda, bu raporların geçerli olabilmesi için. Çünkü artık özellikle AB, ithalat ihracat yaptığı ülkelerdeki işletmelerden bu raporu zorunlu kılıyor. Hatta yeni bazı yöntemlerle de bu raporların gerçek olup olmadığını kolayca tespit edebiliyor.
Öncelikle bu yapılacaklar arasında mutlaka ve mutlaka iklim krizi kavramının şirket kültürlerine yerleştirilmesi planlanmalı. Başlangıç adımı olarak da şirketler kendi personelini bu konuda bilgilendirmeli ve eğitmeli. Şirketler “sürdürülebilir” olduklarını tüketicilerden önce kendi personeline ve paydaşlarına anlatmalı. Örneğin, “atık plastiklerden kot pantolon üretiyoruz” diyen bir Jean markasının şirketin toplantılarında su ihtiyacı plastik şişeler ile sağlanıyorsa, ya da “biz karbon nötr bankayız” diyen bankanın ulaşım personeli, toplantı bitene kadar patronunu çalışır vaziyetteki araba ile bekliyorsa, bunlar amaca hizmet eden davranış şeklîlerinden uzak davranışlardır. Atık plastiklerden kot pantolon yapmak da ne kadar gerçekçi, o da ayrı bir mevzu tabi.
Ve elbette her sektörün bu yönde alacağı farklı önlemler ve inovasyonlar söz konusu.
Ama en önemlisi de artık iklim işçileri oluşmaya başladı dünyada. Amerika çok yakın bir zamanda birçok sektörde iklime hazır iş gücünü oluşturmak için hazırlığa başladığını duyurdu. İnsanların bu alanda eğitim ve yetişmeleri içim 60 milyon dolarlık fon duyurusu yaptı. Ülke genelinde başlayacak dokuz projedeki işler arasında okyanuslar ve kıyı yönetimi ile ilgili iş eğitimi programları var. Ve yine bir başka bilgi Amerika’da bugüne kadar ülke genelinde bu alanı destekleyen 270.000'den fazla iş modeli yaratılmış durumda. Kısacası artık şirketler dünya kaynaklarının tükenmesini önleyici iş modellerinin peşinde, ülkemizde de olması gereken bu.
Çevresel riskler öne çıktı
Küresel Riskler Raporu’na göre, iş dünyasının iklim krizine karşı aldığı önlemler yeterli mi?
2024 Küresel Riskler Raporu’ndaki en dikkat çekici başlık şuydu benim için:
“Çevresel riskler geri dönüşü olmayan noktaya gelebilir.” Ve bu başlığın altındaki sonuçlar şöyle;
- Raporun hazırlanması için yapılan araştırmaya katılanların üçte ikisi, aşırı hava koşullarını 2024'te küresel ölçekte maddi bir krize yol açması en muhtemel risk olarak görüyor.
- Sıcaklık artışları iki yıllık zaman diliminde en ciddi ikinci risk olarak görülüyor ve geçen yılki sıralamaya benzer şekilde, neredeyse tüm çevresel riskler uzun vadede ilk 10'da yer alıyor.
- Özel sektör bu riskleri, sivil toplum veya hükümet katılımcılarının aksine, uzun vadedeki en önemli endişeler olarak vurguluyor.
Raporda dikkat çeken bir diğer unsur da çevresel risklerin geçen seneki raporda da var olduğu hatta risk sıralamasında üste yerleştiğini görüyoruz. İş dünyasının iklim krizine karşı aldığı önlemler yetersiz.
Bu rapor sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir rapor değil elbette. Küresel Riskler Raporu 2024, yaklaşık 1.500 küresel uzmanın görüşlerini alan Küresel Risk Algılama Araştırması'nın bulgularını sunuyor. Yani tüm dünyada iş dünyasının iklim krizi karşısında aldığı önlemler henüz yeterli değil.
