Türkiye'yi virüs de durduramayacak
IMF gibi küresel ekonomik teşkilatlar "Dünya derin bir resesyona gidiyor. Tarihin en güçlü krizine hazırlanın" şeklinde uyarılarda bulunuyor. Türkiye ise dünya daralırken yıllar önce ekonomi ve sağlık alanında devreye aldığı programlar ve tedbirler sayesinde büyüme yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Türkiye son bir asırdır savaş, terör, ekonomik kriz, saldırı ve her türlü badireyi atlattı, tüm olumsuzlukları yendi. Bugün dünyayı saran koronavirüs salgını tehdidi ve buna bağlı resesyona giden küresel krize aldırış etmeden aldığı ulusal ve uluslararası tedbirler sayesinde yolunda emin adımlarla yürüyen Türkiye’nin başarısı yöneteni, üreteni, finansçısı, sağlıkçısı, güvenlikçisi bütün birimleriyle kenetlenmesinden kaynaklanıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından ilk defa 20 Eylül 2018 tarihinde açıklanan ve 2019-2021 yıllarını ihtiva eden Yeni Ekonomi Programı (YEP), daha o tarihte “dengelenme, disiplin ve değişim” etaplarıyla 3 safha şeklinde açıklanmıştı. YEP’in bugün tüm evreleri devrede. Program ek ilave tedbirlerle birlikte aksamadan işliyor.

Son 18 yılın görünümü
Türkiye’nin son 18 yılını iki sayfa olarak ayırmak gerekir. Birincisi 2002 – 2013 ve diğeri de 2013’ten günümüze kadar olan bölüm. İlk bölümde yıllarca yüksek enflasyon ve faiz belasıyla boğuşan Türkiye her iki makro datayı da tek haneli rakama inmiş, aynı zamanda 7 milyon yeni istihdam oluşturmuştu. Bu dönemde kamu finansmanı sorun olmaktan çıkarken Türkiye tarihinde ilk kez özel sektör ağırlıklı bir büyüme yakalamıştı.
“Türkiye artık siyasi ve ekonomik olarak rayına girdi” derken 2013 yılında gezi olaylarıyla başlayan, 17/25 Aralık operasyonlarıyla devam eden ve sonrasında 15 Temmuz darbe girişimi ile ağırlaştırılmaya çalışılan, ABD’nin ekonomik yaptırımları, terör örgütlerine yönelik amansız mücadele, Suriye ve mülteci meselesi ve bu ülkeye yönelik Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı sınır ötesi askeri harekatları gibi öne çıkan sorunlar ve söz konusu dönemde ardı ardına yapılan seçimler ülkeyi ekonomik yönden zayıflattı. Aslında bu döneme siyasi ve ekonomik açıdan kaotik bir süreç de denebilir.
YEP ile gelen yeni rota
Ekonomik badireleri bertaraf etmek için kolları sıvayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki hükümet 2018 yılında ilan ettiği Yeni Ekonomi Programı (YEP) çerçevesinde yeni bir iktisadi rota çizdi. “Dengelenme, disiplin ve değişim” etaplı programı devreye aldı. Söz konusu plan çerçevesinde Merkez Bankası (TCMB) bağımsızlığına dokunulmadan yeniden yapılandırılarak, hükümetle eşgüdümü sağlandı.
TCMB’nin başına Murat Uysal’ın atanmasıyla para ve maliye politikaları aynı düşünüp aynı anda adım atmaya ve ülkenin sorunlarını bir bir çözmeye başladı. 2019 Temmuz ayından itibaren sert faiz indirimlerine başlayan Merkez Bankası, aralıksız 14,25 puan düşürerek Temmuz ayında yüzde 24 olan politika faizini 2020 Mart ayına gelindiğinde yüzde 9,75’e çekti. Türkiye artık ekonomik olarak sağlam bir patikada yürüyordu ki dünyayı tehdit eden covid-19 salgını ortaya çıktı.

Covid-19 stres testi
YEP ile Türkiye ekonomisinin her türlü krize karşı dirençli hale geldiği koronavirüs salgınıyla daha net ortaya çıktı. Faiz meselesini hallederek piyasaları disipline eden program faiz ve enflasyonu ezen sağlayan Türkiye, 2013 yılı öncesi gibi tek haneli faiz rakamına inerek olmazı başardı. Düşük faiz ortamı bir bakıma Türkiye ekonomisinin direncini ortaya koydu.
Bir anlamda hem dünya hem de Türkiye için bir stres testi anlamına gelen koronavirüs salgınının olumsuz etkilerini ilave tedbirlerle izole ve izale etmeyi sürdüren Türkiye, şimdi önündeki ekonomik zorlukları aşmak için yeni önlemleri planlayıp devreye alıyor. Bugün görünen şey; ekonominin güçlü yönleri zayıf yönlerinden daha fazla. Zorluklara direnç ise her geçen gün daha da kuvvetleniyor.
Bugün için bütçe harcamaları dışında cari açık, enflasyon, yüksek faiz, borçlanma gibi önemli makro ekonomik verilerde sorun yaşanmıyor. Şu anda en önemli beklenti, covid-19 salgınının bir an önce bitmesi.

