SON DAKİKA
Turizm Pazar 13 Kasım 2022 02:15

BİŞKEK'İN BALBAL TAŞLARI...

Bişkek'e parklarla donatılmış bu kent gördüğüm en yeşil başkentlerden. Her sokak sanki bir parkın köşesi ve sağlıklı, yemyeşil eski ağaçlarla donatılmış. Bu doğal ortamın içine yerleştirilmiş ve çok iyi korunmuş bir başkent

Bişkek'in Balbal taşları...

Siz de benim gibi yolda olmayı sever misiniz? Gideceğim lokasyonun keşfi bana her zaman büyük bir mutluluk verir. Ama, yolun kendisi de apayrı bir keyiftir. Yolda olmak tedavi gibidir, felsefe gibidir. Yolda olunca bir çok konuyu daha iyi düşünme, tartma, farklı yönüyle görme fırsatı yakalarsınız, enerji depolarsınız. Ben örneğin yoldayken daha sağlıklı düşünüp önemli kararlara çok daha doğru ve kolay erişirim.

Sürprizlerle dolu yolculuklar

Her şey berraklaşır sanki ve düşüncelerinize çok iyi odaklanırsınız. En azından bu benim için böyle. Her türlü yolculuğu severim. İster araba, ister tren, ister uçak veya Gemi, ister yaya, hepsinin deneyimi, duygusu farklı ve muhteşemdir. Bir de, yolun sizi nereye götüreceğini, hangi sürprizleri size hazır ettiğini her zaman merak ederim.

biskek-1

Orta Asya gezimiz de öyle olmuştu. Değişik vasıtalarla Özbekistan’ın bir ucundan Kazakistan’a ve Kazakistan’dan Kırgızistan’a geçmiştik. Kısmen hızlı tren ile seyahat etmiştik ki, bu hızlı tren seyahatini çok sevmiştim. 

Hızlı trende bize sıcacık kahveler ve ufak tefek yiyecekler ikram etmişlerdi ve bir yandan seyahat arkadaşlarımızla vagonların tıkırtısında keyifle sohbet ederken, diğer yandan camdan dışarıda bu yemyeşil coğrafyayı, güzel köyleri, dağları ve çiftlikleri izlemiştik.

Aylardan Nisan olduğu için doğa yeni uyanıyor, her yer çim yeşili ve dağların zirveleri bembeyaz.

Yol boyunca özellikle Kazakistan ile sınır olan Kırgızistan’ın karlı Tengri Dağları gözümüzü okşuyor, o kadar heybetli ve estetik ki zirveler. Kırgızistan’ın en yüksek dağı 7.439 metresi ile Pobedy Zirvesi yani Zafer Tepesi. Bölgedeki Tanrı Dağları’nın üzerinde bulunan Issık Gölü ise dünyanın en büyük ikinci dağ gölü. Tanrı Dağları Kırgızistan’ın yüzde 65’ini kapladığından buralar “Orta Asyanın İsviçresi” olarak ta adlandırılıyor.

Etraf gözünüzün alabildiği kadar yemyeşil dereler tepeler, ovalar, pırıl pırıl göller ve nehirlerden oluşuyor. Dünyanın hiç bir yerinde Norveç hariç bu kadar su havzaları gördüğümü hatırlamıyorum.

Kırgız halkı köken olarak bu harika coğrafyanın içinde doğa ile iç içe göçebe bir Müslüman Türk toplumu olarak yaşıyordu.

biskek-4

6,5 milyon nüfusa sahip

Kırgızistan 200 bin kilometrekare yüzölçümü ile bölgedeki diğer devletlere göre küçük bir devlet, Türkiye’nin dörtte biri kadar ve toplam sadece altı buçuk milyon nüfusa sahip.

18inci yüzyılda Çin toprakların bir parçası olan bu coğrafya 19’uncu yüzyılda Rus egemenliği altına girer ve Kırgız halkı Rus yönetimi tarafından yerleşik bir düzene zorlanır ve Kırgızistan’ın çehresi bu doğrultuda değişmeye başlar. Küçük kentler kurulur.

1916 senesinde ise Kırgız halkının Rus yönetimine karşı isyanları başlar ve 1924 senesinde böylece Kırgızistan Sovyetler Birliğinin bir otonom bölgesi haline gelir.1991 senesinde ise Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte Kırgızistan özgürlüğüne kavuşur ve bugünkü adıyla Kırgız Cumhuriyeti kurulur.

Bişkek’e vardığımızda ise başkentin de bu bağlamda çok özel olduğunu anladık. Parklarla donatılmış olan bu kent gördüğüm en yeşil başkentlerden bir tanesi. Her sokak sanki bir parkın köşesi ve sağlıklı, yemyeşil eski ağaçlarla donatılmış. Belli ki başkent aslında bu doğal ortamın içine yerleştirilmiş ve çok iyi korunmuş.

biskek-3

Rotamız Burana Kulesi 

Bişkek’e vardığımızın ertesi günü ise şehrin yaklaşık 80 kilometre doğusunda bulunan Balasagun bölgesindeki Burana Kulesi’ne gidiyoruz.

Yol boyu ovalarda her yerde Kırgızlar için çok önemli olan at sürülerini ve minik taylarını gözlemliyoruz. 

