DÜNYAYI GEZERKEN
Sevgili gezmeyi seven dostlarım, bu hafta Analiz Gazetesi'nde 200'üncü seyahat yazımı yazmanın büyük mutluluğunu yaşıyorum. Bu nedenle, bu yazım diğerlerinden biraz farklı olacak bakalım beğenecek misiniz?

Deniz DİKMEN
Kanımca hayatta en iyi öğrenmenin yolu seyahat etmekten geçer. Dünyayı keşfetmek, yeni kültürleri tanımak, yeni insanlarla tanışmak, değişik coğrafyalarda seyahat etmek, farklı iklimler, tarihleri öğrenmek, macera deneyimlemek insana o kadar çok bilgi katıyor ve iyi geliyor ki. Seyahatlerin bize hayata dair kazandırdığı derinlik ve duygu çok çok kıymetli. Diğer yandan dünyanın neresine gidersek gidelim seyahatlerimizi özel kılan kendi hislerimiz, gördüklerimiz ve yaşadıklarımızdır. Gideceğimiz seyahatlerde herkesin yaşamına saygı ve sevgi duymamız, empati kurmamız çok önemlidir.
Bu yazımda dediğim gibi, seyahatlerimden beni derinden etkileyen ve unutulmaz birkaç anekdotu sizinle paylaşmak istiyorum.
İlk anekdotum Afrika Zimbabwe’den. Yaklaşık 20 gündür Batı Afrika’da 6000 km yol yapmıştık, 5 ülkeden geçmiştik ve finali Zimbabwe’de Viktorya Şelaleleri’nde yapacaktık. Afrika’nın topraklı yollarına uygun ayakkabılar giymiştim. Namibiya Çölleri’ni geçmiş, safariler yapmıştık. Mokoro denilen ağaç gövdesinden oyularak yapılmış ilkel kayıklarımızla Okovango nehrini ve Savan denilen çalıları aşmıştık. Küçük köylerde yerel kabileleri bu vasıtayla ziyaret etmiştik. Müthiş bir yolculuk olmuştu bizim için. Yolculuğumuza çıktığımız ilk günden itibaren ise, ayakkabılarımı yolculuğumuzun son günü Afrika’da ihtiyacı olan birisine bırakmaya niyet etmiştim. Gün geldi çattı ve seyahatimizin son gününde Viktorya Şelaleleri’ni gezmiştik ve akşamüstü Livingstone’daki yerel bir pazar yerini geziyorduk. Ertesi gün ise uçağımıza binip Johannesburg üzerinden tekrar ülkemize dönecektik. Pazar yerini gezerken bir anda uzaktan orta yaşlı Afrikalı Zimbabweli bir adam direkt olarak beni hedef alarak kalabalığın içinden hızlıca bana doğru yürümeye başladı. Bir anda çok ürktüm ve bu adamın neden öyle bana doğru hızlıca yürüdüğüne anlam veremedim. Tam önümüzde durduğunda ise ayakkabılarımı işaret etti. “Bana ayakkabılarınızı verir misiniz ?” diye sordu. Bu sorunun karşısında nasıl donup kaldığımı tahmin edebilirsiniz sanırım. Otele döndüm, ayakkabılarımı değiştirdim ve pazar meydanına dönerek ayakkabılarımı kendisine hediye ettim. İçim titremişti. Çünkü bu hiç tanımadığım adam böyle spesifik bir niyetimin olduğunu nereden biliyordu ve bu kalabalığın içinde beni nasıl bulmuştu.
Ben bu tip enerjilere çok inanıyorum
Ben bu tip enerjilere çok inanıyorum. İnsanların düşünce ve duygularının enerjisinin çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Karşılıklı hissettiğimiz enerji sayesinde bu olayı yaşadığımıza inanıyorum. Bu kadar tesadüf olamazdı. Zimbabwe’nin göbeğinde ayakkabılarımı isteyen bu adamı hiçbir zaman unutamayacağım.