Sonunda gerçeği gördü
Her zaman Türkiye’ye verdiği olumsuz ve ekonomiden ziyade siyasi yaklaşımlı notlarıyla tanıdığımız uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings dahi sanki Türkiye ile ilgili kararını değiştirmiş olacak ki, gelen açıklamalara şaşırmadık değil.
Fitch oturmuş Türkiye’yi adeta bir şirket gibi ince ince araştırmış. Kendi isteğine göre bir data bulamayınca, gerçekleri yazmaya mecbur kalmış… Fitch Ratings Direktörü Douglas Winslow, Uzun yıllar boyunca kronik enflasyonla boğuşan Türkiye’nin son 2 yıldır aldığı önlemlerle bu yıl enflasyonu yüzde 8’lerde tutacağını belirtirken diğer araştırma kuruluşlardan ayrışan bir noktaya temas ediyor.

Türkiye’yi ayrıştıran özellik
Direktör Winslow, “TCMB faizleri indirmeye her an hazır olduğu sinyalini vermesi, ekonomisini dirençli bir şekilde ayakta tutmasını sağlıyor…” diyor.
Evet tespit müthiş… Tabii ki bu tespit Türkiye’yi belki de diğer ülkelerden ayıran en önemli özellik. Hem Winslow’a hem de birçok ekonomist ve analiste göre ekonomideki güçlü direncin kaynağı veya direği TCMB’nin etkin operasyonları. Bunu bugün kimse inkar edemez.
Winslow tespitlerini burada bırakmıyor… TCMB’nin yanında hükümetin yürüttüğü programları ve devlet bankalarının can siperane çalışmalarına da vurgu verdiği mülakatta diyor ki:
“Koronavirüs salgınının ardından Ekonomik İstikrar Kalkanı yoluyla büyük teşvikleri, devlet bankalarının kredi desteğine yönelik yeni önlemleri görmezden gelemeyiz. Bu durum ekonomik aktivite için ek destek sağlıyor…”
Fitch’in Direktörü Winslow, sonunda Türkiye ile ilgili gerçeği itiraf etmek zorunda kalıyor… “Türkiye bu yılı dünyanın tersine küçük de olsa artı büyüme ile kapatır. Ancak 2021 yılı Türkiye için bir çıkış olacak. En küçük beklentimiz yüzde 4,5. Bu da bizim değerlendirmelerimizde sürdürülebilir büyüme için yeterli…”

Borçlanmaya çanak tutuyorlar
Uluslararası Para Fonu (IMF) ve ünlü Bank of America’nın dünya için derin bir resesyon uyarıları ülkelerin zihinlerini bulandırıyor. Ülkeler resesyonun çaresini düşünmekten ziyade daralmayı haber veren kötü haber baykuşlarına benziyor.
IMF, koronavirüsün ekonomilerdeki tahribatı 2008 krizinden çok daha kötü olacağını raporluyor. IMF Başkanı Kristalina Georgieva, 1 trilyon dolarlık covid-19 kredisini hazır tuttuklarını, şimdiye kadar 100’e yakın ülkeden yardım talebi aldıklarını belirtirken “Böyle bir talep hiçbir dönemde olmadı. Yükselen ekonomiler ve gelişen ülkeler en savunmasız” diyerek sanki olayı para satmaya getiriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de IMF’yi destekleyerek sağlıktan ziyade işin borçlanma tarafına çanak tutuyor.
IMF merkezinin bulunduğu ABD’de faaliyet gösteren Bank of America da “Tarihin en derin resesyonuna hazırlanın. ABD ekonomisi de dahil küresel ekonomi bu yılın 3 çeyreğinde daralacak ve belki de tarihin en derin resesyonu olacak. ABD ilk çeyrekte yüzde 7, ikinci çeyrekte yüzde 30 ve üçüncü çeyrekte yüzde 1 daralacak. Ülke GSYH’si yıllık bazda yüzde 10,4 düşecek. Yüzde 15,6 ile 20 milyon kişi işsiz kalacak…” diyerek çare üretmekten ziyade ortalığa korku salıyor.

Halkın sesine kulak verilmeli
Dünya ülkeleri koronavirüs salgınının ekonomilere vereceği zararı azaltma noktasında kamu desteklerini sürekli yükseltiyor. Ancak devletler virüsün ne zaman biteceğine dair herhangi bir takvim olmadığından bütçelerin yetersiz kalabileceğinden endişe ediyorlar. ABD’nin korona tedbirlerine yönelik 2 trilyon dolar ayırdığı bir ortamda salgının yaz aylarında da devam etmesi durumunda bu desteğin 5 trilyon dolara çıkabileceğini belirten yorumlar oldukça fazla.
Ekonomistlerin covid-19 salgınının zararını önleme, yani çare olma noktasında önerileri mevcut. Aynı talepler üreten ve tüketen kesimlerden de geliyor. Diyorlar ki, bugün maliye politikaları küresel gayrisafi yurtiçi hasılanın (GSYH) ancak yüzde 1’lik kısmına destek veriyor. Yüzde 99’u ise hükümetlerin kontrolü dışında merkez bankaları tarafından yürütülmeye çalışılıyor. Maliye politikaları mutlaka ülke ekonomilerine direkt destek verecek şekilde düzenlenmeli önerisi bugün çığ gibi yükseliyor.

