Yerli ve milli bir ekonomi
Aslında fikir yeni değil. Anglosakson merkezli küresel kapitalist sistem 19. yüzyıldan itibaren coğrafi anlamda yayılmaya başladıkça, bu yeni düzenden istifade edenler kadar olan bitenin aleyhlerine geliştiğini de düşünenler oldu. Sanayileşme treninin son vagonuna atlayanlar, İngiltere gibi mesafe kat etmiş olanların rekabetiyle başa çıkamayacağını düşünüp gümrük duvarlarından, korumacı ekonomi politikalarından dem vurdu. Yine 19. yüzyılın milliyetçilik akımlarıyla, ulus-devlet kurma furyasıyla üst üste oturan bu görüşlerin hem seçkinler hem de sıradan insanlar tarafından kabul gördüğünü belirtmek gerekir.
1929 Buhranı sonrası küresel liberal sistemin tam anlamıyla çökmesi millici, korumacı ekonomi politikalarının zirve yapmasına yol açtı. Krizin getirdiği işsizlik, yoksulluk furyasına çare piyasaların devletin güdümü altına alınması ve aktif müdahaleci politikaların uygulanması ile mümkün olacaktı. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen liberalizmin zaferi üzerine inşa edilmiş olsa da devletin düzenleyici, dengeleyici rolü belirgindi. Ancak seksenli yıllarda ve sonrasında gelen neoliberal devrim devletçi görüşün ciddi biçimde gerilemesine yol açacaktı.
Fakat zaman akıyor, dünya değişmeye devam ediyor. Fukuyama’nın öngördüğü gibi tarihin sonuna ulaşamadığımız gibi, Soğuk Savaş’ın sonunda zaferini ilan eden liberal siyasi düşüncenin de ciddi irtifa kaybettiği bir dönemden geçiyoruz. Thatcher’ın neoliberal devrimi başlattığı İngiltere’de Brexit oylamasının üzerine bir de Boris Johnson’un başbakanlığı geldi; hegemon güç Amerika’da ise Başkan Trump’ın korumacı söylemlerinin sadece seçim yatırımı olmadığı, bilakis ciddi politika tercihleri olduğu görülüyor. Bizim coğrafyamız da dahil olmak üzere sisteme yönelik memnuniyetsizlik artıyor ve devletçi ekonomi politikaları bir kez daha cazibesini artırıyorlar.
Devletçiliğin yükselişi
Peki, ABD Başkanı’nın bile ticarette korumacılığı savunduğu, küresel sistemin sorunlarından bahsettiği bir noktada devletçi politikaların öne çıkmasını beklemek mantıklı olmaz mı? Her şeyden önce yaklaşık kırk yıl önce başlayan neoliberal devrimin vaatlerini yerine getirmek konusunda çok yetersiz kaldığını tespit etmemiz gerekir. Devlet müdahalesinin verimsizlik ve rant yarattığını, piyasaların kaynak dağılımında çok daha başarılı olduğunu öne sürmekteydi bu görüş. Siyaseti ekonominin işleyişinin mümkün olduğu kadar dışına iterek, bireyler ve gruplar üretken faaliyetlere yönlendirilecek, tüm toplum katkısı oranında hızla büyüyen pastadan payını alacaktı. Oysa bugün bozulan gelir ve servet dağılımından ve ayrıca bu eşitsizliklerin kaynağının üretkenlik değil, düpedüz doğuştan gelen bazı avantajlar olduğundan bahsediyoruz. Zengin bir aileye doğan birey topluma katkısına bakılmaksızın çok daha büyük bir pay alırken, yarışa geriden katılanların birçoğu ne kadar çabalarsa çabalasın bir türlü hak ettiği yere gelemiyor.
Öyleyse, Amerika’da, Avrupa’da seçmenler önlerine sandık geldiğinde Brexit, aşırı sağ, popülist siyasi akımlar, göçmen düşmanlığı ve Trump diyorlar. Sandıklara girenin devasa bir memnuniyetsizlik oyu olduğunu söylemek mümkün. İşte bu noktada devletçi politikalar, liberal sisteme ulusalcı zaviyeden eleştiriler kendi haklılıklarını ilan ediveriyorlar. Trump, küreselcilere karşı ulus-devletçilerin yanında olduğunu söylüyor mikrofonların önünde.
Bu noktada eleştirinin konforlu dünyasından çıkıp ne tür bir yeni dünya önerildiğini ortaya koymaları gerekiyor Johnson, Trump ve benzerlerinin. Evet, sistemde büyük sorunlar var ama bir yandan küresel ticaret ve finans sisteminden sonuna kadar istifade ederek, ucuz işçilikle üretilmiş teknoloji harikalarına doyamayıp, hem de bunları yabancıların tasarrufuyla alıp sonra da küresel düzen eleştirisi çok inandırıcı olamıyor. Evet, eşitsizlik var ve sorun giderek büyüyor; evet işsizlik gibi sorunlar var ve teknoloji problemi daha da ağırlaştırabilir. Ama çözüm kapıları kapatmak, yandan iş çevrelerine kaynak aktarmak, demokratik kurumlara saldırmak değil. Bel ağrısı ne kadar şiddetli olursa olsun fıtıkçıya gitmek doğru bir çözüm yolu olmuyor.