BİR KÜLTÜREL DÜNYA MİRASI KYOTO
Günümüzde Kyoto kenti içinde 16 UNESCO Dünya Mirası Alanı, 1660 civarında tapınak, 400 civarında Şinto dinine mahsup mabet, 90 kilise ve çok sayıda saray ve olağanüstü güzellikte Japon bahçeleri barındırıyor. Bu nedenle Kyoto aynı zamanda Japonya'nın en önemli dini merkezi
Deniz DİKMEN
Japonya sanırım gezip gördüğüm en sevdiğim ülkelerin başında gelir. Neden mi? Temizliği, her alanda insana ve doğaya olan saygısı, muazzam kültürel yapısı, harika mutfağı yani her şey çok güzel Japonya’da. İnsanın içini huzur ve güven sardığı ve kendini mutlu hissettiği bir yerdir Japonya. Daha Japonya topraklarına ayak bastığınızda bu sıcaklığı, disiplini ve duyarlılığı hemen hissediyorsunuz. En başta gümrükten geçerken kendinizi saygıdeğer bir misafir gibi hissediyorsunuz. Dünyanın bir çok yerinde her zaman size böyle hissettirmiyorlar.
İşte bu çok sevdiğim ülke Japonya’da sizi ülkenin en güzel destinasyonlardan birine götürmek istiyorum. Kyoto’ya.
Kyoto’ya gelmeden ve buraları yaşamadan sanırım ne kentin ne de ülkenin güzelliğini anlamak çok güç ama, elimden geldiğince size Japonya ile olan duygularımı ve deneyimlerimi anlatmak isterim.
Neden Kyoto? Çünkü, Kyoto Japonya’nın en eski ve en uzun süreli başkenti. Muhteşem bir şehir. Bu kent 794-1868 yılı arasında Japonya’nın başkenti olarak hizmet etmiş ve Japon İmparatorluk Ailesi’ne ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle kent bugün hala korunan muazzam tarihi yapıları, tapınakları ve kültürel mirası ile eşsiz bir destinasyondur.
Günümüzde Kyoto kenti içinde 16 UNESCO Dünya Mirası Alanı, 1660 civarında tapınak, 400 civarında Şinto dinine mahsup mabet, 90 kilise ve çok sayıda saray ve olağanüstü güzellikte Japon bahçeleri barındırıyor. Bu nedenle Kyoto aynı zamanda Japonya’nın en önemli dini merkezi.
II Dünya Savaşı sırasında Nagazaki ve Hiroşima kentlerin yanı sıra Kyoto’da havadan atom bombasının atılacağı kentler listesinde bulunuyordu. Fakat bir mucize gibi dönemin ABD Savaş Bakanı çok özel tarihi değerler barındırması sebebiyle bu güzel kenti bu listeden çıkarıyor ve Kyoto son dakika atom bombası saldırısına uğramaktan kurtuluyor.
Kyoto’ya geldiğimizde ilk ziyaret ettiğimiz duraklardan bir tanesi kentin güneyinde bulunan Fushimi Inari Tapınağı. Tapınak Inarı Dağın yamaçları üzerine kurulmuş bir Şinto yapısı. Hava şahane, güzel, güneşli bir sonbahar havası.
Tori kapıları
Ağırlıklı turuncu renkte olan bu tapınak kompleksinin en önemli unsuru T şeklindeki turuncu torii kapıları. Turistler ve yerel halk Fushimi İnari’ye dua etmeye ve dilek dilemeye geliyor. Dileği kabul olanlar tapınağa bir tori kapısı bağışlar. Tapınağın etkileyici ana giriş kapısından geçtikten ve buradaki yerel halkın yapmış olduğu ritüelleri izledikten sonra arka bölümde ormanın içinde bulunan tori kapılarını görmeye gidiyoruz. Binlerce Tori kapısı arka arkaya dizilmiş ve insanların içinden geçtiği bir tünel haline gelmiş. Ön sıralardaki toriler dev boyutlarda fakat yürüdükçe toriler ileriye doğru küçülüyor. Bu tori tünelinden geçerken beni büyük bir mutluluk sarıyor zira dilekleri kabul olan insanların yaptırdığı ve bu tapınağa bağışladığı kapıların altından geçiyoruz. Bu yol 4 km uzunlukta ve buraya geldiğinizde iki saate yakın bir süre yürüyeceğinizi hesaba katabilirsiniz. Torilerin oluşturduğu bu turuncu tünel Japonların kutsal kabul ettiği İnari Dağı’nın yamacında bitiyor.
