Karadeniz'in markalaşma sorunu
Türkiye'de Karadeniz'in doğasına hayran kalmayan ya da sahip olduğu tabiatı merak etmeyen yoktur herhalde. Karadeniz'in sunduklarının Türkiye'nin sınırlarını aşalı da çok oldu. Sadece biz değil başkaları da merak ediyor veya hayran kalıyor. Fakat Karadeniz'in elindeki bu değerler markalaşmadan eksik olarak devam ediyor ve Karadeniz artık yeşilini değil mavisini ve tarihini de bir an evvel kullanmaya başlaması gerekiyor.
Karadenizliyim. Her yıl gider, belirli bir süre kalırım. Bu nedenle Karadeniz’in sadece doğasını değil; kültürünü, sosyolojik yapısını ve ekonomisini de hem iyi bilir hem de yakından takip ederim.
Bu yıl memlekete gittikten sonra bir kez daha şu sorunu gördüm ve şu cümleyi kurdum; “Karadeniz’de markalaşma sorunu devam ediyor.” Ve şunu da ekledim; Karadeniz, Karadeniz’i kullanmıyor ya da kullanamıyor.
Hani bizim ülkede bir söz var; Norveç olsa beğenirdiniz, diye. Genelde de konu tabiat olunca bu söz kullanılır. İşte bu nedir biliyor musunuz, Norveç’in bizim ülkemizde doğada markalaştığını gösteriyor.
Karadeniz’in doğası Norveç’in doğasından daha mı geride? Tabi ki hayır ama markalaşma olmadığı sürece farklı ülkeler az ya da çok doğasıyla bizim üstün doğamızdan daha fazla nam salıyor. “Norveç olsa beğenirsiniz” sözü bile bizi hemen harekete geçirmesi gereken önemli bir nokta.
Karadeniz’de markalaşma var ama bölgesel markalaşma yerine destinasyon markalaşması var. Sadece belirli bir yer (ler) markalaşmış durumda. Ayder Yaylası, Uzungöl, Abant gibi. Peki ya geri kalan yerler?
Ayrıca burada ifade ettiğim Karadeniz, sadece Doğu ve Orta Karadeniz değil. Bölgenin tamamını düşündüğünüzde ortaya muazzam bir tablo çıkıyor. Ve markalaşma ile meşgul olacak kişilerin kafalarının karışması lazım hangi değerimizi kullansak, diye ama bir şeyler oluyor ve markalaşma yeterli gelmiyor.
Bu markalaşma araçlarında Karadeniz’in elinde sadece doğa yok ki. Deniz ve tarih de var. Düşünsenize doğa, deniz ve tarih. Dünyada markalaşan kentlere ya da bölgelere bakın, bırakın üçüne aynı anda sahip olmayı tekiyle bile neler çıkartabiliyorlar ortaya.
Deniz, Karadeniz için bir eğlence ya da dinlence aracı değil, bir gelir aracı yani balıkçılık. Bana kalırsa bu yüzden sahillere gerektiği kadar önem verilemiyor. Sahil yolundaki bazı kentlerde bunu görmek mümkün. Uzunca bir sahilde belirli aralıklarla konulmuş banklar, hepsi bu.
Hakkını yemeyelim sahilini çok güzel kullanan kentler de var. İşte bu kentler Karadeniz seyahatinden dönen insanların dilinde ve hep aynı ifadeyle; sahili çok güzeldi. Bu kadar kolay aslında, değil mi?
Artık denizi kullanmanın zamanı geldi. Deniz turizmi Karadeniz’de en az doğa turizmi kadar canlandırılmalı. Sahiller, keşfedilmemiş koylar, kumsal plajlar… Hepsi de fazlasıyla var, kazandırmak için daha fazla beklemenin inanın bir manası yok.
Karadeniz’de turizme büyük bir ilgi var. Yerel halk da çeşitli turistik ticari faaliyetlere de girişmeye başladı. Ama bir sorun daha var. Turizm ve markalaşma eş değerde ve aynı ilgide ilerlemiyor. Turizm ilerlerken markalaşma geride kalıyor. Bu da turizm bölgesinin kurumsallaşmasına engel oluyor.
Turizm markalaşmayı beraberinde getirir, diye düşünmeyin. Markalaşma sistematik bir süreç gerektirir ve hiçbir zaman da bitmez. Hiçbir kent ya da işletme ben markalaştım yeter artık, diye kenara çekilmez, çekilemez çünkü marka sürekli olarak korunmalıdır.
Karadeniz dalgalı nasıl deniz turizmi olabilir ki, diyenler olacaktır. Gitsinler Odesse’ya, Köstence’ye Karadeniz’de nasıl deniz turizmi olur bir baksınlar.
Karadeniz hak ediyor ve hakkını almalı. Sorumluluk ortada, sorumlular olarak gerekeni hepimiz yapalım.