Dolar $
32.6
%0.26 0.08
Euro €
34.79
%0.44 0.15
Sterlin £
40.28
%0.31 0.12
Çeyrek Altın
3935.89
%-0.76 -29.63
SON DAKİKA
Son Yazıları

Mazi kalbimde bir yaradır

18 Eyl 2020

Doğu Akdeniz'de Yunanistan'la ve arkasındaki AB ile ihtilafımız sürerken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun Lozan Anlaşması'na atıfla, burnumuzun dibindeki adaları bırakmamızın cefasını çektiğimizi söylemesi tartışmalara sebep oldu.

Lozan’a ilişkin fikir ayrılıkları yeni değil. Bu anlaşmanın bir anlamda Cumhuriyetimizin tapu senedi olması ve resmi tarihte Atatürk ve İnönü’nün itibar hanesine yazılması önceleri mahcup, daha sonraları ise açıktan eleştirilerin getirilmesine de yol açmıştı. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki uygulamaların en azından bir kısmıyla sorunu olan kimseler bu arka kapı yolu tercih ederek Lozan’daki eksiklikler üzerinden sonuca ulaşmaya çalışageldiler.

Öncelikle teslim etmek gerekir ki hiçbir konu tartışma dışı sayılmamalı, bilimsel tartışma ahlakı içerisinde konuşulabilmelidir. Hele üzerinden neredeyse yüz yıl geçmiş bir tarihi olayı serinkanlı biçimde konuşamamak toplumun olgunluk seviyesi açısından hiç de iyi şeyler söylemeyecektir. Sadece Lozan değil Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki uygulamalar, reformlar da akıl, mantık çerçevesinde tartışılabilmelidir. Böylelikle dolambaçlı arka kapı yolları kullanılmadan tam olarak nelerin rahatsızlık yarattığı da anlaşılmış olur. Hiçbir konuya ve kişiye kutsallık atfetmeden, her şeyi görüş alışverişine açabilmek bir toplumun medeniyet seviyesini gösterir.

Bu durumu tespit ettikten sonra resmi tarihe yönelik eleştirilerin önemli bir kısmının geçmişi daha iyi anlamak kaygısından öteye, güncele ilişkin tartışmalarda koz elde edebilmek amacıyla yapıldığını düşünmekteyim. Resmi tarih eleştirileri, kişilerin veya dönemlerin kutsallaştırılmasına yönelik itirazlar içerse de çoğu zaman alternatif bir resmi söylem yaratma kaygısına dönüşüyor. Hatta kısmen eski kutsallardan da ödünç alınarak yeni bir devlet onaylı hikaye yaratılmaya çalışılıyor. Bugün sıklıkla tarihi televizyon dizilerinde gördüğümüz, bir bilgi birikimine dayanmayan iddialı söylemlerde gözlemlediğimiz şey, dürüst ve açık bir tartışma ortamı yaratmaktan ziyade yeni bir kutsallar silsilesi oluşturmak hedefine yönelik. Olmayan şeyleri olmuş gibi göstererek, tamamıyla topluma gaz verme amaçlı bir sanal gerçeklik yaratılmaya çalışılıyor. Hayat gailesiyle mücadelede yorgun düşen insanlar için böyle Andersen’den masallar bir yere kadar moral verici olabiliyor. Ancak dış politika yapımı hayallerle, palavralarla sürdürülebilecek bir iş değil. Günün sonunda hayatın gerçekleri karşımıza çıkıveriyor.

Adaları alıverseydik

Ege’de burnumuzun dibindeki adaların Yunanistan’a ait olması birçok kişi için rahatsızlık verici bir durum. Hele Doğu Akdeniz’de tırmanan krizin gerekçesinin adaların kendisine ait deniz yetki alanları olup olmadığına dair bir tartışma olduğu düşünülürse, sorunun güncelle bağlantısı daha da kuvvetleniyor. Buradan da Dışişleri Bakanı’nın adaların durumuna ilişkin hayıflanmasına geliyoruz. Çavuşoğlu’na göre eğer adalar Yunanistan’da kalmasaydı bugünkü müşkülatımızı yaşamıyor olacaktık. Ancak bu mantık yürütmesini uç noktaya götürüp Macaristan’ı, Balkanlar’ı, Kırım’ı, Arap vilayetlerini nasıl kaybettiğimize dertlenip bugünkü sorunlarımıza geçmişi gerekçe gösterme kolaylığına kaçabilirdik. 

Oysa bugünkü dertlerimizin devasını mevcut imkanlarda aramak çok daha doğru. Bülent Ecevit Kıbrıs harekatından sonra BBC’ye verdiği mülakatta, Yunanlıları geçmişe saplanıp kalmakla, Bizans’ı diriltme hayalleriyle o dönemdeki sıkıntılı durumu yaratmakla suçlamıştı. Ecevit’in o zamanlar çok doğru bir biçimde işaret ettiği sorunlu tutumdan bugün bizim mustarip olduğumuz gözüküyor. Lozan’da adalara ilişkin sorunun ne kadar lehimize çözülebileceği bir tarafa, içinde bulunduğumuz durum bize dış politikada ergen atarına yer olmadığını göstermiş olmalı. İçeride kamuoyunun yüreğini soğutmakta kullandığımız uydurma tarih yazıcılığı, sürekli efelenme halleri dışarıda hiçbir getiri sağlamıyor. Keza geçmişi yamultma, bugünkü başarısızlıklarımızı, yetersizliklerimizi yüz yıl önceki hadiselere bağlama girişimi de bir fayda sağlayamayacak. Resmi tarih eleştirisinin gereksiz olduğunu söylemiyorum. Bilakis serinkanlı ve dürüst bir geçmiş sorgulaması bugün de ayaklarımızı yere sağlam basmak için önem taşıyor. Lozan’a baktığımızda adaları nasıl kaptırdık diye dertlenmek yerine, hesapsız kitapsız yapılan işlerin sonucunda nelere razı gelmek durumunda kaldığımızı görebilirsek, tarihi daha doğru okuyabilmiş oluruz.


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları