BAMBAŞKA MEKSİKA KALİFORNİYA'DAN MEXİCO CİTY'YE
Bazen gezdiğim dünya ülkelerini hem merak ederim, hem de gitmek için biraz çekinirim. Hele bilmediğim az bilgi alabildiğim, filmlerde farklı gördüğüm bir ülke ise, beni daha da etkiler. Bizden önce gidenlerden dinlediğimiz ya da okuduğumuz notlarda bize hep Meksika'nın tehlikelerinden söz edildi. Biz de bir gurup arkadaşla cesarete gelip San Diego'dan Mexico City'ye kara yoluyla gitmeye karar verdik

Deniz DİKMEN
Seyahat günü San Diego da serin ve sisli bir sabaha uyandık. Yolculuk için hazırız. Arabamız yeni yıkanmış, çalma listeleri sıralanmış ve bardak tutucunuzdaki sert kahve kokusu sabahın bu saatlerinde pek de güzel geliyor. Rotamız I-5 denilen bir yol üzerinden Meksika. İşte bu yoldan dünyanın en işlek kara sınırı olan San Ysidro sınır kapısına doğru giderken şehir de yavaş yavaş uyanıyor.
Yol üzerinde çok değişik köylerden ve bazen çöllerden geçiyoruz. Tijuana'da atmosfer anında değişiyor. Havada ızgara carne asada kokusu var. Açık dükkan vitrinlerinden müzikler yükseliyor ve sokak satıcıları trafiğin arasından sıyrılıyor. Pasifik boyunca uzanan “manzaralı ücretli yolu” yani Meksika'nın 1D Otoyolunu kullanarak Ensenada şehrine doğru ilerlemeye karar veriyoruz.

İlk geldiğimiz şehir Ensenada. Taze deniz ürünleri pazarlarıyla dolu bir sahil şehri olan Ensenada, bizi okyanusun tuzlu kokusuyla karşılıyor. Şehrin merkezinde bulunan balık pazarı balıkçıların bıçak sesleri arasında müşterilerini bağırarak çağırdığı Mercado Negro’da dolaşıyoruz. Aslında kelime anlamıyla karaborsa da demek ama bir balık pazarı. Belki başka mallar da vardır ama, biraz gürültülü ve karnımızın da hafif hafif acıkmasından mıdır bilinmez, balıkların kokularından da rahatsız oluyoruz ve hemen çıkıyoruz. Hava da sıcak bir de. Öğle yemeğinde, okyanusun ta kendisi gibi taze balık takoları var. Çok leziz ve de temiz bir ortamda yemeğimizi yedikten sonra, Malecón'da oyalanıp limanda sallanan balıkçı teknelerini izleyip iç kesimlere doğru yola koyuluyoruz.
Baja Yarımadası Yolu yeni güzerhagımız. Çöl manzaraları, kaktüs ormanları ve sıcak toz kokusu. İspanyolca taze peynir anlamı taşıyan Queso fresco ve Meksika'ya özgü bir tatlı ekmek türü olan Pan dulce satan el yapımı tabelaların bulunduğu küçük köylerin yanından geçiyoruz.

Balinaları çok severim
O güzel peyniri tazecik ekmeğin içine koyup San Quintín ve Guerrero Negro arasında bir yerde, ufuk çizgisinin inanılmaz derecede geniş göründüğü muhteşem Baja da gün batımını izleyerek keyfi yapıyoruz.
Ben balinaları çok severim. Gittiğim ülkelerde böyle bir imkan yakalarsam mutlaka değerlendiririm. Güney Afrika’da Amerika’da bu tür seyir gezilerine çıktım. Guerrero Negro da Balina gözlemciliğiyle ünlü bir yer. Bu yüzden beni cezbediyor. Ertesi gün lagünün gri-yeşil sularına küçük bir tekneyle açılmak için erken uyanıyoruz. Balinalar o kadar yakından suya giriyor ki, nefes deliklerinden çıkan su fışkırmasını duyabiliyorsunuz. Pasifik okyanusunun gri balinaları, bu bölgenin en turist canlısı ev sahipleri. Meraklı bir yavru balina teknenin hemen yanında yüzerken bir balıkçı gülüyor adeta selam veriyor.