Beyaz çiçek açmış meyve ağaçların bulunduğu köy yollarından yol alıp Tokmok kentin yakınında ve bir dönem tarihi İpek Yolu’nun üzerinde bulunan Burana Kulesi’nin bulunduğu antik kente varıyoruz.

Burana Kulesi’nin eskiden hem bir gözetme kulesi hem de bir minare vazifesi gördüğü düşünülüyor. Kule ve etrafında bulunan balbal mezar taşları, üç mozole ve kale kalıntıları altıncı ile on birinci yüzyıl arasında yapılmış eserler ve Orta Asya’nın en eski yapılarından. Orijinal haliyle 45 metre yükseklikte olan kule, asırlar içinde yaşanan depremler nedeniyle günümüze sadece 25 metrelik kısmı geriye kalmış.

Burası, asırlar önce Çin’den dağları aşıp ta gelen, ticari kervanların batıya doğru yol alırken dinlendikleri bir mekan. Burası aynı zamanda Kutadgu Bilig eserin yazarı Karahanlı Yusuf Has Hacibin de doğum yeri. Kutadgu Bilig 1070 yılında yazılmış Türk Divan Edebiyatı geleneği açısından yazılan ilk eserdir ve bu nedenle Türk Alemi için fevkalade önemli bir yapıt. Kutadgu Bilig ‘Mutluluk veren bilgi’ anlamına gelmektedir.

Sanki bir müze içerisindeyiz

Burası adeta bir açık hava müzesi. Kule’nin arka kısmından altıncı yüzyıla ait balbal mezar taşlarını görmeye gidiyoruz. Balbal aslında bir mezar veya kurganın çevresine yani ölen kişinin mezarının etrafına dikilen taşlar. Balballar’a Kurgan Stelleri de deniyor. Balbal taşların eski Türk Şaman geleneğinden geldiği söylenir ve ilk İskit Türkleri tarafından kullanıldığı bilinir. Balbal taşları mezar sahibinin öldürmüş olduğu kişileri sembolize eder ve birer güç sembolüdür. Bir mezarın etrafında ne kadar çok balbal taşı olursa mezarda yatan kişi o kadar insan öldürmüştür ve dolayısı ile güçlü bir kahraman sayılır. Ahirette öldürdüğü bu kişilerin kendisine hizmet edeceğine inanılır. Balkanlar’dan tutun Sibirya’ya kadar birçok Türk Devleti’nde bu balbal mezar taşlarına rastlanır.

Hava tertemiz. Balbal taşları bu nispeten ıssız coğrafyada sanki sadece mezarların bekçileri gibi değil bölgenin ve tarihin bekçileri gibi. Buradaki tarihin sessiz birer tanıkları gibiler. Kim bilir asırlar boyu buradaki topraklardan kimler gelip geçti ve burada nasıl bir yaşam vardı. Keşke balbal taşların dili olsa da bize anlatsa.

Antik kentte ayrıca küçük bir müze ve Kırgızların yaşadığı bir örnek yurt çadırı var. Onları da gezip Bişkek’ e dönüyoruz. Çünkü bu bol oksijenli havada karnımız acıktı.

Güzel bir Kırgız lokantasında buraya has mantısını, salatasını, havuçlu pilovunu (Pilav), böreğini yiyoruz ve ‘Çayhana’sında yani çayhanesinde çaylarımızı yudumluyoruz ve Bişkek’te olmanın keyfini yaşıyoruz.

Buranın at eti de meşhur ve tabii ki Kımız yani at sütü de içmeden dönmek olmaz. 

Ertesi gün Bişkek’in merkezini geziyoruz. “Ala-Too Meydanı”  Bişkek’in en büyük meydanı.

Kırgızların meşhur Manas Destan’ın Manas heykeli de burada duruyor. Rus döneminde ise aynı yerde Lenin’in heykeli bulunuyormuş. Arkasında Parlamento binası var. Eskiden binanın etrafında demir bir çit varken, yeni hükümet parlamento binasının çevresindeki demir çitleri söktürmüş ve sembolik olarak halk ile parlamento binasının arasındaki engelleri kaldırmış. Bu vesile halka yeni bir dönemin başladığının müjdesini vermek istemiş.

biskek-2

Eski göçebe Kırgızlar’ın yaşadığı gibi 

Başkentte ziyaret edebileceğiniz Bişkek Tarih Müzesi de bulunuyor. Müze’de Sovyet öncesi, Sovyet dönemi ve bağımsız Kırgız dönemine ait eserleri görebilirsiniz. Zaten şehrin her yerinde Sovyet döneminden kalan izleri, mimariyi, parkları, heykelleri, sosyal konutları göreceksiniz.

Bişkek elbette sıra dışı bir destinasyon ama kanımca özellikle doğaseverler, atçılığı sevenler, trekking ve hiking severler için burası bir cennet. Bir bahar günü zaman ayırıp bölgede doğa yürüyüşleri yapmak , kamp kurmak müthiş güzel bir deneyim olmalı. Eski göçebe Kırgızlar’ın yaşadığı gibi. Belki yolunuz bir gün buralara düşerse buranın mis gibi doğasını mutlaka yaşamanızı tavsiye ederim.


ABONE OL

EN ÇOK OKUNANLAR

garanti sol
garanti sağ