Size bu yazımda anlatacağım ikinci anekdotum Sicilya Adası’nın bir köyünden. Taormina’dan yola çıkmıştık ve Sicilya’nın kuzeyine doğru yol alıyorduk. Sabah kahvaltımızı küçük bir yerleşimdeki bir kafede almaya karar vermiştik. Sabah kahvaltımız birer kruvasan, kahve ve elma ile muzdan ibaretti. Hava güzel ve şansımıza hemen kafemizin sadece birkaç adım ötesinde çok güzel eski bir katedral vardı. Pazar sabahı olduğu için hem yerel halk hem de turistler kiliseyi ziyarete gidiyorlardı. Biz bir yandan kahvelerimizi yudumlayıp çevreyi seyrediyorduk. Bir anda çok genç ve güzel ama fakir olduğu anlaşılan Sicilyalı bir kadın geldi. Üç tane küçük çocuğu vardı. Biri henüz bebek, diğerleri 2-3 ve 4-5 yaşlarında. Genç kadın çocukları ile birlikte katedralin girişindeki mermer merdivenlere oturdu ve sırtını duvara yasladı. Kucağında bebeği ve diğer çocukları da yanı başında oturuyordu. Üstleri başları oldukça hırpalanmıştı. Fakirlerdi ve çocuklar özellikle açtı. Oturdukları merdiven basamaklarında adeta bir sanat eseri gibi görünüyorlardı. Eşimle aslında kadının çocukları ile birlikte bize ne kadar Meryem Ana’yı hatırlattığını konuşuyorduk. Ama bu annenin üç tane çocuğu vardı. Yanlarından çok insan gelip geçip kiliseye koşuşturuyordu. Ama bir şekilde pek kimse bu üç çocuklu ve ihtiyaç sahibi genç kadını fark etmiyordu. Ne tuhaftı. İnsanlar içerde Meryem Ana’ya dua etmek için koşarken, belki de gözlerinin önündeki Meryem Anayı yani genç kadını ve muhtaç çocukları görmüyordu. Uzunca bir süre bu durumu izledik. Kadının ve çocuklarının merdivenlerde sergiledikleri asilliğine, sessizliğine ve güzelliklerine hayran kalmıştık. Sonunda dayanamadık tabi ve kruvasanlarımızı, meyvelerimizi, dükkandan aldığımız sütleri ve biraz nakit parayı genç kadına bırakıp bu mekandan ayrıldık. Ancak insanların nasıl olur da bu kadar duyarsız ve gerçekten kör olabildiğine inanamamıştık. Kadıncağız tek kelime bile edememişti, sadece gözleri ile bize teşekkür etmişti. O bakışı da hayatım boyunca hiçbir zaman unutamam.
KUTU KUTU
2009 yılı başıma çok zor bir yıl olmuştu
Üçüncü bir anım ise, yine Afrika kıtasından Güney Afrika’dan. 2009 yılında ilk defa Güney Afrika’ya Capetown’a gitmiştik. Benim için 2009 yılı başıma gelmedik kalmayan, çok zor bir yıl olmuştu. Uçakla ilk defa acil bir iniş yapmıştım (daha sonraki yıllarda da 3 kez daha uçaklarla acil inişler yaptım), çok büyük bir trafik kazası geçirmiştim. Arabamız pert olmuştu ve kendimiz ailece ölümden dönmüştük. Çalıştığım şirket büyük bir finansal krize girmişti, uluslararası kayyum atanmıştı, çok büyük zorluklar yaşamıştık ve mücadeleler vermek durumunda kalmıştık. Çok ciddi yorulmuştum. Capetown seyahatimizi çok önceden planladığımız için iptal etmemiştik ve kentin çevresini gezerken bir gün Ümit Burnu Milli Parkı’na gelmiştik. Hava muhteşemdi ve sezon itibarı ile neredeyse bizden başka pek ziyaretçi yoktu. Kiraladığımız aracımızla milli parkın her yerini geziyorduk. Bu vesile ile muazzam bir manzarası olan kayalık bir tepeye tırmanmıştık. İnanılmaz bir rüzgar vardı. Burası Ümit Burnu’nun tam uç kısmıydı. Biliyorsunuz Ümit Burnu Afrika kıtasının en güney noktasında bulunur ve Atlantik Okyanus’un Hint Okyanus’u ile birleştiği bir noktadadır. Bu burun her zaman çok haşin, çok dalgalı ve fırtınalı olur.
