BİR TİYATRO NEFERİ: ERDOĞAN EĞMEN
Hocaların hocasıdır o; Erdoğan Eğmen. Öğrencilere sorsanız "Tiyatro bizim biriciğimiz, ama Erdoğan Hoca kıymetlimiz" derlerdi. Yıllarca emek verdiği bu sahneden şöhret basamaklarını çıkmak yerine şöhretli oyuncular yetiştirdi
Deniz ÖZEN BAŞARAN
Yolu Edirne’den geçen herkes, mutlaka Erdoğan Eğmen’i tanır. Üniversite öğrencileri, Edirneli öğrenciler, askerler... Herkesi tiyatro ile tanıştırmak, oyuncu yapmak için uğraşır durur. Olmadıysa en kötü iyi bir tiyatro izleyicisi olursunuz. Hocaların hocasıdır o; Erdoğan Eğmen. Edirne de son 5-6 yıl öncesine kadar bir tek sahne vardı; o da heybetli Selimiye Camisi’nin yanında duran tarihi bir bina; EHEM. Edirne Halk Eğitim Merkezi. Kentin tarihi dokusunu da hissettiğiniz bu alan, Tiyatro tutkunlarının da merkeziydi. Turne programında kente gelen sanatçılar, oyunlarını bu sahne de oynar, şehrin tiyatro grupları için de çalışmalarının sonunda çıktıkları sahne burası olurdu. Erdoğan Eğmen ise bu yapının sahibi gibi algılansa da aslında tiyatro öğretmeniydi. Tüm gençlerin tanış olduğu, kentin gülen yüzüydü. Öğrencilere sorsanız “Tiyatro bizim biriciğimiz, ama Erdoğan Hoca kıymetlimiz” derlerdi. Yıllarca emek verdiği bu sahneden şöhret basamaklarını çıkmak yerine şöhretli oyuncular yetiştirdi. Bazen babalık, bazen abilik, bazen ise arkadaşı olurdu gençlerin.
80’li yıllardan beri o sahne de olan Erdoğan Hoca şimdilerde yurtdışında tiyatro sevdirmeye, bu defa üniversitede hocalık yapmaya devam ediyor.
Ben ne anlatsam yarım kalacak sanki hocam. Biraz senden dinleyelim mi tiyatro maceranı. Hikaye nasıl başladı? Erdoğan Eğmen kimdir?
Kendimi anlatmayı çok sevmiyorum Denizcim, bilirsin ama hep bu soru sorulur bana. Hatta bir röportajda “Oyuncu olmasaydınız ne olurdunuz?” diye sorduklarında ben “Mafya babası olurum!” demişim. O derginin kapağına beni koyup “Tiyatrocu olmasaydım, mafya olurdum, dedi!” diye gündem yaratmışlardı.
Kenar semt çocuğuyum ben. Oralarda sanat pek gezinmez, yabancıdır herkese. Tiyatro, oyunculuk çalışmalarına giderken babamın çok kez boğazıma bastığını bilirim, ‘gitmeyeceksin’ diye. Tabi ben yine de gittim. Çünkü tiyatro çok farklı bir şeydi her zaman benim için. Ben, siz öğrencilerimle büyüdüm bir kere! Sizlerle olgunlaştım ve inan sizin benden aldığınız kadar ben de sizden çok şey öğrendim. Bu hep böyle olmuştur. Ege Üniversitesinde Animasyon Bölümü’ndeki hocamın da kulaklarını çınlatayım burada biraz. Yonca Ginyo Güçer hocamın öğretmenler gününü kutlamak için yanına gitmiştim. ‘Teşekkür ederim’ dedi, ‘Ama senin öğretmenler günün daha kutlu olsun’. Bozuldum tabi, öyle söyleyince. Sandım ki beni aşağılıyor. Anladı o da bozulduğumu ve dedi ki: ‘Gerçekten, senin daha kutlu olsun! Bana buraya 300-400 kişi geliyor ve ben içlerinden en iyi 10 veya 20 kişiyi seçiyorum, yetiştiriyorum ama sen öyle misin? Sana herkes geliyor ve seçim şansın yok.’ O zaman anladım nasıl bir iş yaptığımı. Tabi ki amacım her zaman iyi oyuncular yetiştirmekti. Şükürler olsun ki yetiştirdim de. Binlerce kişinin arasından belki 20-30 oyuncu çıktı benim için de.. Diğerleri kayıp mı? Asla! Onlar da bu ülkenin çok kaliteli tiyatro seyircileri oldular. Ailelerine, çocuklarına, torunlarına tiyatroyu aşılayacak adamlar yarattım. Hatta daha güzelini yaşıyorum: Annesi, babası tiyatro öğrencimdi şimdi çocukları öğrencim. Bu benim için çok gurur verici. Yani kısacası Deniz’im, her şeyimi verdim tiyatro sanatına ben! Zamanımı, enerjimi, aşkımı… Her şeyimi! Pişman mıyım? Asla! Hala çok seviyorum bu sanatı ve bu sanatı öğretmeyi. Benim derdim ünlü olmak değildi hiçbir zaman! Bu sanatı en iyi şekilde öğretmekti...
