Dolar $
32.52
%-0.08 -0.02
Euro €
34.76
%-0.2 -0.06
Sterlin £
40.44
%-0.3 -0.12
Çeyrek Altın
3952.57
%-0.54 -21.32
SON DAKİKA
Son Yazıları

Bir imparatorluk nasıl çöktü?

05 Nis 2021

Eski Türkiye'nin, Osmanlı mirasına nispeten mesafeli davranmasına rağmen onun çöküşüne ilişkin ilginç teorileri vardı. Bir yandan dini taassubun etkisi sebebiyle Batı'nın teknolojik ilerlemelerinin takip edilemediği söylenirken öte yandan da ülkenin emperyalizmin nüfuzuna tamamen açık bırakıldığına dair biraz karışık görüşler zikredilirdi.

Sonu getiren savaş için de “müttefiklerimiz yenildiği için biz de yenik sayıldık” şeklinde yine tatmin edici olmaktan uzak bir kapanış cümlesi eklenirdi. Zaten üzerinde durulması gereken Cumhuriyet ve onunla yeniden doğan genç Türkiye’ydi. Gerekli dersler alınmış, Atatürk’ün önderliğinde aydınlık yarınlara yelken açılmıştı.

Yeni Türkiye’nin de Atatürk figürünü biraz farklılaştırmak suretiyle koruyacağı anlaşılıyor ancak İmparatorluk geçmişimiz hakkında farklı anlayışlar mevcut. Günümüzde, popüler televizyon dizileriyle topluma aktarılmaya çalışılan gerçek ötesi tarih okumalarına göre Osmanlı’nın yıkıldığı bile şüpheli. Sokollu’nun İnebahtı bozgunundan sonra Batılı elçilere söylediği gibi, kesilen sakalı daha gür çıkacak biçimde yeniden güçlenmekte, dünyanın kıskançlıkla baktığı yeni bir güç odağı olmaya doğru ilerlemekteyiz. Osmanlı medeniyetinin mirası değerlere sahip çıkmak, artık nasıl olduysa tökezleyen devletimizin ve toplumumuzun tekrar ayağa kalkması için yeterli olacak. Yani “İmparatorluk neden çöktü?” sorusuna en doğru yanıt belki de “nereden çıkarıyorsunuz çöktüğünü?” olarak verilebilir.

Bir de benden dinleyin

Oysa gerçek, belli bir amaca göre yeniden kurgulanan hikâyenin çok dışında. Bir kere şimdilerde idealize edilen Osmanlı Devleti’nin yüz yıl önceki çöküşünün gerçekliğini tespit edelim. On dokuzuncu yüzyılın sonunda Avrupa’nın kaderine hükmeden Habsburg, Hohenzollern, Romanof hanedanlarının hiçbirinin Birinci Dünya Savaşı’nı çıkaramadığı ve imparatorlukların yerini ulus devletlere bıraktığı düşünülürse aslında bu sona erişin zamanın ruhu ile uyumlu olduğunu da kabul etmek gerekir. Öte yandan bu coğrafyaya özgü meseleleri yine de tartışabiliriz.

Sanayi Devrimi ile beraber, sermaye birikimi ve teknoloji olarak Batı’nın gerisine düşen Osmanlı Devleti on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren yarınlar yokmuş gibi borç almaya başlayacaktır. Kırım Savaşı’nın finansmanı için başvurulan bu yöntem zamanla cari giderlerin karşılanması, savunma harcamaları, lüks tutkusu, itibardan tasarruf olmaz denilerek yapılan yeni sarayların masrafları için kullanılmıştır. Bir çeyrek yüzyılda maliye topu atma noktasına gelmiş, tabiri caizse devlet son yarım yüzyılını ekonomik olarak can çekişerek geçirmiştir.

Dışarıdan akan sermayenin yarattığı sahte bolluk atmosferinde on binlerce yabancı İstanbul, İzmir gibi ticaret merkezlerine akın etmiş ancak ekonomik aktivite büyük ölçüde ithal mallarla coşan piyasayı şenlendirmekten ibaret olmuştur. Osmanlı’da para sadece on dokuzuncu yüzyılda değil, hemen her zaman siyasetten kazanılmıştır. Piyasada iş yapan, üreten değil iktidara yakın duran, siyasi ranttan nemalananlar zenginleşmiştir. Saray her zaman kendisine yakın duran kişileri, grupları bir biçimde beslemeyi başarmış, muhalefet ihanetle eş anlamlı olduğu için bu hatayı işleyen kişilerin malları göz kırpmadan müsadere edilmiştir.

Muhalifler için malından olmak yine göreceli iyi bir son olarak görülebilir. Zira çoğu zaman iktidarla ters düşmek canını veya özgürlüğünü kaybetmek anlamına da gelmiştir. Sarayın güç kaybettiği zamanlarda sözde özgürlük için mücadele başlatan İttihat ve Terakki de muhalifleri infaz etme, sindirme yöntemlerini tereddütsüz uygulamıştır. 

Sırp isyanıyla başlayan, daha sonra Yunanlılara, Tuna vilayetlerine, Bulgarlara, Arnavutlara, Ermenilere ve en son Araplara değin yayılan milliyetçi hareketler asayiş sorunu olarak görülmüş, bir iki cılız ama iyi niyetli demokratikleşme denemesi bir yana sorunlar güç kullanarak bastırılmaya çalışılmıştır. Kangren olup uluslararası sorun haline gelen bu durumlarda stratejik hamle eksikliği askeri güçle kapatılmaya çalışılmış ama çoğu zaman da başarısız olunmuştur.

İnkâr, bireyler için felaket haberleri ile başa çıkmanın yöntemlerinden biri olarak bilinir ama uzun vadede sağlıklı bir davranış biçimi değildir. Toplumlar için de aynı yargıyı tekrarlamakla kalmayıp, aynı kaderi tekrar tekrar yaşama sonucunu getirebildiği hükmünü ekleyebiliriz. 


Yazarın Son Yazıları
Yazarın En Çok Okunan Yazıları