Avrupa Birliği bize arkadaş kalalım diyor
Sevgililerin ayrılmasına ilişkin klişelerden birisidir; taraflardan ayrılmak isteyen diğerine "arkadaş kalalım" der. AB'nin son mesajı bu klasiği hatırlatıyor.
Avrupa Birliği ile çok kısa süren balayı sürecimiz sona erdikten sonra üyelik müzakereleri uzunca bir zamandır tavsamaktaydı. Bugün Türkiye’de AB üyeliğine destek, ekonomik güçlüklere paralel olarak yeniden yükselmekteyse de sanırım birçok kişi çıkmaz bir sokakta olduğumuzun farkındadır. Öyleyse mevcut şartlar altında yeni bir yön mü tayin edeceğiz, yoksa her halükârda duruşumuzu devam mı ettireceğiz ona bakmamız gerekir.
Öncelikle konjonktürel sıkıntılara girmeden daha temel noktaları tespit edelim. Avrupa Birliği’nin içerisinde bulunduğu koşullar itibariyle Türkiye gibi bir ülkeyi içerisine almaya niyeti de mecali de bulunmamaktadır. Buna Avrupa ülkelerinin iç siyasi dengeleri kadar, uluslararası siyasete ilişkin tercihleri de sebep olmaktadır. Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin AB’deki iç dengelerin kaymasına sebep olması, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin Birlik içerisindeki ağırlıklarını sulandırması kaçınılmaz olurdu. Buna Avrupa ortalamasının altındaki kalkınmışlık seviyemiz sebebiyle ihtiyaç duyulan mali kaynaklar da eklenince durum daha da belirginleşmektedir. On beş, yirmi sene önce Avrupa ekonomileri çok daha tempolu bir büyüme tutturabilmişken bile adaylık sürecimiz tıkandıysa, on senedir nal toplayan kıtanın Türkiye’yi kucaklaması neredeyse imkânsız görünüyor. Kıbrıs gibi, Doğu Akdeniz gibi meseleler de kullanılmak suretiyle zaten donmuş adaylık müzakerelerini belirsiz bir geleceğe erteleneceği anlaşılıyor. Bu durumda nasıl bir orta yol bulunacağına bakmak gerekiyor ki son AB liderler zirvesi de bu yönde işaretler veriyor.
Doğu Akdeniz, Suriyeli göçmenler ve vizeler
Türkiye ile AB arasındaki ilişki epeyce bir süredir üyelik müzakereleri kapsamından uzaklaşıp belirli gündemler üzerinde iki aktörün karşılıklı çıkar odaklı pazarlıklarına dönüşmüş durumda. Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan gerginlik sonunda Ekim ayından itibaren AB yaptırım tehditlerine başlamış, hatta Aralık’ta bazı TPAO yöneticilerine yönelik kararlar almış ancak uygulamaya sokmamıştı. Ankara’nın son olarak sondaj gemisi Oruç Reis’i limana çekip gerilimi düşürmesinin bu konuda fayda sağladığı görülüyor, AB de pozitif gündem adı altında ilişkileri yumuşatma çabasına katılıyor. Buna göre, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki pozisyonunu tekrar bayrak göstererek dayatmaması karşılığında, Brüksel Gümrük Birliği’nin güncellenmesi görüşmelerine başlanabileceğini söylüyor. AB’nin üçüncü ülkelerle Türkiye’nin çıkarlarını göz ardı ederek ardı ardına imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları sebebiyle Türk iş dünyasının hararetle talep ettiği bir konu böylece nihayet ele alınmış olacak. Tabii, iyimser bir senaryoda bile bu müzakerelerin epeyce sürmesi beklenebilir. Yine de başlamış olmak, gerekirse biz de Gümrük Birliği’nden çıkıp serbest ticaret anlaşması imzalayalım diyecek kadar canı yanmış iş insanları için oldukça olumlu.
Bir diğer mesele de Suriye iç savaşından kaçan mültecilerin Avrupa yolunda Türkiye’ye yığılmasıyla karşılaştığımız şu pek can sıkıcı gündem maddesi. AB, yine Doğu Akdeniz şartına bağlı olarak, 2016’daki mülteci anlaşması kapsamında fon aktarımı yapılabileceğini söylüyor. Aslında mülteciler Türkiye kadar Avrupa için de büyük bir sorun ve para karşılığı göçmenlerin burada kalması AB’nin de işine geliyor. Yani o para karşılıksız değil, AB makul bir bütçeyle kendisi için büyük bir baş ağrısını ötelemiş oluyor. Doğu Akdeniz’de uslu durmamız şartına bağlansa da bu bize verilmiş bir ödülden çok karşılıklı çıkarların gereği.
Bir de yılan hikayesine dönen AB’ye vizesiz giriş konusu var. Orada da önümüze sürülen yetmiş iki koşulun çoğu karşılansa da henüz eksiklikler var ve siyasi talepler içerenlerin nasıl açılacağı meçhul.
Son olarak da bir paragrafla insan hakları ve hukukun üstünlüğüne yalandan değinilerek AB’nin Türkiye’yi artık aday ülke değil sorunlu bir komşu olarak gördüğü tescillenmiş oluyor. Uslu bir çocuk olursak şeker yiyebilecekmişiz, ama sanırım bizi eve almayacaklar. Brüksel’in mesajı bu.