DOĞUNUN İNCİSİ SEMERKANT
Semerkant deyince sanırım bir çoğumuzun aklına ünlü yazar Amin Malouf 'un eseri gelir. "Dünyanın güneşe doğru en güzel yüzüdür Semerkant " demiş Amin Malouf. Bizde Orta Asya gezimizdeki İpek Yolu üzerindeki antik şehirleri gezerken Hiva ve Buhara'dan sonra yolumuz Semerkant'tan geçiyor

Yaklaşık on beş sene önce ben Özbekistan’a geldiğimde hudut giriş çıkışlarının çok zor olduğu bir dönemdi. Özbekistan çok kapalı bir ülkeydi. Oysa son senelerde ülke kendini dünyaya açtı ve yavaş yavaş uluslararası turistler kabul etmeye başladı. Giriş çıkışlar artık çok rahat. Dünya değişmeden buraları gerçekten gelip görmek lazım çünkü daha sonraları her şey çok turistik olmaya ve kalabalıklaşmaya başlayınca tadı tuzu bazen kalmıyor.
Bu nedenle, Orta Asya’nın bu şahane ve özgün güzelliklere sahip kentini gezmek için sabırsızlanıyoruz. Çünkü, 14’üncü ve 15’inci yüzyıldan kalma onlarca mimari tarihi yapıt buraları doğal bir film platosuna çevirmiş ve olağanüstü bir ambiyans yaratmış. Semerkant Persler tarafından kurulmuş. Abbasîleri, Cengiz Han İmparatorluğunu, hem de Emir Timur İmparatorluğunu yaşamış ve İpek yolu üzerinde bir geçiş noktası olan bir kent. Burası özellikle Timurhan ve Uluğ beyin izlerini taşıyan bir kent de diyebiliriz.

İlk ziyaret Uluğ Bey Rasathanesi
Semerkant, aslında yüzyıllar önce yapılan medreselerin kenti ve bu medreseler zamanında sadece dini eğitimin değil dinin ötesinde matematik, ilim ve astronominin merkezi olmuşlar.

Semerkant’ta ilk ziyaret ettiğimiz yer bu nedenle ünlü Uluğ Bey Rasathanesi. Uluğ Bey Rasathanesi, 1421 yılında Timur İmparatorluğu'nun 4. sultanı Uluğ Bey tarafından yaptırılan bir gözlem evi. Rasathanede Ali Kuşçu, Bursalı Kadızade Rumi, Gıyasettin Cemşid gibi devrin ünlü astronomları çalışmış. Ali Kuşçu daha sonraki dönemlerde İstanbul’a da gelip hem Galata’da hem Aya Sofya'da da astronom olarak gözlemlerine devam edip görev almıştır.
Rasathaneyi gezdiğimizde dönemin sultanı ve astronomu Uluğ Beyin gözlemevini ziyaret ediyoruz. Rasathanenin içinde zeminin altında bulunan özel bir yapım olan çok büyük bir sekstant sayesinde zamanında yıldızların ufuktan yükseklikleri ölçülürdü ve bu sayede gökyüzü ve yıldızlar ile ilgili bir takım hesaplamalar yapılırdı.
Teleskop bulunmadan önce bu tekniğin astronomideki en gelişmiş teknik olduğu söylenir.
Rasathanenin duvarları ise yıldız haritaları, yıldızlar, gezegenler ve bir takım hesaplamalar ile süslenmiş.
15. yüzyıl gibi erken bir dönemde buradaki astronomlar dünyanın yuvarlak olduğunu, dünyanın güneşin çevresinde ne kadarlık bir süre içinde döndüğünü saniyesine kadar hesaplamış ve yüzlerce, binlerce yıldızı ve gezegeni incelemişler. Burası bu nedenle ilim merkezi olarak çok kıymetli bir yer. Ne yazık ki Uluğ beyin 1449 senesinde öldürülmesiyle birlikte rasathanenin çalışmaları sekteye uğramış.