Klasik bir adam değilim
Zaman gidiyor ve hepimiz bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz. Senin tiyatro sevgin yakın çevreni nasıl etkiledi. İki tatlı kızın var. Mesela onlar ne düşündüler zamanı paylaşma konusunda?
Şimdi büyüdüler ve evlendiler. Çocuk sahibi oldu mesela Melis. Ama onlar benimle beraber sahnede oldular her zaman. Sen de bilirsin, Melis sizin elinizde büyüdü sahne kenarında. Hatta ilk rolünü bebekken halk sahnesinde oynadı. Sonra Amerika’da okurken Shakespeare oyunlarından, bir de madalya alma şerefine ulaştı. Deniz de ona keza… Daha ortaokuldayken onların okuluna görevlendirme olarak atandığımda üç oyunda başrol aldı, yeteneklidir. Üniversitede “İnce Mizansen” grubunda birçok rol aldı, devam etti tiyatroya. Şimdi müzik öğretmeni olarak hayatına devam ediyor. Yani aslında bir şekilde hep sahnede, hep sanatın içinde. Onlarla her zaman kaliteli zamanlar geçirdiğimizi düşünüyorum. İnşallah onlar da böyle düşünüyordur. Şunu söyleyebilirim, klasik bir baba olamadım ne yazık ki! Çünkü klasik bir adam değilim!
Alaylı olmayı hep çok sevmişimdir
Yıllar sonra İzmir Eğitim olayı var hayatında. O nereden çıktı peki? Bu işin kuramını da halledeyim duygusu mu? Yoksa içinde ukde miydi?
Ben alaylı olmayı hep çok sevmişimdir aslında ama gel gör ki eğitim vermek için doğru eğitimler almış olman gerekir. Bizim zamanımızda, Halk Eğitim Merkezi Akşam Sanat Okulundan aldığın 800 saat belge yetiyordu, eğitmen olman için ama şimdi bunu net söylüyorum yüksek lisans bile az geliyor kurumlarda çalışmaya. Tabi ki teorisyen olarak da kendimi geliştirmek, sanatıma ve eğitimci vasfıma hizmet edip onu en üst seviyeye çıkartmak için uğraşıyorum bugün hala daha. Ama İzmir çok farklıydı benim için. Bana sadece bir okul kazandırmadı, çok güzel dostlar da kazandırdı. Üstelik orada yaptığım işler de benim ruhumu doyurdu. Neler yaptığıma gelince, İzmir Devlet Tiyatrosunda çalıştım, BKM’nin İzmir şubesi olan Dev Ajans’ta çocuk tiyatrosunda oynadım, İzmir Akademisyen Tiyatro topluluğunda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştım, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi’nde Türkçe ve Edebiyat Öğretmenliği bölümlerinde Tiyatro ve Drama eğitimleri verdim. Çok güzel, imkansız oyunlar da çıkardık onlarla. Bir de gurur duyduğum Çeşme Belediye Tiyatrosu’nu kurdum. Hala devam ediyor çalışmaya. Daha da gurur duyduğum Ege Tiyatrolar Birliği’ni kurduk oradaki dostlarla ve şimdi Ege’de Metin Güler arkadaşımızın büyük çabalarıyla çok güzel işler yapılıyor. Kısacası Denizcim okumaya gittim ama gel gör ki rahat durmama hastalığım orada da nüksetti ve farklı boyutlara ulaştı.
Hepsi benim için çok değerli
Edirne de bunca öğrencin oldu. İçlerinde şan şöhret sahibi olanlar da var. Senin için her biri mutlaka ki kıymetlidir ama unutamadıkların var mı?
Hiçbir zaman, hiçbirini unutmam! Hepsiyle bağlantım devam ediyor. Tiyatro, sinema sanatçısı da var içlerinde, benzin pompacısı da… Her meslekten insanlarım, güzel güzel kocaman yürekli insanlarım var... Hepsiyle görüşüyorum. Hepsiyle bağlantım devam ediyor. Evlendiler, çocuk sahibi oldular, hayatlarının her anını hala takip ediyorum, diyebilirim. Şimdi isim saymaya kalkarsak olmaz. Birilerini unutup küstürmeyeyim. Çünkü hepsi benim için çok değerli.
Yıllar sonra Edirne Devlet Tiyatrosu kuruldu sizin de çabalarınızla. Edirne bu oluşumu nasıl karşıladı?
