GÖKKUŞAĞI RENGİNDE MAURİTİUS
Sahillerin haricinde mutlaka adadaki Riviere Noire veya Black River Bölgesi'nde bulunan ve aslında bir köy olan "Chamarel" adındaki jeoparkı gezmenizi öneririm çünkü burada bulunan doğa şaheseri gerçekten görülmeyen değer

Deniz DİKMEN
Daha evvel size Mauritius Adası’nın muhteşem sahillerini, mercan resiflerini ve doğada yabani yunuslarla yaşamış olduğumuz maceraları anlatmıştım. Fakat Mauritius’ta görülecek gezilecek ilginç o kadar çok yer var ki. Ada’nın her yerindeki sahiller ve adacıklar ayrı bir değer ama adanın iç kesimlerinde de görebileceğiniz çok güzel yerler var. Bu yazımda size onları anlatacağım.
Ben genelde bir yere gittiğim zaman o lokasyonun gerçekten altını üstünü getirmeyi ve bilinen ve bilinmeyen yönlerini keşfetmeyi severim. Mauritius Adası’na da gittiğimizde on gün kalmıştık ve altımızdaki aracımızla adanın her yerini gezmeye çalışmıştık.
Sahillerin haricinde mutlaka adadaki Riviere Noire veya Black River Bölgesi’nde bulunan ve aslında bir köy olan “Chamarel” adındaki jeoparkı gezmenizi öneririm çünkü burada bulunan doğa şaheseri gerçekten görülmeyen değer. Biz de aracımızla ana yoldan sapmış ve Riviere Noire Bölgesi’ne gitmeye çalışıyorduk. Buradaki köy yollarında aslında pek fazla kimse olmuyor. Bu nedenle de insan doğru yolda mı değil mi tereddüt ediyor. Bulutlar bugün biraz dolu ve karanlık ve biz de muazzam bir tropikal ormanın içinden yol alıyoruz. Chamarel Mountain Road adındaki yoldan hafif yukarı doğru tırmandıkça tepelerde aracımızla durup aşağıdaki deniz manzaralarını, o güzel koyları ve türkuaz rengindeki lagünleri izleyebiliyoruz . Burası adanın güney batı kısmına denk geliyor.
7 renkli kum tepeleri
Nihayet Chamarel Park’ın girişine geliyoruz ve tüm egzotik bitkiler dallarından muhteşem meyvelerini sarkıtarak bizi selamlıyor. Chamarel Bölgesi deniz seviyesinden yaklaşık 283 metre yükseklikte ve buranın özelliklerinden bir tanesi parkın tam ortasında bulunan ve 7 renkten oluşan kum tepeleri. Aracımızı park edip yürümeye başlıyoruz. Şu meşhur gökkuşağı rengindeki kum tepelerini gerçekten merak ediyorum. Parkın içinden yürürken bir anda karşımıza hiç beklemediğimiz bir manzara ile karşılaşıyoruz. Tüm haşmeti ile bu egzotik bahçenin tam ortasında kocaman bir vadi ve tam vadinin karşı duvarından olağanüstü güzellikte akan Chamarel Şelalesi’ni görüyoruz. Dar bir mesafeden ama yaklaşık 75 metre derinliğe akıyor ve unutulmaz bir manzara oluşturuyor. Bayılıyoruz bu şelaleye. Chamarel Şelalesi ve çevresindeki su kaynakları aslında adanın içme suyunu oluşturuyor. Yolumuza devam ettiğimizde ise, ağaçların arasından dallara çarpa çarpa, değişik devasa adaya has ağaçların arasından yürüyoruz. Bazı ağaçların kökleri kısmen yeryüzünün üstünde, çok büyük ve çok değişik. Ağaçların dallarından ise nerdeyse gökyüzünü göremiyoruz. Hava nefis ve o yöreye özgü bir koku bizi etkisi altına alıyor.
Basmak yasak
Bir anda ahşap bir terasa geliyoruz ve karşımızda bu muhteşem yedi renkten oluşan ve özel koruma altındaki kum tepelerini görüyoruz. Renkleri kırmızı, kahverengi, lila, mavi, yeşil, sarı ve bordo. Renkler ise gün ışığın yansıması ve rüzgarın akışına göre değişiyor. Bu tarz jeolojik özel yapılar dünyada pek ender. Bildiğim kadarıyla Avustralya, Papua Yeni Gine ve Brezilya’da benzer oluşumlar var. Bu kum tepelerindeki renkler ise aslında 3 ile 1.7 milyon yıl önce meydana gelen volkanik bir patlamanın sonucunda toprağın su ile birleşmesinden sonra oluşuyor ve her bir renkte toprakta kalan bir mineralin renginden meydana geliyor örneğin demir gibi veya okside alüminyum gibi. Kum tepelerin yüksekliği 15 metreyi bulabiliyor.
