Ölçek mi yoksa kapsam ekonomisi mi?
Türkiye tuhaf bir ülke… Bazı insanlar yatırım yapar, yatırım yapabilmek için kendini parçalar, maliyetlerini düşürebilmek için ağır maliyetlere katlanır… Bazıları da projeksiyon yapar, pazarın ve rekabetin şiddetini ölçer maliyete değil, talebe bakar. Yatırım çeşidini seçerken katma değeri bir mihenk taşı gibi yanında taşır. Bu bir sanayici mantığı… Talebe göre planlama ve üretim…
Onlar da haklı… Talebe odaklanmayan firmalar onca know howa, bilgi, beceri ve tecrübeye rağmen maalesef bugün satılmak için müşteri bekliyor. Dünyada da böyle, Türkiye’de de böyle!
Tabii, ölçek ekonomisi uygulayan ve ölçek ekonomisi mantığıyla yürüyen ülkelerde söz konusu durumlar normal karşılanmalı. Pazar dar, üretim kısıtlı, rekabet yüksek olunca çarkı çevirmek o kadar kolay olmuyor. Sübvanse gerek, teşvik gerek, destek gerek…
Her ülkenin kendine göre, sektörüne göre stratejik ürünü mutlaka vardır. Mesela buğday her ülke için stratejik… Sonuçta buğday demek ekmek demek… Buğday demek açlığın çaresi demek… Burada ölçek ekonomisini kullanarak desteklerle arzı hedefleyebilirsiniz… Ekim alanlarını büyütüp yatırımlarınızı çoğaltabilir, üretiminizi artırabilirsiniz… Ancak eldeki arzın fazlasını da değerlendirmek için dengeli şekilde dış ticaret yolunu da düşünmek suretiyle tabii…
Fakat işin yanlışlığı; her ürünü stratejik görüp ne pahasına olursa olsun o ürüne odaklanıp maliyet düşürmeye çalışmak…
Ölçek ekonomisi maliyet düşürüyor mu?
Fazla düşündürmeye gerek yok…
Üretim, arzın olmazsa olmazı… Karşılığında talep de ekonominin diğer vazgeçilmez gerçeği… Arz ve talep bir araya gelince ekonomi oluyor… Tek başına ne arz ne de talep ekonomiden sayılmıyor… Ölçek ekonomisinin mantığı da daha fazla üretmek ve maliyetleri aşağı çekmek… Yani sürümden kazanalım, derler ya onun gibi bir şey! Ölçek ekonomisi, üretim artarken maliyetin düşmesi anlamına geliyor. Maamafih, bir ülkede ölçek ekonomisi uygulanıyorsa üretimler artıyor, maliyetler düşüyor. Zira ölçek ekonomisinde mal tedariki, mal arzı ön planda… Talep olsun olmasın, ölçek ekonomisi sürekli üretim tarafında.
Düz mantıkla ölçek ekonomisi büyük ekonomilerin daha üstün olabileceği gerçeğinden hareket ediyor ve bu gerçekle karşılıklı fayda sağlayacak şekilde bir ticaret imkanı doğuyor. Konuyu biraz daha açayım… Büyük ölçeklerin maliyeti düşürmesinden faydalanmak olarak tanımlanan ölçek ekonomisi, üretim için büyük kapasitenin oluşturularak bu kapasitelerin etkin bir şekilde kullanılması ve birim başına maliyetin en aza indirilmesi şeklinde algılanıyor belki ama burada öne çıkması gereken üretimin katma değere dönüştürülmesi…
Usta adamı, asgari ücretle çalıştırabilir misiniz?
Ölçek ekonomisinde hedef üretim maliyetlerinin minimize edilmesi. Dolayısıyla bir firmanın üretim ölçeği arttığında kendi maliyetleri aşağı geliyor. Yine aynı firmanın üretimi bulunduğu endüstride kapladığı alanı artırdığında bu defa o sektörde maliyetler düşüyor. Firma kapasite açısından ne kadar büyükse çıktısında yani ürününde maliyetleri o kadar düşük oluyor. Çıktı maliyetlerinde o firmanın bulunduğu endüstrinin büyüklüğü de önemli bir yer tutuyor.
Peki ölçek ekonomisiyle kazanılan düşen maliyetler gerekli şekilde kullanılabiliyor mu? Bugün bu kertede sorulması gereken soru bu!
Şu ana kadar anlattıklarım ölçek ekonomisinin pozitif yönü… Ama işin bir de negatif tarafı var. Pozitif ölçek ekonomisinin tersine çeşitli sebeplerden kaynaklı maliyetler yükselebiliyor… Hatta en çok arzuladığımız işte uzmanlaşma bile maliyetleri yükselten önemli faktör arasında yer alıyor. Uzmanlaşmış insanlar çalışmak istiyorsunuz ama bu da yüksek maliyet anlamına geliyor… Şöyle bir düşünün usta bir adamı asgari ücretle çalıştırabilir misiniz? Elbette ki hayır!