Fushimi İnari’den ayrılıp otobüsümüze binip bu sefer kentin kuzeyine doğu yol alıyoruz ve Kyoto’nun çok ikonik bir yapısı olan Kinkaku-ji Tapınağı’na gidiyoruz. Kinkaku-ji Tapınağı aynı zamanda Altın Köşk olarak anılıyor ve bahçesi ile birlikte eşsiz güzellikteki bir kompleks. 1994 yılında burası UNESCO Dünya Mirası listesine alınmıştır. İlk kez tapınağın bahçesine girdiğimde ve bu Japon bahçesinde altın rengindeki tapınağı gördüğümde gerçek olduğuna inanamamıştım.
Burası ancak kusursuz bir sanat eseri, bir tablo olabilirdi. Güneşin ışıkları da o kadar mükemmel bu lokasyonu aydınlatıyordu ki. Tapınağın biçimi ve altın sarısı rengi bu yemyeşil parka çok yakışıyordu ve parkın içinde pırıl pırıl göletin içinde tapınağın yansıması görünüyordu. Gelen ziyaretçilerin kalabalık olmasına rağmen park çok sessiz ve çok güzeldi.
Parkın içinde tapınağın etrafında bir tam tur attıktan sonra tapınağın çıkışında bir mantarlı dondurma ve bir de Macha Çayı dondurması yiyoruz. Dondurmanın biri füme renginde diğer fıstık yeşili renginde ve tadları da gayet güzel. Japonya’da işte böyle her yerde sizi sürprizler bekliyor. Gerçekten büyülenmiş olarak Kinkaku-ji ‘den ayrılıyoruz ve bu kez kentin doğusunda bulunan ve Kyoto’nun en önemli yapılarından biri olan Kiyomizura-dera Tapınağı’na devam ediyoruz.
Şefkat tanrısı Kannon’a adanmış
Kiyomizu-dera Tapınağı da Otowa Dağı’nın yamacında bulunan büyük bir Budist tapınak kompleksi. Bu tapınak 1250 yıl evvel inşa edilmiştir ve merhamet ve şefkat tanrısı Kannon’a adanmıştır ve hem uluslararası hem de yerel çok ziyaretçi çeken dini bir merkezdir. Kannon tanrısının onbir yüzü ve 42 tane eli bulunur. Burası aynı zamanda Kannon Reijo yani “Kannon’un kutsal yeri” olarak ta geçer ve bu tepede Kannon tanrısının şefkatinin bolluğuna inanılır. Japonlar, bu tapınağa geldiğinizde Kannon tanrısının önünde ellerinizi birleştirerek bir şükür duası etmenizi ve dünyanın mutluluğu için dilekte bulunmanızı ister. Akşamüstü ormanın içinde bulunan bu dev ve çok etkileyici ahşap tapınağın bir çok bölümünden ve bahçesinden geçerek bu kültürel mirası geziyoruz.
Kiyomizu-dera nın da muazzam bir yapı olduğunu belirtmeliyim. Muhteşem bir lokasyon. Burası da özgün ve tarihi dokusu ile 1994 yılında UNSECO Dünya Mirası listesine girmeye layık görülmüştür.
Tapınaktan yürüdüğümüz yoldan geri dönüyoruz. Hemen tapınağın sağ taraf girişinde bulunan ve Kyoto’nun tarihi dokusu olan Higashiyama bölgesine giriyoruz.
Burası o kadar şirin bir yer ki. Sokaklar ve evler küçük Japon evleri ve birçoğu dükkan veya restoran olarak kullanılıyor. Burada ne yok ki. Dükkanlarda muhteşem yerel sanat eserleri, tokalar, yelpazeler, geisha kıyafetleri, yerel desenli çantacıklar, şapkalar, ipek kıyafetler, yerel seramikler, herşey var. Yiyecek içecekler zaten bizim için çok enteresan. Rengarenk, tertemiz, bakımlı ve çok kaliteli ürünlerin satıldığı küçücük bir dünya burası. Japon satıcılar da çok nazik, çok kibar. İnsan buradan hiç ayrılmak istemiyor, o kadar tatlı.