La Paz'dan gece feribotuna binip Mazatlán'a gidiyoruz. Güvertede yıldızlar o kadar parlak ki neredeyse başımızı döndürüyor. Mazatlán'da yine okyanus kokusuyla uyanıyorsunuz, ama bu sefer nemli, tropikal Pasifik Okyanusu'nun kokusuyla... Burası çok daha sıcak ve daha yoğun nem var.
Bu gezideki diğer durağımız olan Mazatlán’dayız. Eski şehirde bir gezintiye çıktığımızda, pastel renkli sömürge binaları ve gölgeli meydanlar karşınıza çıkıyor. Müzisyenler, trompetleri güneşte parıldayan Plazuela Machado'da toplanıyor. Sokak tezgahından karides ceviche'si alıp, meydanda güvercin kovalayan çocukları izliyoruz. Korkarak geldiğimiz ülkenin insan canlısı ev sahiplerine bakıp “iyi ki gelmişiz” diyoruz.
Bu sabah yine erken yollara düştük. Pasifik okyanusu boyunca güneye doğru gidiyoruz. Yol çok zevkli. Hindistan cevizi bahçeleri ve küçük balıkçı kasabalarıyla saatlerce kıyı şeridini takip ediyoruz. Puerto Vallarta'nın biraz ilerisinde, yol kenarındaki bir tezgahta Hindistan cevizi suyu içmek için duruyor ve bir adamın ustaca bir pala ile Hindistan cevizinin üstünü nasıl kestiğini izliyoruz. Bu yaşadığımız an bana kendi arabamızla Anadolu yollarında dura kalka alışveriş yaparak yolculuk yaptığımız günleri hatırlattı.

Meksika'nın kültürel kalbi
Meksika'nın kültürel kalbi Guadalajara'ya doğru gidiyoruz. Bu yolculuğumuzun deniz kenarından daha iç kesimlere doğru çizildiği bir rota demek. Kocaman Meydan Plaza de los Mariachis'i meksikanın halk ezgileriyle yapılmış Mariachi müziği dolduruyor. Bu sefer de havada kavrulmuş mısır ve tarçın kokusu var. Bu geleneksel müziği dinleyerek bir lokantaya geliyoruz. Meksika mutfağında tandır'da pişirilen şili biber ezmeli Birria yemeğini deniyoruz. Bu arada bütün keçi veya kuzu yemeklerine “Birria” deniyor. Bazen sakatat ile de yapılıyor. Guadalajara'da birria tacoları sokak yemeği olarak satılıyor. Pek Lezzetli.
Zengin ve baharatlı birria'yı denedikten sonra devasa kapalı pazar Mercado San Juan de Dios'ta dolaşıyoruz.
Buralara kadar gelmişken daha az bilinen bir mücevher olan Morelia görmeden dönmek olmaz. Bu şehir tamamen pembe taşlardan ve eski dünya cazibesinden oluşuyor. Alacakaranlıkta su kemeri altın rengi ışıkla parlıyor ve siz de meydanda oturup kil kupalarda servis edilen tarçınlı kahve olan café de olla'yı yudumluyorsunuz. Şehrin tarihi merkezinde gezip dolaşmak, mimari estetiği ve bölgesel mutfağı keşfetmek için eşsiz bir deneyim sunar. Morelia, tarihi dokusu, iyi korunmuş koloniyel mimarisi ve zengin kültürel etkinlikleriyle Meksika’nın önemli kültür kentlerinden biridir.
Burada da çok mutlu saatler geçiriyoruz. Kendimizi başka bir dünyada hissediyoruz. Bu gezimizin son durağına gitmek için tekrar yola koyuluyoruz. Uzakta yemyeşil ve sisli dağlar yükseliyor. Hedefimiz Meksiko Şehri... Yaklaştıkça trafik yoğunlaşıyor, ancak enerji de artıyor. Binaların yan duvarlarında duvar resimleri parlıyor, sokak yemek arabaları papazların şarkılarıyla cızırdıyor ve gökdelenler asırlık kiliselerin yanında yükseliyor.
Meksiko Şehri'ne giriş yapıyoruz. Sokakları satıcılar, sanatçılar ve başkentin kaotik güzelliğiyle dolu Centro Histórico'ya uğruyoruz hemen. Zócalo Meydanı yakınlarına park edip şehrin uğultulu kalbine adım atıyoruz. Havada kavrulmuş mısır, egzoz ve tarih kokusu var.
Meksiko city, Meksika'nın 32 federal yapılanmasından biri, ülkenin başkenti ve nüfus bakımından en büyük şehri. Bu nedenle çok değerli küresel bir şehir. Aynı zamanda Amerika kıtasının en önemli finansal merkezlerinden de biridir.