Ama şöyle de bir gerçeklik var: İklim değişikliğinin etkileri yöneticilerin gündeminde büyük yer kaplıyor. Yöneticilerin %79’u, dünyanın iklim değişikliğine yanıt verme konusunda dönüm noktasına geldiğine inanıyor. Bu oran 8 ay önceki ankete göre %20 artmış durumda. Üst düzey yöneticilerin %89’u iklim krizi yaşandığını kabul ederken, katılımcıların %63’ü de kurumlarının iklim krizi konusunda son derece endişeli.
Tabaktaki yemek artıklarının önemi
Tabağımızdaki yemek atıklarının iklim krizine etkileri nelerdir ve bu konuda bireysel olarak neler yapabiliriz?
İklim krizinin en büyük sorunlarından biri gıdaya erişimin giderek zorlaşması. Aslında tam bir tavuk, yumurta meselesi bu durum. Gıda israfı iklim krizine neden olurken, iklim krizi de sağlıklı gıdanın varlığını tehdit ediyor. Gıda israfı konusu bir devlet meselesi olmalı. Yasaklar, cezalar olmalı. Tıpkı yurt dışında AB ülkelerinin çoğunda olan “çöp” politikaları gibi. “Yanlış zamanda yanlış atığı kapının önüne koyarsan yersin cezayı” diyor bu konuyu ciddiye alan hükümetler. Sonrasında oluşacak atığı bırakabilecek yeri olmadığı için eşya almıyor insanlar. Bir nevi tüketim kısıtlaması.
Dönüyorum sorunuza. Öncelikle gıda üretimi önemli miktarda toprak, su ve diğer kaynakları gerektirir. Üretimi sırasında kullanılan petrol, kömür ve doğalgaz yani fosil yakıtlar iklim krizinin zaten baş nedeni. İsraf edilen bir gıda parçasının üretimiyle ilişkili tüm emisyonlar (onu yetiştirmek için kullanılan araziden, onu paketlemek için kullanılan plastiğe kadar), eğer o gıda üretilmeseydi bu emisyon olmayacaktı. Ayrıca israf edilen miktar kadar o tarım arazisi, ormana veya yabani otlaklara dönüştürülebilir, böylece arazi daha fazla karbon depolayarak ve biyolojik çeşitlilik açısından ek faydalar sağlayabilecektir.
Tarladan çıkan ürün (-ki çıkana kadar da birçok kaynak tüketiliyor. Traktörün mazotu, işçinin tükettiği su, çalışanların ulaşım emisyonları gibi-) süpermarket rafına, oradan tüketicinin evine ulaştıktan sonra israf edildiğinde, paketleme ve nakliye için gereken ekstra kaynaklar nedeniyle daha da fazla emisyona yol açar. Gıda kaybı ve israfıyla mücadele etmek ve bunları azaltmak, tedarik zinciri genelindeki emisyonları azaltacak ve yenilmeyecek gıda üretmek için gereksiz kaynakların kullanılmasını önleyecektir. İşte bu neden ile benim tabağımda bıraktığım yemek çöpe attığım her lokma hepimiz ile ilgili. Çocuklarımızın geleceği ile ilgili.
Bireysel olarak yapabileceklerimiz var elbette. Örneğin, Gıdaları ihtiyaç kadar almak ve doğru alışveriş yapmak, gıda satın alınırken etiket okuryazarlığı yapmak, Gıdayı uygun saklama koşullarında muhafaza etmek.
Alışkanlıklar değişmeli
İklim krizinin temel sebepleri nelerdir ve bu sebeplerle nasıl mücadele edebiliriz?
İklim krizinin temel sebebi fosil yakıtların kullanımıdır. Fosil yakıtlar yani petrol, doğalgaz ve kömür, her türlü üretimde ve hayatın pek çok aşamasında kullanılıyor. Üretim demek tüketim demek. Dolayısı ile iklim krizinin temel sebebi ile mücadele edebilmek için öncelikle bireyler, iş dünyası ve karar vericiler olarak alışkanlıkların değiştirilmesi gerekiyor.
