Dolar $
33.09
%0.28 0.09
Euro €
36
%-0.01 -0
Sterlin £
42.86
%0.03 0.01
Çeyrek Altın
4251.38
%1.22 50.65
SON DAKİKA
Deniz DİKMEN | Turizm Pazar 14 Temmuz 2024 08:16

AŞK ŞEHRİ PARİS

Paris'te zaman içinde çok değişti. Globalleşen dünyadan etkilenerek buradaki kültürde başka yabancı kültürlerle harmanlandı. Paris'e gelen insanlar değişti. Fransa ve Paris genel olarak çok göç aldı ve bu göçmenler kente ve ülkeye kendi izlerini bıraktı. Her şeye rağmen Paris'e gitmeyi hala çok seviyorum ve zaman zaman özlüyorum

Aşk şehri Paris

Paris deyince o kadar çok şey aklıma geliyor ki... Gençlik, aşk, sanat, mutluluk, müzik ve hovardalık. Yaklaşık 35 yıldır Paris‘e bazen iş bazen de gezmek için gidiyorum ama, Paris deyince hep Paris’e yapmış olduğum ilk seyahatim aklıma gelir. Gencecik bir kızdım ve nedense Paris’e gitmek çok özel hayallerimin arasındaydı o zamanlar. Bir Cuma günü Hollandalı bir iş arkadaşım ile Frankfurt’a bir toplantıya gelmiştik. Machtheld bana “İstanbul’a dönme, sana sürprizim var” demişti. Ertesi gün yani Cumartesi günü de benim doğum günümdü. 

Machtheld öyle deyince 1-2 gün daha kalmaya karar vermiştim ama sürprizin ne olduğu konusunda bir fikrim yoktu. İş toplantımızdan çıkınca Machtheld eşini de aramış ve bizi Frankfurt’taki tren istasyonuna götürmüştü. “Ben üçümüze bilet aldım ve bu gece hep birlikte Paris’e gidiyoruz” demişti! Paris mi? Kulaklarıma inanamamıştım. Sevinçten ve heyecandan bayılabilirdim. O kadar mutlu olmuştum ki. Machtheld’in eşi Robert ‘ta Paris’e hiç gitmemişti ve o da benim gibi Avrupa’nın bu güzel kentini çok merak ediyordu. Akşamın geç vakti geldi ve biz üçümüz otobüse bindik. Paris Frankfurt’un yaklaşık 600 kilometre güneybatısında bulunuyordu ve gece boyunca yol alacaktık. Heyecanım doruk noktadaydı.

Paris’ e gidiyorduk ve üstelik te doğum günümde. Sabah saat 7 civarında otobüsümüzle Paris’e vardık ve tam da Notre Dame Katedralin önündeki parkta aracımızdan indik. Daha kent uyanmamıştı. Tatlı bir yaz günüydü. Bavullarımızla birlikte güzel bir maceranın kucağında bu dev katedralin önünde duruyorduk. Bir baktım ki Machtheld kocaman çantasının içinden birşeyler çıkarıyor. Çantadan çıkan şeyler neydi biliyor musunuz? Üç adet şampanya kadehi ve bir şişe şampanya. O kadar şaşırmıştım ki, önce bunların ne anlama geldiğini kavrayamamıştım.

Machtheld ise “Doğum gününü kutlamaya başlayabiliriz” demişti. Ve köpüren şampanyayı kadehlere doldurmaya başlamıştı bile. İçim çok büyük bir mutlulukla dolmuştu çünkü bir hayalim gerçek oluyordu. Sabahın saat yedisinde Notre Dame Katedralin önünde kadeh kaldırıyorduk. Buradan hemen hareketle en yakındaki güzel bir Fransız kafesine gitmiştik ve küçük bir kahvaltı yapmak istedik. Tipik bir Fransız sokak kafesinde şık sandalyelere oturmuştuk ve bize taze Croissant, reçel ve koca bir fincan sütlü kahve getirmişlerdi. Kahvaltımızı eder etmez elimizde bavullarımız ile hemen otel bulmaya koyulmuştuk. Çünkü o dönem internet yok, booking.com gibi siteler yok vs. Yolumuzun üstünde en yakın gözümüze kestirdiğimiz düzgün 1-2 otele girip çıkmıştık. Hepsi küçük şehir otelleriydi ve yer bulduğumuz zaman hemen konaklamamızı yazdırıp, bavullarımızı odalarımıza bırakıp kenti gezmeye başlamıştık. 

