Dolar $
33.02
%-0.16 -0.05
Euro €
35.95
%-0.54 -0.19
Sterlin £
42.7
%-0.71 -0.3
Çeyrek Altın
4183.67
%-1.85 -77.97
SON DAKİKA
Haber Merkezi | Kültür - Sanat - Magazin Cumartesi 20 Temmuz 2024 18:18

AT YARIŞLARININ DİYARI SİENA

Bu hafta hep birlikte Avrupa'da çok pitoresk ve özel bir bölgeye gidelim mi? Gelin sizi bu hafta İtalya'daki Siena kentine götüreyim. Biliyorum ki çok seveceksiniz.

At yarışlarının diyarı Siena

Siena kenti İtalya’nın tam kalbinde Toskana bölgesinde bulunur ve Siena İli’nin de idari merkezidir. Aylardan Haziran ve bir İtalya gezimizin sırasında yolumuz bu muhteşem kente de düşüyor. Bu harikulade kent Floransa’nın yaklaşık 50 km güneyinde Avrupa’nın önemli bir Ortaçağ kasabasıdır. Kentin ilk kuruluşu aşağı yukarı MÖ 900 – 400 öncesine Etrüsklerin dönemine denk geliyor. O dönem rivayete göre Saina isimli bir kabile bu bölgede yaşıyormuş. Roma İmparatoru Augustus döneminde ise aynı bölgeye Roma İmparatorluğu Saena Julia isminde küçük bir kent kurmuş.

Efsaneye göre Siena kenti Roma kentini kuran Remus’un iki oğlu ve aynı zamanda Romulus’un yeğenleri olan Senius ve Aschius tarafından kuruluyor. Babalarının öldürülmesinden sonra Roma’dan kaçarken siyah ve beyaz atların sırtında bu iki kardeş Siena’ya sığınıyor. Appollo Tapınağı’ndan kaçırdıkları Roma’nın sembolü olan Romus ve Remulus’uemziren dişi kurtun heykelini de yanlarında Siena’ya getiriyorlar. Bu dişi kurt Roma’dan sonra Siena’nın da sembolü oluyor.

Senius bölgede Siena’yı Aschius ise Asciano kasabasını kuruyor. Siena’nın Roma’nın kurucuları tarafından kurulmuş olması kent tarihi açısından çok önemli bir ayrıcalıktır. Zira benzer konumda olan başka hiç bir kent yok. Siena kentin kökleri bu nedenle asil kabul edilir ve Siena Roma’nın bir nevi veliahtı gibi görülür ve farklı bir öneme sahiptir.

Üçüncü yüzyılda ise Siena Saint Ansanus sayesinde Hıristiyan dinini kabul eder fakat Romalılar tarafından kendisi çeşit çeşit işkencelere maruz kalır ve tüm bu işkencelerin sonunda kafası kesilerek cezalandırılır. O gündür bugündür Orta Çağdan bu yana Aziz Bernardino ve Azize Catarina’nın yanı sıra Saint Ansanus Siena kentin koruyucularından biri sayılıyor. 

Zaman içinde Siena Avrupa’da hatırı sayılır bir merkez haline gelmiştir ve hatta 13üncü yüzyıldan sonra bankacılık ve ticari konularda Floransa’nın önüne geçmiştir. Fakat, 14üncüyüzyılda kent veba salgını yaşamıştır.

 

Hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmış

 

16’ıncı yüzyıldan itibaren kentin sur içinde inşaat yapımı durdurulduğundan o dönemden sonra yeni binalar şehirdışında inşa edilmiş. Böylece bugünkü eski Siena kenti hiç bozulmadan ve orijinal haliyle günümüze kadar ulaşmıştır. Muhteşem bir orta çağ kenti için örnek teşkil etmektedir.

Kentin kendine has çok özel bir yapısı vardır. Saraylar,katedraller, surlar, geçitler, arklar, daracık sokaklar, tarihi evler, kuleler ve çeşmeler. Biz de antik kente yakın aracımızdan iniyoruz ve eski şehrin içine dalıyoruz. Daracık sokaklardan yürüyoruz ve çok güzel yerel şarap, peynir ve şarküteri ve hediyelik eşya satan dükkanların yanından geçiyoruz.

Yaz günlerinde bu daracık sokakların gölgesinde yürümek harika oluyor. Küçük dar bir sokağın köşesini geçince bir anda Siena’nın dev Piazzo del Campo Meydanı karşımızda pırıl pırıl parlıyor. İlk defa bu meydana geldiğimde inanılmaz etkilenmiştim.

Meydanın heybeti, meydana bakan binaların mimarisi ve güzelliği beni gerçekten çok büyülemişti ve bu meydana bakakalmıştım.

Piazza del Campo Meydanı Avrupa’nın en büyük Orta Çağ Meydanı olarak kabul edilir. Meydana bakan Palazzo Pubblicove Torre del Mangia yapıları meydana çok özel bir görüntü ve ambiyans kazandırıyor. Pallazzo Pubblicco 1297 tarihli gotik mimarisi olan bir saray ve Siena Meclis üyelerin kullandığı bir bina. Saray binasının içi Ambrogio Lorenzetti’ye ait freskolarla gerçekten göz kamaştırıyor.