12 saniyede bütün biletlerin tükenmesiyle beni çok mutlu ediyor. Hayalimdi, oldu! Ama oraya kadro gelene kadar, benim bu konudaki savaşım devam edecek.
Bizim daha çok fırın ekmek yememiz lazım
Bunca hengamenin içinde mutlaka bir dünya anı da vardır. Bizimle bir tanesini paylaşsanız?
Ooooooo anılar dersek işin içinden çıkamayız gerçekten ama birini paylaşayım: Zihni Göktay hocamla bir gün yan yana geldik, bir tiyatro festivalinde, masada oturuyoruz. Böyle büyük bir üstatla yan yana gelmişim, büyük şeref benim için. Havadan sudan konuşuyoruz. Bir ara durdu, Erdoğancım, dedi, bu meslekten ekmek parası kazanmak ister misin? Tabi ki hocam, dedim. Döndü başka muhabbetlere girdi. Ben bu sırada beyin fırtınası yaratıyorum kafamda, neden böyle bir şey söyledi acaba, diye. Sonra döndü tekrar, dedi ki: “Peki, o ekmeğin içinde köfte de olsun ister misin?” Ben hemen yapıştırdım: “Tabii ki hocam, kim istemez, köfte de isterim.” Hemen: “Git başka iş yap o zaman ...! Bu tiyatro ancak ekmek parası verir insana, daha fazlasını değil!” O zaman anladım ki bizim daha çok fırın ekmek yememiz lazım.
Senin en sevdiğin tiyatro oyunu? Yazarı? Tiyatro Gurubu? Sahnesi? Senin enlerin kimler?
Valla buna kısa bir cevap vereyim. Bütün oyunları, bütün yazarları ayırt etmeden okur ve severim. Tiyatro grubu dersen hangisi güzel değil ki bu zamanda! Bir kere bu sanata emek veriyorlar az iş değil! Bu bağlamda tüm tiyatro guruplarını kutluyorum.
Oyunlar yönetiyorum
Yurt dışındasın uzundur. Kırgızistan da neler yapıyorsun?
2020 de Kırgızistan’a eşimin görevi dolayısıyla geldik. Esasında emekliliğin tadını çıkarabileceğim, Tanrı Dağlarının altında huzur bulabileceğim bir yer, diye düşünürken… Bir Erdoğan EĞMEN klasiği olan rahat durmama hali burada da üzerimdeydi. “Radyo Televizyon Sunuculuğunda Oyunculuk” konulu tezimi verip yüksek lisansımı tamamlayıverdim burada. Tabi ki aynı zamanda Türk okullarında (Bişkek Türk Okulu, Kırgız Türk Anadolu Lisesi, Kırgız Türk Anadolu Kız Meslek Lisesinde) drama dersleri ve oyunculuk dersleri vermeye başladım. Hala da devam ediyorum. Sonra Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesinin Güzel Sanatlar Fakültesinden teklif de alınca ben, güzel bir emeklilik hayali kuran Erdoğan, kendimi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümünde Öğretim görevlisi olarak işe başlamış buldum. İki yıldır çalışmalarımız tam gaz devam ediyor. Sonuç, eşim Türkiye’ye döndü, ben buradayım. Bununla kaldı mı? Hayır tabi ki! Diğer üniversitelere masterclass derslerine girip özel tiyatrolarda ve şehir tiyatrosunda oyunlar yönetiyorum. Unutmadan söyleyeyim, yoksa kızarlar bana: Bir de üniversitedeki Kırgız, Kazak, Özbek, Türk gençleri ile Türk Dünyası Tiyatrosunu kurduk. O da üç yıldır çalışmalarına devam ediyor.
Jübilemiz genelde öldüğümüzde oluyor
Jübilemi şöyle yapmak isterdim desen ne hayal edersin?
Jübile mi? Hiç görmedin herhalde tekerlekli sandalyeyle sahneye çıkan oyuncu…
Doktor, nasıl, ömrü boyunca yapıyorsa mesleğini, biz de yapmak zorundayız bence. İnsandır işimiz ve sahne her yaşta adamı alır içine, hayatın kendisidir çünkü. Bir de jübile yapmak için mesleğinin zirvesine ulaşmak gerekir. Biz bu mesleğin zirvesinin olmadığını biliriz. İyi bir oyuncunun ölümü tanımlaması için, o duyguyu biliyor ve yaşamış olması gerekir, öyle değil mi? Öldüğünde artık duyguyu tanıyan ama kalkıp oynayamayan bir oyuncusun. Evet, bizim jübilemiz genelde öldüğümüzde oluyor.
Yaşarken çok da insanların umurunda değilmişiz gibi geliyor bana hatta.
Buna da sanatçının kaderi diyelim.