Higashiyama’da ise bir çay seremonisine davetliyiz.
Bu minik Japon evlerinin arka tarafından dolanıp evlerden birine giriyoruz. Çay seremonisi yapacak genç Japon hanım bizi bekliyor. Burada bize Japonya’da çayın nasıl hazırlandığını ve servis edildiğini, tarihini ve felsefesini gösteriyorlar. Bizim için bu seremoniyi yapan hanım 10 yıldır bu konuda eğitim aldığını ve henüz işin başında olduğunu anlatıyor. Japonya’da bu çay seremonisi çay ustaları tarafından kuşaktan kuşağa aktarılıyor.
Ulusal hazine olarak kabul ediliyor
Kyoto’nun emperyal bir kent olması sebebiyle bu çay okulların yanı sıra çiçek bağlama sanatı, kaligrafi, boyama sanatı, heykel sanatı, geleneksel dans ve tiyatro, ipek boyama gibi birçok sanat dalı Japon kültüründe çok önemli bir yer alır. Kyoto eski başkent olarak tüm bu sanatları bir hazine gibi içinde barındıran çok mühim bir destinasyondur. Bu eserlerin hepsi birer ulusal hazine kabul edilir.
Kyoto aynı zamanda Japonya’da asırlardır ipek dokumacılığın merkezlerinden biridir. Dökümlü ipek kumaşlar ve yerel nakışlı ipek Japon kadınların ve özellikle Geishaların giydiği kıyafetler ama aynı zaman ev dekorasyonu için de kullanılan bir kumaş tipidir ve Japon geleneksel kültürün önemli bir ögesidir.
Bu güzeller güzeli kent aslında dev bir açık hava müzesidir. Buraya geldiğinizde Gion Bölgesi’ne gitmenizi tavsiye ederim. Burası eski Japon evlerin bulunduğu Geisha, Geiko ve Maikoların yaşadığı bölgesidir.
Japonya’yı çok özledim
Kyoto da ayrıca 1331-1869 yılları arasında Japon Kralı tarafından kullanılan Kyoto Kraliyet Sarayı’nı, Nishiki Pazarı’nı, Pontocho Bölgesi’ni , bambu ormanların olduğu Arashiyama’yı, Tenryu-jı ve Katsura gibi daha onca tapınaklarını ,maymunlar ormanını, Unesco Dünya Mirası olan Nijo Kalesi’ni, Samurai ve Ninja Müzesi’ni ve alış veriş için Shiro-dori ve Kawaramachi Caddeleri’ni ,Sannenzaka, Ninenzaka, Teramachi ve Shinkyogoku Bölgesi’ni gezebilirsiniz.
Kuşkusuz kiraz ağaçların açtığı Sakura döneminde bu muhteşem kent beyaz ve pembe renklerde bir masal diyarına dönüşüyordur ve güzelliğine güzellik katıyordur. 1868 yılından sonra ise Tokyo Japonya’nın yeni başkenti ilan edildi ama kanımca asla Kyoto’nun yerini tutması mümkün değil. Kyoto kuşkusuz dünyanın en asil ve içinde uçsuz bucaksız tarihi ve kültürel hazineler barındıran, çok kibar ve narin, engin bir diyar ve kesinlikle çokça vakit ayırıp gezilmesi gereken bir destinasyon.
Japonya’yı çok sevmiştim ve çok özledim. Umarım en kısa sürede bu sefer uzun bir dönem için bu kıymetli, kadim ülkeyi ve Kyoto’yu doya doya gezme fırsatım olur.
Sizin de fırsatınız olursa bu şahane ülkeyi ve kenti görmenizi tavsiye ederim. Belki şansınıza Kyoto sokaklarında ürkek bir Geisha yolunuzu keser ve siz de benim gibi bu şahane kültürün bir hayranı olursunuz.