Evet, Dünyanın ateşi yükseliyor. Aslında Dünyanın yaşanabilir bir yer olması için belli bir sıcaklık olması gerekiyor. Bu sıcaklığın dengesini de Dünyayı saran sera gazları sağlıyor. Normal koşullardaki sera gazları ile yerkürenin ortalama sıcaklığı 14-15 derecedir. Eğer sera gazları olmasaydı Dünya buz olurdu ve hiçbir canlı yaşayamazdı. Ancak normalin üzerindeki sera gazı da dünyanın ısısını yükseltiyor. Onu şöyle daha iyi anlatabilirim: Bizlerin vücut sıcaklığı 36.5-37 derece. 37.5 olsak kendimizi halsiz hissederiz, 38 olduğunda hemen bir ateş düşürücü alma ihtiyacı duyarız 39-40 olursa hastanelik oluruz. Daha yükseğinde ise hayati risk bile olabilir.
Mücadele çok yönlü olmalı
Bu konu ile mücadele çok yönlü olmalıdır. Bireyler, iş dünyası ve karar vericiler entegre hareket etmelidir.
Birey olarak bu konuda bilinçlenmek ve tüketim alışkanlıklarını değiştirmek gerekiyor. Hatta ülke yöneticilerini seçerken bu konuda çözümsel projeleri olanları değerlendrimek gerekiyor. İş dünyası ise dünya kaynaklarına saygılı, sürdürülebilir yeni iş modelleri yaratması gerekiyor. Karar alıcıların da bireyler ve iş dünyası arasındaki üretim tüketim dengesini sağlaması, dünya kaynaklarını koruyacak yasalar yapması, iş dünyasına dünya kaynaklarını koruyacak iş modelleri için teşvikler sağlaması gerekiyor.
Yapay zeka ve iklim krizi karşılaştırması
Yapay zeka ve iklim krizi arasında bir karşılaştırma yaparsak, hangisi daha büyük bir risk teşkil ediyor?
Yapay Zekaya yapılan yatırımlar, iklim krizine neden olan emisyonlarda artışa neden oluyor. Çünkü veri merkezlerinde ciddi bir elektrik kullanımı var. Örneğin teknoloji devlerinden olan Google’ın yapay zeka yatırımları nedeniyle yarattığı emisyon son 5 yılda yüzde 50 artış gösterdi. Oysa Google 2030 yılı için sıfır karbon hedefi belirlemişti. Ancak bu artık Google için ulaşılması zor bir hedef olarak gözüküyor.
Yine bir araştırma şirketi olan SemiAnalysis’in son bulgularına göre kullandığı veri merkezleri nedeniyle 2030 yılı itibarıyla yapay zeka, küresel enerjinin %4,5’ini kullanacak.
Yapay zekanın İklim Krizine bir diğer katkısı da maalesef su kullanımı. Küresel Yapay Zeka talebi 2027'de 4,2 - 6,6 milyar metreküp su çekilmesinden sorumlu olabilir. Ancak bunun yanında Yapay zeka, ulaşım, tarım ve enerji üretimi gibi sektörlerde verimliliği artırıp gezegenin ısınmasına neden olan karbon emisyonlarını da azaltabilir. Yani Yapay Zeka, iklim krizine karşı bir güç olabilir.
Hangisi daha büyük risk taşıyor? Sorusuna gelince;
Harvard Üniversitesi’nde yapılan Yapay Zekâ risklerinin belirlendiği araştırmaya göre, Yapay Zeka çok güvenli bulunmuyor, etik olmayabiliyor, hastalık teşhislerinde yetersiz kalabiliyor, eğitimde eşitsizlik yaratabiliyor, aşırı bağımlılık yapabiliyor.
İklim Krizinin risklerine bakacak olursak; kuraklık, gıda yokluğu, hastalıkların artması, göçler, sular altında kalan yerleşimler olabileceklerden bazıları.
Ve risk uzmanları diyorlar ki;
İki tür risk vardır: “Birincisi Spekülatif risklerdir. Yani gerçekleşmesi halinde iyi sonuçları da olabilecek kötü sonuçları da olabilecek risklerdir. Bir diğeri ise Katasrofik riskler; yani gerçekleştiğinde hiçbir pozitif yanı, avantaj yaratan yönü yoktur.”