Kendimi bu muazzam doğanın manzaralarına bırakmışken bir anda denizin açıklarında bir görüntü dikkatimizi çekti. Denizde çok büyük bir nesne hareket ediyordu. Bir tekne mi acaba diye düşünüyorduk. Çünkü, silüeti tam tanımlayamıyorduk ancak bir müddet sonra gördüğümüz bu silüetin dev bir balinaya ait olduğunu anladık. Muhtemelen bu bir kambur balinaydı. Boyları 15-16 metre, ağırlıkları 30-40 ton civarında olur. Hayatımda gördüğüm bu ilk balinaydı ve nasıl güzel ve etkileyiciydi anlatamam. Tam Ümit Burnu’nda denizin masmavi dalgalarına dalıp dalıp çıkıyordu ve bir yandan nefes borusundan havasını su ile püskürtüyordu. Doğadaki bu muazzam dev hayvanın enerjisi o kadar muhteşemdi ki. O an nedense bunun bana olumlu yönde bir işaret olduğuna inandım.
Dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Ümit Burnu’ndaydım, hava ve doğa mükemmeldi ve karşımda okyanusun uçsuz bucaksız maviliklerinde dünyanın en büyük ve en güçlü memeli hayvanı tüm ihtişamı ile bana gösteri yapıyordu. Bu deneyim bana tüm olumsuzluklara, tüm fırtınalara karşın hayatın çok güzel olduğunu, umutlu ve pozitif olmam gerektiğini ve hayatın şanslarla kısmetlerle dolu olduğunu anlatıyordu sanki. İçime çok güzel his akmıştı ve benliğimi büyük bir mutlulukla sarmıştı. Kalbime bu balinanın görüntüsünü ve bana verdiği duyguları yazmıştım gerçekten ve kendime ait çok özel bir hatıra olarak saklıyorum.
KUTU KUTU
Son anım ise Küba’dan
Son anım ise Küba’dan, Küba’nın henüz bu kadar popüler olmadığı ve turistlerin çok fazla gelmediği zamanlardan. Olağanüstü güzellikteki, rengarenk Trinidad kentini geziyorduk. Bir anda arkamda yaşlı Kübalı bir kadın sırtıma dokunup kendi dilinde bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. Peşimi bırakmıyor ve arkamdan yürüyerek sırtıma dokunup dokunup gene ısrarla aynı şeyleri söylüyordu. Ama nafile ben anlamıyordum. Hatta kadını anlamak için grubumuzdan bile geri kalmıştım. Ta ki yaşlı kadının ne demek istediğini kavrayana kadar. Sırt çantamda kullandığım markaya ait küçük pelüş aksesuar bir maymun vardı. Kadıncağız bu maymunu torununa oyuncak olarak vermek için benden istiyordu. Maymunu çantamdan söktüm ve kendisine verdim. Bu Kübalı yaşlı hanımın ne büyük bir mutlulukla maymunu alıp gittiğini anlatamam. Bizim için sadece bir aksesuar olan pelüş maymun küçük bir çocuk için mutluluk dolu çok özel bir oyuncak olacaktı.
Seyahatlerimizden bunlar gibi onlarca hikaye anlatabilirim. Dünyanın her bir köşesinde yaşadıklarımız ayrı ayrı çok güzel ve çok anlamlı. Coğrafyalar, tarihler, kültürler, insanlar, farklılıklar, benzerlikler ve unutulmayan binlerce anı ve dostluklar. 200 tane yazımda gezdiğim yerleri farklı bir gözle size anlattım.
Bu eşsiz deneyimleri ve seyahatlerimde öğrendiklerimi fırsatım oldukça sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Bu vesile ile Analiz Gazetesi’nin sahibi sayın Avni Özgürel’e ve bana her daim her türlü desteğini esirgemeyen Genel Yayın Müdürü sayın Mustafa Deniz ve sayfa sekreteri arkadaşlarıma çok teşekkür ederim.
Umarım siz de bu yazılarımı okumaya keyifle devam eder ve belki de yeni keşifler için ilham alırsınız.
Hayatta en güzel şey gezmektir.