Enteresan olan, kum tepelerinin erozyondan hiç etkilenmemesi örneğin yoğun yağmurlar bu tepeleri hiç olumsuz olarak etkilememiş. Günümüzde bu kum tepelerine basmak veya ellemek yasak. Bu nedenle bir çit ile çevrili bir yürüyüş yolundan kum tepelerin etrafından ancak bir tur yapabiliyorsunuz ve değişen renklerine hayran kalabiliyorsunuz. Biz de bu yürüyüş yolundan kum tepelerin etrafından yürürken bir anda şansımıza çok ciddi bir yağmur başlıyor ve biz de kendimizi ıslanmamak için terasa zor atıyoruz. Oradaki kafenin geniş şemsiyelerinin altında kendimizi buluyoruz. Toprak mis gibi kokuyor, ağaçların dalları patır patır yağmurun damlalarıyla ıslanıyor ama en güzeli de kum tepeleri yağmurun etkisi ile renk değiştirmeye başlıyor. Böyle doğal ortamları çok seviyorum. Çünkü gittiğiniz yer size çok özel bir yüzünü gösteriyor. Kum tepelerini yağmurun altında izlemek oldukça bir ayrıcalık olsa gerek. Benzer bir durumu Avustralya’nın çölünde yaşamıştık. Pek yağmur yağmayan bu çölde Uluru Kayası’na da yine şansımıza yağmur yağmıştı ve bu dev gibi tek parça kayadan oluşan dağ da bu yağmurda kahverengiden gri renge dönmüştü.
Mistik ortam var
Çok minnettarım çünkü bu güzellikleri görmek gerçekten çok özel ve her zaman mümkün olmaz. O kadar farklı ve mistik bir ortam var ki. Koskoca bu harika botanik ortamda çok özel renk değiştiren kum tepeler, muhteşem bir gökyüzü, nefis bir toprak ile yağmurun birbirine karıştığı bir koku ve bizde şemsiyenin altında tüm bu cümbüşü seyrediyoruz.
Çok keyifliyiz. Yağmur biraz hafifleyince kafeden kendimize burada yetişen çaylardan alıp yine şemsiyemizin altına sığınıp çaylarımızı yudumlarken bu harika doğa olayını izlemeye devam ediyoruz.
Mauritius, gerçekten bir cennet bahçesi gibi. Adanın florası ve faunası çok etkileyici. Ziyaretçilerin çoğu yağmuru görünce bu güzel ortamdan ayrılıyor, oysa biz özellikle kalıp bu harika manzaraları seyrediyoruz. Sonuçta hava sıcak, ıslanmak sorun değil. Bir müddet daha kalıp bu güzellikleri içimize nüfuz edip aklımıza unutmamak üzere işliyoruz.
Akşamüstü ise, küçük aracımıza binip hiç bilmediğimiz köy yollarında biraz da yolumuzu uzatmış olarak bu harika yağmurun altında yol alıp ancak akşam vakti otelimize varıyoruz.
Çocuklar için muhteşem
Bunun gibi çok şeyler var Mauritius’da yapılacak. Mesela yine adanın güney batısında bulunan ‘Casela’ adındaki safari alanına gidebilirsiniz. Özellikle çocuklar için burası muhteşem bir alan. Neler yok ki, geyikler, dünyanın en büyük kaplumbağaları, her türlü arslan, kaplan, leopar, çita gibi vahşi kediler, zürefalar, devekuşları, gergedanlar, zebralar, siyah kuğular. Burası çok geniş bir arazi ve hayvanların büyük bir kısmı açık arazide ve siz bir safarideki gibi arazide bu hayvanları görebiliyorsunuz. Casela’nın atraksiyonu ise beyaz arslanlar. Onlar o kadar muhteşem ki. Yetişkinlerden isteyen yerel rehberler eşliğinde özel bir arazide yarım saat kadar bu beyaz arslanlarla yürüyüş yapabiliyor. Ne kadar içim gitti bilemezsiniz. Çünkü arslanların veya vahşi kedilerin de gönlümde yeri ayrı. Ama diğer yandan, bu hayvanlar üzerinden para kazanma durumlarını da çok fazla teşvik etmek istemiyorum aslında çünkü bir arslanın sizinle yürüyüş yapması elbette doğal bir şey değil.
Mauritius’ta diğer görülmesi gereken bir yer ise, adanın kuzeyinde bulunan Sir Seewoosagur Ramgoolam veya Pamplemoosse Botanical Garden adındaki botanik bahçe. Burada da göreceğiniz flora ve faunaya bayılacaksınız. Bahçenin devasa nilüferleri çok meşhur. Bir rivayete göre bir ya da iki yaşındaki çocuğu bu nilüfer yapraklarına rahatlıkla oturtabilirsiniz ve yapraklar çocuğu taşıyabiliyor.
Pazara uğrayın
Mauritius’a giderseniz ayrıca mutlaka Port Louis deki pazara da uğramanızı tavsiye ederim. Başka bir yerde hiç görmediğim çok farklı meyveler ve sebzeler burada satılıyordu. Harika hediyelik eşyalar da var. Örneğin, Mauritius’a has ağaçlardan yapılmış kokulu kaseler, sedef kakmalı ahşap kaseler, baharatlar, çaylar, kahveler.
Mutlaka gidip görün derim. Bunları anlattıkça tabii ki bu güzel ada ile ilgili anılarım depreşiyor Diyeceğim o ki, fırsatınız olursa ve gün gelir de Mauritius Adası’na giderseniz sahillerini, denizini gördüğünüz gibi adanın bu nefis iç bölümlerindeki hazineleri de muhakkak keşfedin.