Kavurucu sıcak vardı 

Aylardan Ağustos olduğu için inanılmaz kavurucu bir sıcak vardı ama biz bütün kenti gezmeye kararlıydık. Machtheld bizi önce dünyaca meşhur Montmartre Tepesi’ne götürmüştü. Burası kentin sekizinci ‘arrondissement’ yani bölgesinde bulunan bir mahalle ve 130 metre yüksekliği ile Paris’in en yüksek tepesinde bulunuyor. Metro ile buraya ulaşıp ağaçların arasından mahallenin sokaklarından ve merdivenlerinden yukarıya doğru tırmanmıştık. Meşhur Moulin Rouge Kabaresi’nin değirmenini ve tepede bir çok sanatçının özellikle ressamların tezgah açtığını görmüştük. Bir yandan resim yapıyor bir yandan resimlerini satıyorlardı. Buranın çok özel bir ambiyansı vardı. Ne de olsa Pablo Picasso, Salvador Dali, Claude Monet, Vincent van Gogh ve Amedeo Modigliani gibi ressamlar kendi dönemlerinde bu tepede resim çalışmaları yapmıştı. Ne heyecan verici değil mi? Başımızı kaldırdığımızda ise, Montmartre’nin en tepesinde tüm ihtişamı ile bembeyaz renkte Sacre Coeur Bazilikası görünüyordu. Dünyanın her yerinden ziyaretçisi vardı. Bazilika’nın inşaatı 1875 yılında başlamış ve 1914 yılında tamamlanmıştı. Sacre Coeur Bazilikası’nın önündeki terastan bütün Paris izlenebiliyordu. Bulunduğumuz bu mekanın da çok farklı bir enerjisi vardı sanki. Meğer I ve II Dünya Savaşı esnasında Parisliler Sacre Coeur’e daima gelip savaşın bitmesi için dua ederlermiş. İlerleyen yıllarda bu katedrale hep yolum düşmüştür hatta bir keresinde Paskalya Ayini’ne denk gelmiştim. Her zaman bu bazilikayı çok etkileyici bulmuştum. Montmartre’den sonra Machtheld bizi Quartier Latin’e götürüyor. Burası Paris’in Beşinci Bölgesi’nde bulunan Paris’in meşhur Latin Mahallesi ve özellikle Sorbonne Üniversitesi’nin öğrencilerinin mekanıdır. St Germain des Pres ile birlikte bu mahalleler Paris’in en hareketli, en renkli mahalleleri sayılır. Machtheld burada bizi bir ara sokakta bulunan çok eski bir fırına götürüyor ve buranın çikolatalı Croissant’nından tadına bakıyoruz. Croissantlar sıcacık fırından yeni çıkmışlar ve tadları nefis. Sokak sokak bölgedeki tatlı dükkanları, kafeleri, restoranları, butikleri, kitapçıları geziyoruz. Paris’e geldiğinizde mutlaka Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’ni ve Pantheon Binası’nı da ziyaret etmenizi tavsiye ederim. İlerleyen saatlerde Louvre Müzesi’ne gidiyoruz fakat ziyaretçi kuyruğu o kadar uzun ki, beklemek münkün değil. İlerleyen yıllarda elbette Louvre Müzesi’ne bir kaç kez gittim ve içindeki tarihi eserlere ve sanat eserlerine bayıldım. Hava o kadar sıcak ki, arada bir herkesin yaptığı gibi, Paris’in çeşmelerinde biraz serinlemeye çalışıyoruz. Opera Binası’na gidiyoruz. Lafayette’e giriyoruz, hatta Lafeyette’ in çatı terasından Paris manzarası izliyoruz. Daha sonraki senelerde ünlü bir İsspanyol giyim markası İspanya’nın dışındaki ilk dükkanını Paris’teki Opera Binasına çok yakın Avenue de Opera’da açmıştı ve herkes bu dükkana koşup ürünler bitmeden koleksiyondan kıyafetler almaya çalışmıştı. Ne günler...