Torre del Mangia ise 1325 yapımı 102 metre uzunluğundaolan haşmetli bir Çan Kulesi olarak dimdik ayakta. Kendi dönemine göre bu kule İtalyanın en uzun yapısıydı ve Floransa’daki çan kulesinden daha uzundu. O dönemde bu tip yarışlar yapılıyordu. Hangi şehir enleri barındırıyorsa ona göre değerli kabul ediliyordu. Kulenin kafa kısmı ise LippoMemmi adındaki sanatkâr tarafından özel olarak tasarlanmıştır. Meydana vardığımızda işte ilk gördüğümüz bu iki muhteşem yapıydı. 

Piazza del Campio’nun kendisi ise apayrı bir efsane. Meydanın formu zarif bir deniz kabuğu şeklinde ve kenti 13üncü yüzyılda yöneten dokuz lordun anısına dokuz bölüme ayrılmış.

Yılda iki kez bu meydanda 1232 yılından bu yana gelenekselleşmiş bir at yarışı olan Palio di Siena düzenleniyor.Meydan belli ki eski kentin neşeli, şenliklerin yapıldığı ve insanların sosyalleşebildiği güzel bir merkez. Her yıl 2 Temmuz ve 16 Ağustos’ta yapılan bu meşhur at yarışlarını seyretmek için dünyanın her yerinden binlerce turist bu meydana akıyor. Jokeyler atlarıyla üç kez Piazza del Campio’nun etrafında koşuyor ve bu nedenle yarış sadece bir buçuk dakika kadar sürüyor. Bazen virajı düzgün alamayan jokeyler yarışlarda atlardan düşebiliyor. Ama, atlar seyisleri olmadan da yarışı tamamlayabiliyor. 

 

Taraftarlarına heyecan yaşatıyorlar

 

Yarışa katılan jokeyler ve atlar, temsil ettikleri semtin sembollerine uygun olarak belirli işaretler kullanıyorlar. Kartal, tırtıl, salyangoz, baykuş, ejderha, zürafa, kirpi, tek boynuz, dişi kurt, deniz kabuğu, kaz, dalga, kara panter, orman, tosbağa ve kule imgeleriyle yarışa çıkıp taraftarlarına heyecan yaşatırlar.

Geçmiş çağlarda meydan dövüş sporları ve boğa güreşleri için de kullanılırmış. İlk zamanlar bu tip yarışlar mandaların sırtında yapılırken daha sonra eşeklerin sırtında yapılmaya başlanmış. Ancak 1590 yılında boğa güreşleri Siena’da yasaklanmış.

Biz de bu meydanı ve tarihi binaları gezdikten sonra meydandaki küçük bir restoranda soluğu alıyoruz. Gördüklerimiz o kadar şahane ki. Siena gerçekten çok özel bir kent. Kızıl tuğlalarla örülmüş orta çağdan kalma minik evler ve kızıl çatıları çok güzel görünüyor. Meydanın enerjisi zaten hemen insanlara da geçiyor sanki çünkü herkes pürneşe ve mutlu bir şekilde çevreyi gezmenin keyfini çıkarıyor.

O gün çok şık Restoranda yerel ev yapımı makarnamızı yedikten sonra kenti gezmeye devam ediyoruz. Tolomei, Buonsignori, Sansedoni ve Salimbeni sarayları, 1350 yapımı Siena Duomosu, Siena’nın en eski çeşmesi Fontebranda, SantaMaria Dei Servi Bazilikası, Facciatone, Siena Ulusal Sanat Galerisi, Opera della Metropolitana Opera Binası, FortezzaMedicea, Rönesans mimarisi ile Piccolomini Sarayı ve Kütüphanesi gibi birçok olağanüstü tarihi eseri görüyoruz. Tarihi yapıların detayları, cephe ve tavan süslemeleri, freskoları, vitray süslemeleri, resimler, heykeller, yollardaki balkon, pencere ve kapı detayları, iç avlular hepsi çok etkileyici. En güzeli ise, tüm eski kentin bir bütünlük ve hiç bozulmadan günümüze kadar gelmiş olması.

Burası elbette günümüzün modern ve teknolojik kentlerine, gökdelenlerine ve rezidans yaşantılarına tam bir tezzatoluşturuyor. Kent bu eski yapısı ile çok estetik, çok tatlı ve sımsıcak bir ambiyans ile karşımıza çıkıyor. Gerçekten gözümü bu güzide kentten alamıyorum. Gezimizi yine Piazzadel Campio’da noktalıyoruz. Meydanın hemen yanı başında duran 15’inci yüzyıla ait Fonte Gaia Çeşmesi’nde Siena ile vedalaşıyorum ve bir dilek tutuyorum. 

Bu kadar muhteşem bir mekanda her halde her dilek tutar düşüncesindeyim. Siz de okuyunca bir dilek tutun bence. Tüm dilekleriniz olsun. 

 

Sindire sindire gezin

 

Bir gün Siena’ya gelirseniz bu güzeller güzeli kent için çok vakit ayırmanızı ve kenti yavaş yavaş, sindire sindire gezmenizi, o pitoresk sokakların keyfine varmanızı ve köşebucak çok detaylı gezmenizi tavsiye ederim.

Buralara kadar gelmişken de elbette Siena ve Toskana bölgesinin yöresel lezzetlerini, el yapımı taze makarnalarını,özellikle Siena’nın Pici Spaghettisi’ni , Ciğer Crostinisi’ni  ve yerel şaraplarını tatmanızı öneririm.

Siena ‘ya has Ricciarelli bisküvilerini, zencefilli çöreklerini ve ballı, bademli ve karabiberli Noto tatlılarını, Panforte di Siena kekini denemenizi isterim.

Bu tadına doyum olmaz ve benzersiz güzel kent 1995 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası olarak kabul edilmiştir.

ABONE OL