Yapay zeka spekülatif risklere giriyor. İklim krizi ise 2. sınıfa giriyor. Yani katasrofik risk.
Anlaşılacağı üzere Yapay Zeka; Kontrollü ve düzenli bir şekilde yönetildiğinde, yarar sağlayabilir. Ancak kontrolsüz bırakılırsa, ciddi sosyal, ekonomik ve etik sorunlara yol açabilir.
İklim Krizi: Doğrudan ve geri döndürülemez etkiler yaratabilir. Küresel ısınma, ekosistemlerin ve insan yaşamının sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Çözüm gerektiren süre oldukça kısıtlıdır, zira belirli eşiğin üzerinde geri dönüş mümkün olmayabilir. İş yapacak, çalışacak bir Dünyamız kalmayabilir.
O yüzden ben diyorum ki iklim krizi daha büyük bir risk taşıyor; dünyanın geleceği dolayısı ile çocuklarımız için yaşanabilir bir dünya açısından.
Mikro plastiklerin insan üzerindeki etkisi
Mikro plastiklerin insan sağlığı üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Plastikler doğada yok olmuyor bunu çok net biliyoruz artık. Ve sanıldığının aksine plastiklerin sadece %9 u dönüşüyor. Peki ne oluyor onca üretilen plastik? Büyük bir yolculuktan sonra son nokta okyanuslar. Okyanuslarda plastik çöp adaları oluşmuş durumda. Örneğin, Pasifik okyanusunda şu an 1.6 milyon metre kare yani Türkiye’nin 2 katından büyük olan bir çöp adası bulunuyor. Bir yılda üretilen 300 milyon ton plastiğin yaklaşık 8 milyon tonu rüzgâr, akıntı, kanal ve gelgit olayları ile okyanuslara taşınıyor.
Ve bu plastikler olduğu gibi kalmıyor. Zamanla parçalanıyorlar, 5 mm den daha küçük hale gelerek mikroplastik adını alıyorlar. Son yıllarda bir kavram daha girdi literatüre nanoplastikler: 1 mikrondan küçük plastik parçacıklarına deniliyor. Uzmanlar diyorlar ki Nanoplastiklerin etkileri mikroplastiklere göre daha belirgin olarak gözlemleniyor.
Şimdiye kadar yapılan araştırmalar gösterdi ki insan kanında, akciğerde, plasentada mikro plastik ve nanoplastiklere rastlandı. Bunlar havadan, sudan, tüketilen deniz ürünlerinden soluma ve yutma yolu ile insanla geçiyor. Elde edilen bulgular bu maddelerin özellikle bağırsak bakterilerini etkilediğini, sindirim düzeyinde sağlık etkileri gösterebildiğini ortaya koymakta. Bu maddelerin hammaddesi petrol olduğuna göre kanımızda, canımızda petrol parçacıklarının olmasını sağlıklı bulmuyorum elbette.
İklim kriziyle birlikte yeni hastalıklar çıktı
İklim kriziyle ortaya çıkan yeni hastalıklar nelerdir ve bu hastalıklarla nasıl başa çıkabiliriz?
Uzmanlar birçok hastalık üzerinde duruyorlar ama en önemlisi şu ki kökü kazınmış yok olmuş bazı hastalıklar iklim krizi ile tekrar “hortlamaya” başladı.
Sıtma hastalığından söz ediyorum. Sıtma paraziti tipik olarak bir dişi sivrisineğin, zaten enfekte olan bir kişiyi ısırdığında yayılır. Sivrisinek, paraziti insan kanıyla birlikte alıyor ve yaklaşık bir hafta sonra başka bir kişiyi ısırarak sıtmayı bulaştırabiliyor. Ölümle sonuçlanması yüksek olasılık olan, tarihe gömülmüş olan bu hastalık iklim krizi nedeniyle tekrar gündemde ve ciddi bir alarm var.