Belirsizlik nasıl kalkar?
Hükümetlerin maliye politikalarının yanında elbette merkez bankalarına da büyük iş düşüyor. Fakat maliye ve para politikaları ayrı telden çalarsa ekonomilere faydası olmuyor. Evet, merkez bankalarının geçici hisse senetleri ve şirket tahvillerini satın alması ve piyasaya para vermeleri pratikte çökmeleri önleyebilir. Burada sosyal devletin güçlülüğü ortaya çıkıyor.
Salgın geçtikten sonra borçlunun boğazına yapışılırsa o zaman ikinci bir kriz patlak vermez mi? Demek istediğim, maliye ve para politikalarında eşgüdüm mutlaka sağlanmalı ki, krizler yapışıklık özelliğini kaybetsin.
Salgının olumsuz etkilerini izale edecek diğer önemli tedbir de, hem hükümetler hem de merkez bankaları politikalarında dürüst olacak. Önce insan, önce halkımız diyecek… Sosyal adaleti tanzim ederek ekonomiyi düzeltmeye çalışacak. Devletler salgın geçinceye kadar mali teşviklerini eksiltmeden sürdürürken hükümet ve merkez bankaları kanalıyla yapabilecekleri ve yapamayacaklarını açıkça, şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşacak ki, belirsizlik ortadan kalksın.

Eşgüdümle gelen başarı
İşte Türkiye’nin sektör ve piyasa destekleri çok önceden başlamıştı. Tarımdan sanayiye, finanstan KOBİ’lere kadar üretim, istihdam, ihracata yönelik alınan tedbirleri buraya almaya çalışsak sayfalara sığmaz. Nitekim bu güzel gelişmeleri aylardır, hatta yıllardır yazıyoruz.
Dolayısıyla dünya, küresel ekonomik kriz beklentisine karşı yeni yeni çareler ararken Türkiye, diğer ülkelere göre daha rahat bir görüntü sergiliyor. Zira, yıllar önce Yeni Ekonomi Programı’nı (YEP) takvimlendirerek safha safha yürürlüğe koyan Türkiye, dünyayı ekonomik ve sosyal yönden tehdit eden koronavirüs salgınına karşı da ilave önlemlerle adeta krize meydan okuyor, diyebiliyoruz.
Para ve maliye politikalarında gösterdiği eşgüdümlü başarı, parasal genişleme ve piyasalara verilen destekler Türkiye’yi güçlü kılan önemli uygulamalar olarak dikkat çekiyor. Türkiye’yi diğer ülkelerden farklılaştıran husus ise hükümet ve Merkez Bankası’nın yapacaklarını veya yapamayacaklarını halkıyla dürüst olarak paylaşması olarak gösteriliyor.

Dünya enflasyondan korkuyor
Küresel resesyon endişelerinin yanında merkez bankalarının koronavirüs salgınına dayalı parasal genişlemeleri devletleri enflasyon korkusuna itiyor. Diğer taraftan salgın sonrası ülkelerin stratejik ve kritik ürünleri kendi topraklarında üreteceği endişesi de küresel ticarete olumsuz bakışın diğer bir yansıması.
Enflasyondan virüs kadar korkan gelişmiş ülkelerde dengesiz politikalar izledikleri için büyük bir ihtimalle fiyatlar patlayacak. Birçok temel madde ve gıdada fiyatlar alabildiğince yükselecek. “Ülkeler içine kapanacak, dış ticaret azalacak, geleneksel lojistik kanalları farklı bir şekilde dizayn edilecek” diye düşünülen yakın gelecekte bugün “Hiç değilse yüzde 1-2” enflasyon olsun diye yalvaran gelişmişler çift haneli enflasyon rakamlarıyla tanışacak. Tahvil faizleri yukarı yönlü azıp gidecek. Bankaların ellerindeki paralar bir ateş parçası haline dönüşecek.
Türkiye bu alanda da daha önceden enflasyonist tedbirleri aldığından diğer ülkelere daha sağlam görüntü çiziyor. Gıda tedarik zincirini yakın takibe alan, üretici ile tüketici arasında mesafeleri kısaltarak yeni bir sistem başlatan Türkiye, enflasyon konusunda da dünyadan daha avantajlı konumda.
İşte halkıyla kenetlenebilen bir yönetim “elbirliği” ile her zorluğun üstesinden gelebiliyor… Herkese, her sisteme, her birliğe, her devlete tavsiye edilir…