Kapsam ekonomisinde talep öncelikli
Binaenaleyh, ayakta kalabilmenin, ekonomiyi olumlu ve iyimser bir şekilde yürütmenin diğer yolu aslında pozitif ve negatif ölçek arasında dengede kalabilmek… Ona da kapsam ekonomisi adı veriliyor. Burada ölçek ekonomisinde olduğu gibi üretimi artırarak maliyetlerin düşürülmesi yerine, firma kendi iş alanının dışında da stratejik üretim yaparak maliyetlerini aşağı çekmek istiyor. Mesela iki farklı çıktı aynı firmada üretilebiliyor. Ancak bunu sağlayabilmek için tabii ki teknolojik yatırımlara ihtiyaç duyuluyor.
Netice itibariyle; Türkiye’de üretici fiyatlarındaki yıllık artışların yüzde 30’ların altına gelmemesinin en büyük sebeplerinden biri, ölçek ekonomisi mantığında üretim gerçekleştirememek. Üretim yapılsa da düşen maliyetleri ticari açıdan kullanamamak… Vatandaş, “Her şey ateş pahası” diye feryat ederken üreticinin “Rekabet imkanımız her geçen gün daralıyor veya rekabet edemiyoruz” şeklindeki söylemleri, firmalarımızın ölçek ve kapsam ekonomisini yeterince uygulayamamasından kaynaklanıyor. Bu arada kapsam ekonomisinin arzdan ziyade talebi hedeflediğini hatırlatayım.
Ölçek ekonomisini ne kadar doğru uyguluyoruz?
Dedim ya, Türkiye üretim ve tedarik yönünden dünyaca sayılı ülkeler arasında. Sıkıntımız; ölçek ekonomisini hep üretim tarafında, arz yönlü düşünüp çıktı vermeye çalışmak… Ölçek ekonomisini uygularken maliyetleri azaltma konusunda bir beceriye ulaşamamak. Düşen maliyetleri yerinde, ticaret mantığında ekonomik olarak kullanamamak…
Ülkemizde “Çok üreteyim maliyetlerim de düşük olsun” demek bir bakıma belirsizliğe açılan kapı olmuş. Kapsam ekonomisinin şartları, uygulamaları hiç düşünülememiş veya zorluklardan dolayı o yola girilememiş… Ölçek ekonomisi maliyetleri düşürme adına arza yönelik bir uygulamaysa ve fiyatlarda düşmüyorsa o sorunun kaynağına inmek gerekiyor. Maliyetler neden yükseliyor?
Cevaplamaya çalışayım… Türkiye’deki ürün maliyetlerinde en önemli kalem finans giderleri, ardından ithal ara mamul maliyetleri geliyor. Yani öncelikle bir faiz maliyetimiz var, ardından da ara malı ithal etmek için döviz bulmak zorundayız. Eğer ticaretinizi bu iki argüman üzerine yüklemişseniz, işte haliniz harap. Faize yüklenseniz, faizler artıyor, dövize yükselseniz döviz fiyatları yükseliyor ve üretimde kısır döngü içine giriyorsunuz.
ÜFE ile TÜFE arasındaki makas 12 puan
Müspet bir örnek olsun diye aynı konuyu Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu'nun (TUSAF) Başkanı ve Ulusoy Un Yönetim Kurulu Başkanı Eren Günhan Ulusoy ile konuşayım dedim.
Önce, 2019 Temmuz ayı üretici ve tüketici enflasyonlarına baktım…
Yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE), 2019 yılı Temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 0,99 düşüş, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 7,02, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 21,66 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 32,34 artış göstermiş…
Üretici fiyatları TÜFE’de ise 2019 yılı Temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 1,36, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 6,44, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 16,65 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 19,91 artış gerçekleşmiş.
On iki aylık ortalamalara göre ÜFE ile TÜFE arasındaki makas 12,43 puan. Normalde ölçek ekonomisini uygulayan ülkelerde üretici fiyatlarının bu kadar yüksek olmaması gerekiyor. Ben de sanayici ve un üreticisi TUSAF Başkanı Eren Günhan Ulusoy’a sordum ve ilgi çekici cevaplar aldım.
TUSAF Başkanı Ulusoy, kendi firmasındaki maliyetlere baktığında geçen yılın 2 katı kur ve faiz farkı ödediğinden bahsediyor. Bu yılki ilk çeyrekte finansman giderlerinin 68 milyon lira olduğunu, geçen yıl yani 2018 yılı ilk çeyreğinde bu maliyetin 35 milyon lira civarında gerçekleştiğini söylüyor. Ulusoy’un finans giderleri için beklentisi; Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine devam etmesi ve enflasyonun giderek daha da aşağı gelmesi… Olur mu, inşallah olacak!