Emir Timur Türbesi
Semerkant’ta ikinci ziyaret ettiğimiz lokasyon ise Emir Timur Türbesi. Burası Semerkant’ın “mavi kubbeli incisi” diye geçer ve 14üncü yüzyıla ait çok güzel bir mimariye sahip. Timur Hanedanlığına ait birçok aile mensubu bu türbede yatıyor. Türbe bölümüne girdiğinizde altın ve mavi tonlarındaki olağanüstü çiniler, duvar süslemeleri ve yazılar göz kamaştırıcı güzellikte. Emir Timur’a ait mezar ise mezarlıkların arasında orta bölümdeki koyu yeşil lahidin altında bulunuyor.
Türbenin içinde ise duvarın bir kenarında bir direğin tepesinde bir atın kuyruğu sallanıyor. Bu At kuyruğu genelde o türbede bir komutanın yattığına bir işaret sayılırmış.
Emir Timur Türbesi’nden ayrıldıktan sonra Semerkant’ın en önemli merkezine, aslında kalbine gidiyoruz, Registan Meydanı’na. Burası Özbekistan’ın güç ve zarafet merkezi. Registan aslında yerel dilde “kum” demek ve dolayısı ile burası aslında “Kum Meydanı.”
Düşünüldüğünde Özbekistan’ın büyük bir bölümü gerçekten uçsuz bucaksız bir çöl ve muazzam incelikte ve güzellikte yapılan bu 14 üncü ve 15 inci yüzyıla ait yapılar çölün ortasında büyük bir tezat oluşturuyor. Boşuna Semerkant için doğunun çiçeği dememişler.
Gerçekten çölün ortasında bir vaha burası ve bu mimari harikalar bu çölün ortasında birer çiçek gibi açmışlar.
Registan Meydanı’ndaki yüzleri birbirine dönük 3 devasa yapı ise birer medrese.
Meydanın sol tarafındaki yapı içlerindeki en büyük ve en eski yapı Timurlu bir yapı olan Uluğ Bey tarafından yaptırılan Uluğ Bey Medresesi. Medresenin büyük taç kapısının ihtişamını anlatmaya kelimeler yetmez. Masmavi ve renkli çiniler, süslemeler, değişik motifler ve yazılar muhteşem görünüyor ve Nisan ayının güneşi altında pırıl pırıl parlıyor. İçeriye girdiğimizde kocaman bir bahçe bizi karşılıyor. İç avludaki yapı iki katlı ve alt katlar genelde geçmiş dönemde dershane olarak kullanılırken üst katlardaki odalar genelde yatakhane olarak kullanılırmış. Günümüzde ise, bu minik odacıklarda ufak kapılı dükkanlar bizi bekliyor. İç avludaki çiniler mavi tonlarına hakim ve olağanüstü görünüyor. Bahçe çok büyüleyici.

1001 Gece Masalları
Burası buram buram 1001 gece masallarını anlatıyor. Gün boyu buraları geziyoruz ve binaların güzelliğine hayran kalıyoruz. Registan Meydanı’ndaki ikinci medrese ise, Şeybani eseri olan Şirdar Medresesi ve 17inci yüzyıla ait bir yapı. İçindeki bahçe bir masal bahçesini andırıyor ve binanın içindeki eflatun ve altın renkteki süslemeler aynı şekilde Pers mimarisini ve duvar süslemelerini hatırlatıp gözlerimizi kamaştırıyor. Bu tarihi yapıların her bir yerinde yeni ince bir detay, yeni harika bir perspektif, müthiş renkte çiniler, muhteşem kubbeler ve motifler keşfediyoruz. Gerçekten anlatmak yeterli değil görmek lazım.
Üçüncü sağ taraftaki medrese ise, yine bir Şeybani eseri olan Tillakari Medresesi ve 17’inci yüzyılda yapılmış bir eser. Bu medresenin dev taç kapısında ise Arslan ve güneş figürleri var. Bu figürlerin Orta Asya ‘ya ait olduğunu ve kısmen Zerdüştlükten geldiğini bize rehberimiz anlatıyor . Bu Orta Asya’nın Türk Mimarisine ait nadir parçalarını gezmek gerçekten büyük bir keyif ve göz zevki.
Bu üç medrese zamanında Orta Asya’nın en büyük eğitim kompleksi sayılıp verilen eğitimin kalitesi ile ünlenmişler.
UNESCO Dünya Mirası listesinde
Yavaş yavaş gün batıyor ve gecenin karanlığı Registan Meydanı’na çöküyor ama tam bu saatlerdeki güneşin ışık oyunlarını ve bu muazzam yapıların günün bu saatlerindeki zarafetini görmenizi isterdim. Medreseler sanki başka diyarlara aitmiş gibi ışıl ışıl parlıyorlar.
Akşam vakti ise meydan ışıklandırılıyor ve o zarif binalar pembelere, çivit mavilere, yeşillere, sarılara, bin bir çeşit renge bürünüyor. Gökyüzü koyu mavi tonunda meydanın üstünde parlıyor, arka fonda hafif bir müzik çalıyor. Hava sıcak bir ilkbahar akşamı. Sanırım ambiyansı anlatmak mümkün değil. Böyle bir güzellik olabilir mi diye insan kendine soruyor. Bu nasıl bir emek, nasıl bir estetik…
Bu size anlattıklarım sadece tarihi yapıların bir kaç tanesi oysa şehrin her yeri örneğin Bibi Hatun Medresesi veya Şahi Zinde gibi bir çok kültürel varlıklarla dopdolu. Hepsini tek tek keşfetmek lazım.
2001 yılından bu yana Semerkant bu eşsiz yapılarıyla UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış.
İpek yolu üzerinde bulunan bu güzide kentten ayrılırken şair Edgar Allen Poe’nun Semerkant için söyledikleri sözler aklımda.
"… ve şimdi bakışlarını Semerkant üzerinde gezdir -o yer yüzünün kraliçesi değil mi, tüm kentlerin kaderini elinde tutmuyor mu ?" demiş Edgar Allen Poe.