Yeni bir Washington Post analizi, sıtma taşıyan sivrisinekler nedeniyle başta Afrika ülkeleri olmak üzere dünyada 5 milyardan fazla insanın sıtma hastalığı riskiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koydu. Üstelik araştırma sonuçları gösterdi ki, İklim değişikliği ve demografik büyümenin etkileri ile hortlayan sıtma hastalığının sonuçlarını 2040 yılına kadar yani sadece 17 yıl içinde dünya yeniden yaşamaya başlayacak. “İklim Krizi ile ne alakası var Sıtmanın?” sorusu akla gelebilir. Kısaca söz edeyim,
Bilim adamlarının ilk bulguları, parazitlerin ve onları taşıyan sivrisineklerin sıcak, nemli ve yağışlı koşullarda gelişme eğiliminde oldukları. İklim değişikliği ile oluşan aşırı sıcaklar, aşırı yağışlar ve nemli ortamlar bu hastalığın yeniden oluşmasına ve yayılmasına neden oluyor. Afrika ülkelerinde bile yok edilmişken bu hastalık şimdi Güney Amerika’yı bile tehdit ediyor. Türkiye’de durum şimdilik vahim değil. Henüz sıtma hastalığı vakaları yok ancak sıtma hastalığından ölümler var. Bu şu demek; yurt dışından gelen vakalar var. Yani ülkemizde bu hastalık yok ama hastalar var. Bulaşıcı olması elbette endişeleri artırıyor, iyi haber hala önlem almamız için vaktimiz var.
Son bir not; verilerin mevcut olduğu son yıl olan 2021'de tek başına sıtma dünya çapında 600.000'den fazla ölümden sorumlu ve kurbanların dörtte üçünden fazlası 5 yaşın altında. Bu da durumun ne kadar vahim hale geldiğini ortaya koyuyor.
İklim inkarcıları dezenformasyon yaratıyor
İklim inkarcılığıyla mücadele etmek için hangi yöntemleri önerirsiniz?
İklim inkârcıları iklim biliminin ortaya koyduğu verileri kabul etmiyorlar. Sürekli olarak bir dezenformasyon dalgası yaratma peşindeler. Sadece ülkemizde değil, hatta dünyada daha yaygın bir davranış biçimi. İklim değişikliği dünyamızı sarsarken artık etkilerini yanı başımızda görmeye başlamışken neden bu inkarcılık diye düşünülebilir. Aslında çok basit. İş tamamen mali açıdan çıkar sağlamak.
İklim bilimi açık: İklim krizi şu an yaşanıyor ve ana nedeni kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtların yakılması. Sıcaklık artıyor, dünya en fazla 1,5 derece daha ısınırsa yaşanabilir bir yer olarak kalabilir. Ve 2030 a kadar emisyonların mutlak yarıya inmesi gerekiyor, yoksa dünya 1.5 dereceden daha fazla ısınır. Emisonların azalması demek petrol ve gaz patronlarını memnun etmiyor elbette. Ve onlarca başka sektör. Plastik sektörü, okyanuslar ve denizlerde yapılan endüstriyel balıkçılık, tekstil …yani aklınıza gelebilecek, mali değerleri çok ama çok yüksek olan iş dünyasının bir çok alanı. İşte buralarda ifade ediliyor iklim krizinin olmadığı, olsa da normal olduğu, dünyanın doğal bir döngü ile ısınıp soğuduğu, hatta “iklim krizi evet var ama bir umut ve çözümü yok” gibi söylemler.
Tüm bunlara rağmen Türkiye için iklim inkarcılığı şu an için ciddi bir tehdit oluşturmuyor gibi görünüyor. İklim Haber’in KONDA ile yaptığı araştırmada toplumun sadece %2’si iklim değişikliği diye bir şey olmadığını söylüyor. Ama bu sesler güçlenmeyecek anlamına gelmiyor TBMM’deki “inkarcı vekiller”i de göz ardı etmemek gerekiyor. O neden ile yapılacak tek şey
Doğru, güvenilir bilgi akışlarıyla, toplumun bu konuda bilinçlenmesini sağlamaktır.