Eren Günhan Ulusoy, sadece Merkez Bankası ve enflasyonun düşmesini beklemiyor… Firmaların finansman giderlerini azaltması için Merkez Bankası’nın dövizi feda edip faizi daha da aşağı çekmesi yolunda hareket edebileceği yolunda fikir yürütebileceğine değiniyor. Ulusoy, dövizin veya enflasyonun aşağı yukarı rahat dalgalanabildiğini, ancak faizlerin düşmesinde zorluklar yaşandığını belirtiyor ve faizlerin mutlaka ciddi şekilde düşürülmesi gerektiğini ifade ediyor.
ÜFE ve TÜFE’de artışlar ne anlama geliyor?
TUSAF Başkanı Ulusoy’un tespiti şu… Üretici fiyatları enflasyonda sürekli önde koşuyor. Maliyetlerdeki yükselmeler, üretici fiyatları üzerindeki kârlılıklara baskılar oluşturuyor… ÜFE’deki artışlar TÜFE’ye sınırlı yansıyor… Ölçek ekonomisi uyguluyoruz ama üretici fiyatları önde gidiyor… Üretici fiyatları, tüketici fiyatlarına sınırlı yansıyor…
Demek ki firmalar kârlarından kısmasa, devlet de sübvanse etmese, hayat pahalılığından geçilmeyecek.
Anladığım şu; birinci derecede fiyat istikrarının sağlanması ve enflasyonun kontrolü noktasında birinci görev Merkez Bankası’nın… TCMB, para politikalarıyla fiyat istikrarını sağlayacak. Devlet, hükümet ise siyasi, hukuki, konjonktürel ve jeopolitik olarak ekonominin bozulmaması için gayret gösterecek.
Firmalar ise oluşan kârlılıklarını, maliyetleri ölçüsünde tüketici fiyatlarını yükseltmeme yolunda kullanacak. Tabii bunu yapmak kolay değil ama üretim ve tüketim dengesinin de sağlıklı şekilde bir noktada buluşturulması gerekiyor.
Meselenin çözümünü yine TUSAF Başkanı Ulusoy’a sordum… İhracat diyor, başka bir şey demiyor… Sözleri aynen şöyle:
“Söz konusu durumla mücadele etmenin yolları; ihracat payının yükseltilmesi ama burada ihracattan kaynaklanan hacim artışını, ölçek ekonomisinin, yani üretim ekonomisinin desteklemesi lazım… Kendi firmamızın özeline baktığımızda, ihracatımız oransal olarak 2015 yılında yüzde 35 idi, 2018 yılı sonunda yüzde 67’ye yükseldi. 2019 yılı için yüzde 71-72’ye çıkarız diye düşünüyoruz. İhracata dayalı bir büyüme… Bu modelle, ihracatla yakaladığınız hacimle avantaj sağlıyoruz. Bu avantajımızı da iç piyasada kullanıyoruz ve maliyetlerimizi üretici fiyatlarına yansıtmıyoruz…”
Üretici fiyatlarını tolere etmede bir örnek daha
Ulusoy Un, bugünlerde yoğun bir faaliyette. Samsun Limanı yakınlarında 80 milyon liralık bir un fabrikası yatırımını hayata geçirmek üzere. Ulusoy, ölçek ekonomisinde “Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım…” gayretinde. Halen 30 milyon dolar ihracat yapan Ulusoy Un, yeni yatırımla birlikte yılda 60 milyon dolar ihracat hedefliyor. Hatta 2021’den itibaren bunu 100 milyon doların üzerine çıkarmayı planlıyor. Kolay iş değil… Firma, maliyetinin yüzde 70’ini ihraç ederek ölçek ekonomisi yanında kapsam ekonomisini de en iyi şekilde yürütmeye çalışıyor.
Durumu özetlersem, Eren Günhan Ulusoy ile konuşurken sarfettiği şu cümlelere dikkat buyurmanızı istiyorum…
“Yeni bir üretim için kolları sıvadık. Fabrikamız yakında devreye girecek. 80 milyon liralık bir yatırım… Bu parayla 180 dairelik büyük bir inşaat projesi yapabilirdik. 180 daire yapsaydık ve hepsini yabancıya satsaydık bile 100 bin dolardan 180 milyon dolar elde ederdik. Fabrika yatırımımızla yıllık 100 milyon dolarlık ihracattan bahsediyoruz. Hepsi kâr değil ama, bunun en az 15 milyon doları katma değer. 10 senede 150 milyon dolar… Konut yapsaydık bir kerede 20 milyon dolar kazanırdık o kadar… İşte Türkiye’nin cari meselelerinden biri de bu… Yatırım yaparken sürdürülebilirliği de düşünmek gerekir…”
Kısacası üretim, üretim, üretim… Ama fiyat istikrarı için ise katma değerli fazlaca üretim… Çözüm bu… Başka çıkar yol var mı?