Aztek Büyük Tapınağı
Ülkenin merkezinde bulunan Meksika Vadisi'ndeki platolarda, 2.240 metre yükseklikte yer alıyor.
Görünce hayran olacağınız Meksika hükümetinin federal şubesinin merkezi olan Palacio Nacional (Ulusal Saray) binası, Meksika Cumhurbaşkanı ve Federal Hazine ofislerine ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca, ülkenin en ünlü ve önemli kütüphanelerinden biri olan Biblioteca Miguel Lerdo de Tejada'yı da bünyesinde barındırır.
Yine önemli bir yer önereceğim size, Tenochtitlán'daki Aztek 'Büyük Tapınağı' Teocalli. Katedralin şu an bulunduğu alanı ve kuzey ve doğusundaki blokları görülmeye değer. Ancak 1978'de, elektrik işçileri Aztek tanrıçası Coyolxauhqui'nin 8 tonluk taş disk oymasını bulduktan sonra, sömürge binalarını yıkıp Templo Mayor'u kazma kararı alındı.
Tapınağın, Azteklerin gagasında yılan (bazıları bu yılan resmini İspanyolların eklediğini söylese de) bulunan bir kaktüsün üzerinde tüneyen sembolik kartallarını gördükleri noktada bulunduğu düşünülüyor. Bu, günümüz Meksika'sının simgesidir. Aztek inancına göre burası, kelimenin tam anlamıyla evrenin merkeziydi.

Palacio de Bellas Artes
Dünyaca ünlü Meksikalı sanatçıların muazzam duvar resimleri, Cumhurbaşkanı Porfirio Díaz tarafından yaptırılan bu muhteşem beyaz mermer sarayın en üst katlarına hakimdir. Saray, aynı zamanda bir konser salonu ve sanat merkezidir.
Bu gezimizde son olarak size Teotihuacan’dan söz etmek istiyorum. Teotihuacan, günümüzde Kolomb öncesi Kuzey Amerika'nın en ünlü kenti olarak kabul edilmektedir. Ancak, kimler tarafından kurulduğu ve neden aniden terk edildiği gibi önemli sorular hala cevap beklemektedir.
Pirámide del Sol’a mutkalaka uğrayın. Meksika’ya gelip de bu muhteşem yapıyı görmeden gitmek olmaz. Kuzeye doğru ilerlediğimizde, dünyanın üçüncü büyük piramidi olan, dünyada hayranlık uyandıran, 70 metre yüksekliğindeki, 248 basamaklı Pirámide del Sol'u biz de gördük.
Palmiye saçaklı plajlar, acı baharatlı yemekler, buharlı ormanlar, iç içe geçmiş şehirler, olmazsa olmaz fiesta ve havai fişekler... Bu ülkenin önemli figürlerinden Frida'nın öfkesi. Daha neler var neler. Siz de mutlaka ziyaret etmelisiniz. İnanıyorum ki bir gün bu ülkeye gelip benim sayfada yerim yetmediği için yazamadığım birçok güzelliği de görebilirsiniz.