Sen Nehri kıyısı

Akşamüstüne doğru ise Seine Nehri kıyısına iniyoruz. Küçük tekneler gelip geçiyor. Seine Nehri’nin üstündeki sayısız köprülerden geçiyoruz, sokak sanatçılarını izliyoruz. Meşhur Pont Neuf Köprüsü’nden geçiyoruz. Akşam vakti ise Notre Dame’in olduğu adacıkta bize bir restoran tavsiye etmişlerdi. Ona gitmeye karar veriyoruz. Ara sokakta fakat önü uzun bir kuyruk. Neyse ki biraz bekledikten sonra bizi de içeriye alıyorlar. Güzel, rahat bir Fransız restoranı. İçerideki ambiyans çok tatlı. Ahşap masalar, kareli masaörtüleri, sepette gelen taze sebzeler ve haşlanmış yumurtalar. Bir yandan ise canlı müzik var. İki genç gitar çalıp Fransız şarkıları söylüyor. Ortam o kadar keyifli ki. Muhteşem bir yemek yiyip müziğimizi de dinledikten sonra gece Paris’in Sekizinci Bölgesi’nde bulunan Avenue George VI’e gidiyoruz. Dünya markaların ihtişamlı vitrinlerini izliyoruz. Seneler sonra Prenses Diana buradaki tünelde bir trafik kazası geçirecek ve hayata veda edecekti. Gecenin bir vakti ama kent ışıl ışıl ve çok keyifli. Her yer ayrı bir güzel ve görülecek o kadar çok şey var ki. Hiç unutmuyorum tam gece yarısı Eiffel Kulesi’ne varmıştık ve ikinci katına kadar çıkmıştık. Doğum günü maceramı, gece yarısı Eiffel Kulesi’nin altında inanılmaz yorgun ama bir o kadar mutlu, çimenlere uzanarak bitirmiştik. Paris’in bir gününe neler sığdırmamıştık ki. Senelerce bu kente hep geldim. Benim için bazı klasikleşmiş mekanlara hep gittim. Kentin sokaklarını karış karış gezdim, kafelerinde oturdum, müzelerini gezdim. Kentin klasiklerini ve özel mekanlarını keşfetmeye çalıştım – Champs Elysees Bulvarı’nı boydan boya yürürdüm, mağazalarını gezerdim. Lido Show mutlaka programda olmalıydı, çiğ midye yemeden de olmaz. Creme Brulee tatmazsanız ayıp olur. Vaktiniz olabildiğince müzelere gidin. Mesela, Musee d’Orsay, Musee Pompidou, Palais de Versailles, Jardin de Tuileries, Jardin Luxembourg. Ekibimizle fuar ertesi bir kez bütün bir günümüzü Paris Disneyland’da geçirmiştik ve ne kadar eğlenmiştik anlatamam. Her daim Paris’in mimarisinden, sanatından, modasından, gastronomisinden ve kentin insanlarından ve ruhundan çok etkilenip çok keyif almışımdır. Fransızca bildiğimden insanların genelde soğuk bulduğu Parislilerle çok sıcak, çok güzel diyaloglarım olmuştur. Elbette Paris’te zaman içinde çok değişti. Globalleşen dünyadan etkilenerek buradaki kültürde başka yabancı kültürlerle harmanlandı. Paris’e gelen insanlar değişti. Fransa ve Paris genel olarak çok göç aldı ve bu göçmenler kente ve ülkeye kendi izlerini bıraktı. Her şeye rağmen Paris’e gitmeyi hala çok seviyorum ve zaman zaman özlüyorum ancak Paris deyince sevgili dostum Machtheld aklıma gelir. Bana ve eşine yapmış olduğu müthiş sürpriz ve belki 18 saat yürüdüğümüz ilk Paris turu takdire şayandı gerçekten. Machtheld , sana çok teşekkür ederim...
ABONE OL

EN ÇOK OKUNANLAR